
Tasavvuf Kaynakları:
Hızır meselesi, özellikle Kur’ân’ı Kerim’deki Hz.Musa ve Hızır kıssasında bu ikisi arasındaki münasebetin cereyan tarzı,Hızırın Hz. Musa karşısında öğreticilik hüviyeti ve âdeta bir mürşid durumunda bulunuşu dolayısıyla daha ilk başlardan beri mutasavvıfları yakından ilgilendirmiştir. Bu yüzden, yazılan her türden tasavvufi eserde buna dair uzun sayfalar yer almıştır. Bunlarda Hızır’ın daha ziyade mânevi kılavuz ve mürşidlik vasfı üzerinde durulmus, bunu yansıtan ve mutasavvıflarla Hızır’ın mülakatlarını nakleden sayısız menkıbeler anlatılmıştır. Ancak bunların büyük bir kısmı biri birinin tekrarından ibarettir ve belli kategorilere ayrılabilir. Burada muhtelif zaman ve mekana ve tasavvuf mektebine mensup olmalarına dikkat edilerek, tasavvuf çevrelerinde tarih boyunca meselenin nasıl telakki olunduğunu anlamamıza yarayacak bazı kaynaklar bahis konusu olacaktır. Bu kaynakları aşağıdaki gibi başlıca üç grupta mütalaa etmek mümkündür:
- A) Muhtelif mâhiyette tasavvufi eserler :
Kronolojik sıra itibariyle önce İmam Gazzali (Ölüm.505/111 )nin meşhur ihyâ’sından söz edilmelidir. Onun en tanınmış eseri arasında yer almakta olup fıkıhla tasavvufu mükemmel bir tarzda birleştiren bu eserde, Hızır hakkında kısa fakat özlü fikirlerle, onun bazı mutasavvıflarla olan mülâkatlarına kısa anekdotlar halinde rastlanır. Yesevilik ve Nakşibendiliğin büyük şeyh ve velilerden saydığı, XII.yüzyılın tanınmış Horasanlı mutasavvifı Hâce Muhammed Parsi’nin Faslu’l Hitabı da önemli bir kaynaktır. Müellif eserinde uzun kısımlar halinde Hızır ve Hızır İlyas’a dair ilgi çekici mutasavvifâne mâlumat ve telâkkileri kaydeder. Bunların daha ziyade, İslâm’ın ilk devrinden hemen sonraki bazı inançları aksettirdiği görülmektedir. Bilgilerden bir kısmı Mesele hakkında en canlı ve en ilgi çekici bilgilerden da,Muhyi’d-din b. el-Arabi’nin ünlü el-Fütûhât’ul-Mekkiyye adındaki kitabında bulunur. Konumuz bakımından bu eserin en muhtelif karşılaşmalarını ve çarpıcı yanı, Arabi’nin Hızır’la olan muhtelif karşılaşmalarını konuştuklarını ilgi çeken bir üslupta, kuvvetli ifadelerle bize nakletmesidir.
Hızır konusunda daha çok halk tasavvufuna ait bazı mühim telakkileri yansıtan bir eser, XIII. yüzyıl Anadolu Türkmen mutasavvıflarından Hacı Bektaş-ı Veli (Ö1.669/1271)’ye nisbet edilen Makalât isimli kitabın XIV. yüzyıl sonunda Hatiboğlu tarafından yapılan Türkçe telif tercümesidir. Bahru’l Hakayık adını taşıyan bu eserdeki kısım, özellikle halk tasavvufu çevrelerinde Hızır meselesinin nasıl telakki edildiğini dikkate değer bir biçimde nakletmesi itibariyle çok önemlidir.
XVI-XVII. yüzyılın Nakşibendi şeyhlerinden olup İmam Rabbani diye şöhret kazanan Ahmed Faruk es-Serhendi (61.1034/ 1625)’nin yazdığı meşhur Mektûbat’ı da burada zikretmek gerekiyor. Burada mevcut bir parça, Hızır ve İlyas üzerine dikkat çeken telakkileri ihtiva etmektedir.
- B) Sûfi Tabakatları:
Konumuza dair bir hayli bol malzemenin bulunduğu tasavvuf kaynaklarının ikinci grubunu süfi tabakatlari teşkil eder. Biz, Hızır yahut Hızır-İlyas meselesinin tasavvuf tarihi boyunca arzettiği gelişmeyi yansıtacak nitelikteki zengin bilgileri bunlara borçluyuz.
Aslında bir takım tasavvufi kavramları açıklayan en eski kaynaklardan biri olmakla beraber, kısmen tabakat da denebilecek olan, Ebû Nasr es-Serrac (il.378/988)’ın Kitabu’l–Luma’ adlı eseri bunlardan biridir. Bu kitapta bazı mutasavvıfların Hızır’la yaptıkları görüşmeler, konuşmalar anekdotlar şeklinde yer almaktadır.
Sûfilerin biyografilerinden bahseden ilk sistemli tabakat kitabı, Sülemi’nin Tabakatu’s-Sufiyye’sidir. Sülemi bu eserinde ha yatını anlattığı bazı mutasavvıfların Hızır’la yaptıkları konuşmaları ve onunla başlarından geçen olayları nakleder.
Bir başka zikre değer sûfi tabakatı da, Ali b. Osman el-Hucviri (11.465/1072)’nin Keşfu’l-Mahcûb başlıklı kitabıdır. Bu eser çok tanınmıştır. Yazarı Hindistan’da yetişen büyük bir mutasavvıf olup zamanın ünlü sufiler ile bizzat görüşmüştür. Eser geniş çapta kendi müşahedeleri de ihtiva ettiği için çok değerlidir. Hucviri bazı mutasavvifların Hızır’la olan mülakatlarını bizzat kendi ağızlarından eserine kaydetmiştir.
Abdulkerim b. Hevazin el-Kuşeyri (öl.465/1072)’nin er-Risaletu’l-Kuşeyriyye’sine gelince, her kısmı birer mektup ta kaleme alındığı için bu ismi taşıyan eser, tıpkı Gazzâli’nin İhya gibi Sünni inançlarla tasavvufu güzelce telif etmesi sebebiyle muteber addolunmuştur. Burada Hızır’la ilgili önemli pasajlar bulunmaktadır.
Mutasavvıfların Hızır’la yaptıkları görüşmelere dair zengin nakillerin yer aldığı bir diğer kaynak, İranlı büyük mutasavvıf Feridu’d-Din Attar (Ö1.618/1221)’ın Tezkiretu’l Evliya’sıdır. Daha yazıldığı tarihlerden itibaren Türkçeye muhtelif tercümeleri yapılmış olup daha sonraki bazı eserlere kaynaklık etmiş ve çok okunmuştur.
Şimdi bahsedilecek sûfi tabaktı ise, yine İranlı büyük bir mutasavvıf olan Abdurrahman Câmi (öl.897/1492)’nin Nefah’atu’l-Üns min Hadarati’l-Kuds adıyla meşhur eseridir. Câmi kitabında sade mutasavvıfların kavram ve meselelerin izahına girişmiştir. İşte bu arada, Hızır ve Hızır-İlyas konusuna da geniş yer vermiş, bu husustaki rivâyetleri tahlil ederek bazı yorumlar da yapmıştır. Bu yüz den buradaki malumat ilgi çekici bir hal almıştır.
Mutasavvıfların Hızır hakkındaki telakkilerinin tipik örneklerini yansıtan bir başka tabakat kitabı, XV. yüzyılın ünlü Çağatay Şairi Ali Şir Nevâyi (öl. 906/1501)’indir. Nesayimu’l Mahabbe adındaki bu eserde bir hayli Hızır menkıbesi bulunur.
Bunların bir kısmı mutasavvıfların kendi ağızlarından nakledilmek tedir.
Tabakat kitapları arasındaki son kaynağımız, XV. yüzyılın sonlarına ait mühim bir Nakşibendi kaynağı olup, Hüseyin b. Ali el-Vaiz el-Kaşifi tarafından yazılan Reşehâtu Aynü’l-Hayat Tir. Eseri 1518 tarihinde bazı ilavelerle Mehmet Maruf Efendi Türkçeye çevirmiştir. Reşahat birçok Nakşibendi şeyhinin Hızır’la yaptığı mülakatları anlatmaktadır.
Bu sayılanların dışında daha bazı tabakat kitaplarında da ben zer menkıbelere bol miktarda rastlamak kabildir.
- C) Evliyâ Menâkıbnâmeleri:
Velilerin hayat hikayeleriyle karışık kerametlerini anlatan menakıbnameler, konumuz için en verimli kaynaklardan sayılmalıdır. Çünkü hemen her menakıbname, konu edinilen velinin Hızır’la olan görüşme ve konuşmalarını, başından geçen olayları anlatan bir veya daha fazla menkibe mutlaka bulunur. Sayıları hayli fazla olan bu eserlerden tipik bazı telakkileri aksettirenler seçilerek bu çalışmada kullanılmıştır. Bunlar hakkında başka bir yerde geniş malumat verildiği için burada sırf isim olarak bazılarını zikretmekle yetineceğiz:
Tezkire-i Satuk Buğra Han , Menâkıb’ı Sipehsalar Menâkıbu’l-Arifin, Kerâmat- Ahi Evran , Menakıbı Kudsiyye, Menakıb-ı Cemâlu’d-Din-i Sâvi6, Menâkıb-ı H Bektaş-ı Veli, Velâyetnâme-i Osman Baba(6), Menâkıb-ı Mah mud Paşa, Menâkıb-ı Kemal-i Ümmi, Cevâhiru’l-Ebrarve Men âkıb-ı Eşrefzâde.
- D) Musa ve Hızır Kıssasının Tasavvufi Yorumuna Ait Risâleler:
Buraya kadar zikredilen tasavvuf kaynaklarından başka Kur’ân-Kerimdeki kıssayı tasavvufi bir yorumla ele alan ve bu arada Hızır’a dair görüşler ortaya koyan müstakil risalelerin yazıldığını görüyoruz. Bunlara örnek olarak Osmanlı şairlerinden Nevi Yahya (öl.1007/1598-99)’nın Terceme-i Kıssa-i Hızır ve Musâ’sını,” yine Osmanlı Halveti şeyhlerinden Şemsud’-Din Ahmet Sivasi (öl.1006/1597)’nin Kıssa-i Musa ve Hızır adlı eserini, Ahizade efendi’nin Kıssa-i Musa ve Hızır başlıklı ufak risale sini ve Niyâzi-i Misri (öl.1105/1597)’nin Hilye-i Hizriyye-i KaDune ve Hilye-i Hızriyye-i Cedide Sini zikredebiliriz
Bunlara ek olarak bir de, bazı süfilerin mükaşefe aleminde Hızırla zorla yaptıkları sohbetleri anlattıkları risalelere temas etmek gerek- Tipik bir örnek olarak, XVIII. yüzyılda Süleyman Nahifi’nin aldığı Risale-i Mükâleme’i Hızır aleyhisselâm başlıklı risale gösterilebilir. Nahifi burada bazı tasavvufi konular da Hızır’a soru sormakta, o da cevap vermektedir.
SONUÇ
Buraya kadar yazılanlara topluca bakılacak olursa, şu sonuca ulaşılabilir: Hızır yahut Hızır-İlyas kültü, her ne kadar İslâmi bir te melden kaynaklanıyor görünse de, iyice ve derinliğine incelendiği zaman, gerçekte olan yabancı ve değişik bir mahiyet arz etmektedir.
Hızır denilen insanüstü bir varlık etrafında meydana gelmiş bulunan bu kült esasta, Türkler’in ve diğer İslam milletlerinin katkılarıyla Müslüman kültürü çerçevesinde teşekkül ettirilen bir syncretisme’dir.
Hızır yahut Hızır-İlyas kültünün yüzyıllardan beri bu derece yaygın ve canlı kalabilmesinin temelinde hiç şüphesiz, yayıldığı her yerde eskiden mevcut benzer tipleri kendine uyarlayarak İslam milletlerinin mitolojilerindeki ortak çehresinin yanında, bölgelere ve kült ortamlarına göre değişen özellikler kazanmış ve küçük farklılıklar ortaya koymuştur. İnsanların tabii olan bir takım ruhi ihtiyaçlarına ve özlemlerine cevap verebilecek bir çehreyi böylece kazanan Hızır figürünün, tâbır caizse, kendine bağlanan insanların uzun bir tarih süreci boyunca dantel gibi ilmik ilmik örerek meydana getirdikleri bir tip olduğunu söylemek doğru olacaktır. Bunun en acık delilini ise, mutasavvıflar sade halkın tasavvur ettiği Hızır figürü ve fonksiyonları arasındaki farklar oluşturmaktadır. Daha açık söylemek gerekirse, tasavvuf çevreleri ile halk kendi zihni ve fikri yapılarına göre Hızır’a hususiyet kazandırmışlardır. Aslında Hızır gibi bir şahsiyet için bundan daha tabii bir durum olamazdı.
İşte bu yüzdendir ki, son bölümde görüldüğü üzere, Hızır yahut Hızır- İlyas kültüne iştirak eden Türkler ve diğer İslam toplumları uzun bir tarih devresinde ortaya koydukları edebi mahsullerinin, çeşitli türlerine de yukarıda işaret olunan gerçeğe uygun bir biçimde inançlarını yansıtmışlardır.
Hal böyle olunca, bizce önemli olması gereken, böyle bir figürün gerçek dünya ile yahut İslam inançları ile ne ölçüde bağdaşıp bağdaşmadığı değil, bu figür etrafında teşekkül eden kültün Türkler ve diğer Müslüman halkların tarihleri boyunca onların ruhi ve içtimai hayatlarında oynadığı ve oynamakta olduğu mühim roldür. İşte eldeki bu çalışmada meseleye bu bakış açısından yaklaşmaya bilhassa özen gösterilmiştir.
“Görülüyor ki kıssada dikkati en fazla çeken husus, âyet metinlerinde HIZIR veya başka herhangi bir isme rastlanılmamasıdır.O halde âyetlerde sadece “Kullardan Bir Kul” diye nitelendirilen bu esrarengiz şahsiyetin Hızır olduğuna nasıl hükmedilmiştir?”
“Ona göre kıssanın başlıca üç kaynağı vardır: 1) Gılgamış Destanı, 2) İskender Efsanesi, 3) Yahudi Efsanesi”
“Bizce, Hızır’ın eski bir Bitki Tanrısının İslamileştirilmiş şekli biçiminde kabul edilmesi, bahar ve yaz bayramlarının, taşıdığı lakaptan dolayı zamanla Hızır kültü ile birleştirilmesinin sebebiyet verdiği yanlış bir değerlendirmedir”
“Yeşil anlamına gelen bu lakabından dolayı Hızır’a Şiilik’te üstün bir mevki tanınmıştır. Zira bilindiği gibi yeşil renk hem genel olarak İslâm’ın dini rengi, hem de Hz. Ali sülalesinin ve dolayısıyla Şiiliğin mukaddes rengidir. On ikinci İmam Mehdi de, halen inanıldığına göre, Beyazlık Denizi’nin ortasındaki Yeşil Ada’da ikamet etmektedir.”
“Tasavvuf çevrelerinde yazılan kaynaklar Hızır’ı daha çok Veli, bu çevrelerin dışındakiler ise bir nebi olarak kabul etmişler- bir. (Hızır’ın adeta Buda menkıbesini hatırlatan çok ilgi çekici uzun bir menkabesi anlatılır).”
Âyet ve hadiste bu hususta hiçbir emare bulunmamasına rağmen… Ayrıca tasavvuf çevrelerinin de Hızır’ın ebedi hayatta olduğu inancını benimsemiş olması, mes’eleyi canlı tutmuştur”
“Başta Buhari olmak üzere Ahmed Ibn Hanbel, İbn’ül Esir.İbnu’l-Cevzi, Nevevi ve Ibni Kesir gibi ileri gelen ulema Hızır’ın ebedi yaşadığı inancını şiddetle reddederler. “Biz senden önce de hiç bir insana ölümsüzlük vermedik” (Enbiya 21/34)
Hızır’ın ebedi yaşayacağını kabul edenler.
“Ulemâdan ziyade mutasavvıflar ve halk arasında yaygın olan fikir budur. Ama Ulemâ arasında da bazan bu görüşü paylaşanlara rastlanılmaktadır. Bunların genel olarak Sufi çevrelerle temasta olan Ulemâ olduğu söylenebilir”
“Hz. Ali’nin vefatında gelip cenaze merasimine katılmış ve Ehl-i Beyt’e başsağlığı dilemiştir. Hz. Hüseyin şehid olduğu zaman, arkasından mersiye okumuştur. Bütün bu inançlar, Hızır’ın üzüntülü ve felaketli günlerde peygamber sülalesinin temsilcisi olduğuna inanıldığını gösterir”
İbn Kesir de aynı şekilde bu tip hikâyeleri özetledikten sonra.bunların en çok Nevf b. Fudâle el-Bekkäli ve Ka’bu’l Ahbâr gibi Yahudi asılli râviler tarafından rivayet edildiğini bildirir; tenkitlerini yaparak bunlara inanılmamasını özellikle tekrarlar.
“Tasavvuf çevreleri İlyas Peygamber’e. Hızır’a verdikleri önemin yarısını bile vermemişlerdir.”
Üstelik, ayetlerde İlyas’ın iki defa ismen zikredilmesine karşılık. Hızır adının bir kere bile kullanılmadığını bir defa daha hatırlamak lazımdır.”
“Mesela Muhyiddin ibn Arabi, birçok defa Hızırla konuştuğunu anlatır ve bunları maddi alemde cereyan eden olaylar gibi tasvir eder.”
“Gazâli ehl-i keşfin Hızır’ı çıplak gözle diğer insanlar suretin- de görebileceğini belirtir.”
“İmam Rabbâni de Hızır ve İlyas’ın kendini görmeye ruhani şekilde geldiklerini ve Hızır’ın ruhani olarak kendisiyle sohbet edip İlyas’ın bir şey söylemediğini hikaye eder” (Bakınız Mektubat,.468)(s.85,15 Nolu dipnot)”
“Hızır, gerçek fizyonomisini değiştirebilme, sonsuz değişik kalıplarda görme kabiliyetine sahiptir. İhtiyar ve genç bir adam, bir çocuk olabilir, kuş ve tavşana varıncaya kadar çeşitli hayvan biçimlerine de girebilir (Bk. Kuşeyri, Gazzâli, Attar) Göz yumup açıncaya kadar uzak mesafeleri aşabilir (Kuşeyri). Yardımına ihtiyaç duyulduğu zaman, hiç umulmadık bir anda görünüverir ve işini bitirir bitirmez, yine öylece aniden kaybolur. (Bk. Bir çoklarıyla birlikte Hucviri). Tabiattaki varlıkları kendi emrine alabilir, onları kendi hizmetinde kullanabilir (Bir çoklarıyla birlikte Hucrivi). Ölü insanları diriltme kabiliyetine maliktir (Bk.Menâkıb-ı Mahmud Paşa). Havada, boşlukta yürüyebilir; su üstünde batmadan dolaşabilir (Bk Serrac, Ibn ül Arabi ve birçokları) İşte şu sayılan fevkalade kabiliyetler, yahut tasavvufi deyimle kerametler, Hızır’ın daha ziyade bir veli hüviyetinde düşünüldüğünün en açık alametlerindendir. Şüphesiz tasavvuf çevrelerinin Hızır’a verecekleri sima da bundan başkası olamazdı.”
“Hemen her mutasavvıf zimnen de olsa, Hz. Musa yanında Hızır’a daha üstün bir mertebe tanıdığını ima eden ifadeler kullanmaktan çekinmez. Çünkü onların nazarında Hz. Musa Şeriatı, Hızır ise, tasavvuftaki en üst mertebeyi, yani Hakikati temsil etmektedir.(Bilindiği gibi Hz. Musa Kur’an-ı Kerim’de anılan peygamberler arasında “Altı Büyük Peygamber” (Ulu’l-Azm)’den biri olarak yüksek bir mertebe işgal eder. Ayrıca “Kelimullah’ (Allah ile konuşan kişi) lakabını almıştır. Buna rağmen Onun Hızır karşısında ikinci derecede tutulması, gerçekten Hızır’ın mutasavviflar arasındaki mevkiini son derece iyi anlatan bir durumdur
“Hızır’ın bu fonksiyonunun, kısmen farklı biçimlerde olsa bile; Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta İlya tarafından ifa edildiğini görüyoruz… Mesih’in yeryüzüne gelişinden üç gün önce İlya ortaya çıkarak onun için hazırlık yapacaktır. (Şiilikte Hızır’ın bu fonksiyonu imam telakkisi arasındaki yakınlık dikkati çekiyor. İmam da Hızır gibi ilahi kaynaklı bilginin sahibidir ve bunu mü’minlere aktarmakla görevlidir.”
“Böylece tasavvufta bir (HIZR-I ZAMAN) (zamanın Hızır’ı) terimi kullanılmaya başlandı.”
“Mesela Abdülhalik Gucduvâni (öl.574/1179)’ye gençliğinde tasavvufu öğreten ve zikr-i hafi’yi gösteren odur. Ahmed Yesevi Yi çocukluğundan beri yetiştiren Hızır olmuş, Yeseviliğin temel erka nından Zikr-i Erre’yi o öğretmiş ve bu zikir bütün Yesevi silsilesi nin virdi olmuştur. Yine Yesevilikteki tarikat asası da Hızır’dan intikal etmiştir. Celvetilikdeki Hızır kıyamı Zikri, aynı şekilde Hızır’ın Aziz Mahmud Hudâi’ye talimatı neticesi erkandan sayılmıştır.”
“İşte Hızır’ın tasavvuf kaynaklarında tesbit edilebilen bu fonksiyonları top yekün mütâlea olunduğunda, Kitab-i Mukaddes ve sonra İlya figürünü bir daha hatırlamamak kabil değildir. Tıpkı mutasavvıflara görünerek onlara ilahi hikmet ve sırları açıklayan Hızır gibi, İlya da zaman zaman Yahudi mistiklerine görünmekte, gizli hikmetleri ve sırları bildirmektedir. Yahudi mistikleri de mutasavvıflar gibi yollarda ve çöllük yerlerde İlya’ya rastladıklarını ve ondan bir takım gerçekleri öğrendiklerini söylemektedirler.
YAYINCININ NOTU(Bu Yazı Aynı Zamanda Ercüment Özkan Tasavvuf ve İslam Kitabındada alıntılanmıştır.Not Ercüment Özkan’a aittir)
İslam hariç. Zerdüştilik’ten Hristiyanlığa, Budizm’den Yahudiliğe, Eski Yunan dinlerinden Şamanizm e kadar bütün dinlerin müşterek kültü halindeki Hızır kültü alıntı yaptığımız kitapta etraflıca incelenmiştir. Kur’ân’ın hiç bahsetmediği, yaşamamış bir mefhum (vehmedilen, kuruntu ürünü bir kişiliğin) Müslümanların inançlarını nasıl kanser gibi sardığını ve sahih ne varsa hepsini devreden çıkarıcı bir rol oynadığını rahatlıkla görmek mümkündür. Bu kuruntu ürünü kişiliğe hayat veren ve hayatiyetini devam ettirmeyi baş görevi bilen de sufi zümresidir Dinimizin aslını alıp yerine sahte kavramlar, uydurma kavramlar koyanlar tanıyınız ve sakınınız. Hüsrana uğrayanlardan olmak istemiyorsanız Kur’an’a sarılınız Orada ne Hızır, ne Mehdi ne de tasavvufun biçimlendirdiği Veli vardır.
Kur’an’da yalnızca İslam vardır ve Allah’ın Razı olduğu din yalnızca İslam’dır. Arındırınız kendinizi İslam dışı kült ve kültürlerden, inançlardan, amellerden… Yalnız saf İslam kalana kadar.
* İslam Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-ilyas Kültü: Ahmet Yaşar Ocak Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay:54. Seri:


