Kavram

İDEOLOJİ/DİN-DEVLET

İdeoloji, insan ve toplumun geliştirdiği, insan, toplum ve evrene ilişkin kapsamlı, bilişsel ve ahlaksal inanç sistemlerinin bir biçimidir.

Daha dar kapsamlı bir tanıma göre ise ideoloji, belirli bir biçimde düşünmeyi ve davranmayı haklı çıkarmak ya da davranışları belirli bir biçimde etkilemek işlevini taşıyan inanç, tutum ve düşünceler demetidir.

Genellikle ideolojilerin en kapsayıcı olanlarına “dünya görüşü” denir. Dünya görüşü, aynı zamanda bir total {tümel} ideolojidir. Ayrıca, ideolojilerin kapsayıcılığı ve etkenliği zamana ve koşullara göre değişebilmektedir. Dinsel ya da ulusal nitelikte bir ideoloji, belirli bir dönemde, insanların tüm düşüncelerini, inançlarını, tutumlarını etkilese de, yani tümel bir ideoloji karakterini kazansa da, dinsel ya da ulusal ideolojilerden biri olmakla maluldür. Başka ulusların ya da toplumların farklı şartlarından neşet eden benzer ideolojilerle birlikte yaşarlar.

Görüşlerin, akidelerin {itikatlerin}, düşünce akımlarının ve siyasal-toplumsal programların, ideolojilerden ayrı düşünülmesi gereken kapsamlı düşünce ve inanç sistemleri olduğu bir gerçektir. Ancak, bunlarla ideolojilerin hepten ilgisiz olduğunu söyleyebilmek de mümkün değildir.

Din ise, doğru veya yanlış, yaşanılan hayatın üzerine kurulu bulunduğu esasları ve buna bağlı olarak konulan kuralları, tutulan yolu ifade eden bir kavramdır. Ve Kur’an’a göre din, bir yaşam biçimi, bir hayat tarzıdır. Hayatın bütünselliği içinde her alanda insanlara yön veren akide, akideden neşet eden kurallar sistematiği ve yöntemdir din. Her dinin bir itikadı ve bu akideden kaynaklanan bir düzeni vardır. Dolayısıyla geniş anlamıyla ideoloji de bu bağlamda bir dindir. Aynı zamanda din, her ne kadar ideoloji gibi insan kaynaklı olmasa da bir ideolojinin bütün işlevlerini içinde barındırır. Ama din, kapsamı ve niteliği itibarıyla sadece ideoloji değildir. Her ne kadar Batı düşünce tarihinde yaşanan reaksiyoner bir süreç sonucunda Batı kültüründe din kavramında bir anlam kayması yaşanmış ve din vicdanlara sıkıştırılmaya, hapsedilmeye çalışılmışsa da bu durum gerçeği değiştirememiştir.

Dolayısıyla insan, hayat ve evren gerçeklerine anlam kazandıran ve bunlar arasındaki ilişkiyi en doğru bir şekilde ortaya koyan dinin, iktidarsız olabileceğini, hayata müdahalesinin olmayacağını düşünmek mümkün değildir. İktidar dendiğinde ise ilk akla gelen kavram devlettir.

Devlet, belirli bir ülkesi olup, bir hükümet yönetimi altında örgütlenmiş bulunan ve yurtdışı hiçbir denetlemeye tabi olmayan, benzerleri tarafından tanınan siyasal ve bağımsız bir topluluğu ifade etmektedir.

Hukuk kurallarına göre devlet ise; İnsan topluluklarının belirli bazı kriterlere uymak suretiyle siyasi bir varlık olarak yaşamalarıdır. Bu kriterlere göre, klasik olarak bir devletin: a} Nüfusunun bulunması, b} Toprağının bulunması, c} Kamu organizasyonu ve düzeninin kurulmuş olması gerekmektedir. Bunlara ilaveten, bir devletin, diğer devletlerce tanınması ve uluslararası ilişkileri yürütmeye başlaması ve bağımsız olması da önemli kriterlerdendir.

Detaylarına inilmeden ortaya konan yukarıdaki ideoloji/din ve devlet kavramlarının tanımlarından da kolayca anlaşılabileceği gibi, hayatı kapsayıcı bir dine/ ideolojiye sahip insanların, insan topluluklarının oluşturduğu bir organizasyonda, bir yapıda dinin, ideolojinin etkili olmaması, hatta o devlette belirleyici olmaması mümkün gözükmemektedir. Zira, insanın, insan topluluklarının hayata bakışları, itikatleri onların hayatlarına yön verirler; düzenlerinin, kurallarının ve dolayısıyla yöntemlerinin belirlenmesinde en üst referanslarıdır dinin/ideolojinin temelleri, temel kaynakları… Aksi takdirde, hayatı kompartımanlara ayırmış ve hayatın bölümlerinin birbirini etkilemesini reaksiyoner bir yaklaşımla istemeyen bir tipoloji ile karşı karşıya kalırız ki bu hastalıklı bir insan modelini oluşturur.

İslami düşüncenin temel ilkeleri bağlamında gerçek bu kadar yalın iken, en azından bu konuda çok net gözükürken, öyleyse İslam dünyasındaki dinsiz/ideolojisiz devlet, yönetim modeli iddiaları nereden kaynaklanmaktadır?

Bilindiği gibi, İslam dünyasında din-devlet ilişkileri, daha belirgin bir ifadeyle “laiklik” tartışmaları, ilk olarak, Ali Abdurrazık, tarafından Mısır’da başlatılmıştır. Ve Ali Abdurrazık bu düşünceleriyle İslam ile modern devlet arasındaki ilişki konusunda zorlananlara ciddi tartışmaları beraberinde getiren bir kapı aralamıştır. Kur’an bütünlüğü çerçevesinde ne kadar temelsiz olursa olsun, Ali Abdurrazık, bu iddiasıyla “Hilafetin Kur’an, Sünnet ve İcma’da bir dayanağı olmadığını” ileri sürüyor ve adeta “iktidarsız bir İslam, modern dünyayla uzlaşabilecek bir müslüman modelinin olabileceğini” ortaya koymak istiyordu.

Ona göre, “İslam dini tamamen ruhi ve manevi bir dindir, onun dünya işlerine ait hüküm ve icra ile hiçbir alakası yoktur. Hz. Peygamber’in de savaşlarını, dini tebliğ etmek, onu insanlara hür bir ortamda ulaştırmak için değil de, hükümranlık uğruna bir devletin yöneticisi sıfatıyla yaptığını, söylemekte dince bir sakınca yoktur. Peygamber dönemine ait devlet ve yönetim sistemi hakkında açık kesin hiçbir bilgi, hüküm yoktur; aksine şaşırtıcı bir kapalılık, tutarsızlık, eksiklik ve boşluk vardır. Dolayısıyla Peygamberin görevi, yönetimin ötesinde, yalnızca dini tebliğ etmek ve yaşayarak öğretmekten ibaretti. Bir başkan seçmek, toplumun din ve dünya işlerini idare edecek birini başa getirmek gibi hususların ümmetin dini borcu olduğuna dair bir icma yoktur. Kaza {Adalet}, dini bir görev değildir. Peygamberden sonraki Ebu Bekir’in ve onu takip edenlerin yönetimleri, dini bir liderliğin bulunmadığı yönetimlerdir. Bundan sonra da tasavvur edilecek yegane liderlik ve başkanlık, peygamberlikle bağlantısı bulunmayan bir başkanlıktır ve buna dense dense din dışı, dinle ilgisi olmayan bir başkanlık denilebilir…

Hilafetin ilgasından hemen sonra ortaya çıkan ve günümüzde de daha güçlü donanımlarla karşımızda bulunan bu iddiaların zamanlamasının tesadüfi olduğu da söylenemez. Ve İslam’ı, laik düşünce çerçevesinde çembere almak isteyen bu anlayışın arkasındaki adresi tespit etmenin zor olmadığı da bir gerçektir.

Bunlara göre, “İslam’da din ve siyasetin birbirinden ayrılmaz” olduğunu iddia eden görüş, siyaseti, öncelikle hilafetle, sonra da tarihte görüldüğü gibi despotik rejimlerle {saltanatla} ilişkilendirmektedir. Oysa bu değerlendirme tamamen temelsiz ve reaksiyoner bir düşüncenin ürünüdür. Zira, İslami ilkeler çerçevesinde oluşturulacak tevhidi düşünce temelli bir siyasal sistemin tarihteki sapkın örneklerle özdeşleştirilmesi girişimi, İslam’ın iyi kavranamadığının açık bir göstergesi değilse, ancak, belirli bir amaca yönelik manipülasyon çabalarının sonucu olabilir. Din ile siyasetin tevhid gereği birbirinden ayrılamayacağı, bir müslümanın hayatının her bölümünün tevhidi bir itikad üzerine kurulu bir sistemin bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Bu konu Kur’an’da bir yönetim modeli ortaya konmadığı, dolayısıyla başka felsefi temeller üzerine bina edilen modellerle İslam’ın uzlaştırılacağı şeklinde algılanırsa bu büyük bir yanlışı beraberinde getirir. Çünkü, tüm ideolojilerde ve dinlerde düzen {rejim}, inanç prensiplerinden neşet etmektedir. Onu çağa ve şartlara uygun bir şekilde, sistem olarak insanlığa sunmak, o dinin/ideolojinin müntesiplerinin görevlerindendir.

Devlet kurmak, müslümanların dini görevi olmaktan ziyade, sadece siyasi erdemin koşullarına bağlı eylemden ibaret” ise, bir yaşam biçimi olan İslam’ın bir sistem olarak beşeri sistemlere, hakim güç lehine, meşruiyet kazandırıcı bir ahlaki yapı olarak işlevini yerine getirmesi mi istenmektedir? Bu sorumuza, “Peygamberin siyasi olmaktan ziyade manevi bir lider olduğunu” iddia ederek cevap verenlerin, özde İslam’ın Tevhid ilkesi ile çatıştığı bütünsel bir din anlayışından başka zeminlere doğru kaydıkları çok rahatlıkla söylenebilir. Aslında, bu çarpık yaklaşımdan hareketle, “İslam’ın da tabiatı gereği laikliğe uygunluğundan” söz edilmek isteniyorsa, bunun, dinin radikal olarak yeniden yorumlanması anlamına geleceği de unutulmamalıdır. Zaten, bu yönde, tevhidi temelden koparılmış, Kur’an’î ilkelerden bağımsızlaştırılmış bir din oluşturma/ kurgulama çabalarının yoğun bir şekilde devam ettiği bilinmektedir. Öyleyse bu tür iddiaların arka planını iyi araştırmak zarureti bulunmaktadır.

Mezhebi, tasavvufi, vb. bağlamdaki “dini fanatizmin, herhangi bir insanın Allah adına sözcülük yapmak, Kur’an’î yorumlama hakkının sadece kendisinde olduğunu iddia etmek gibi sapkınlıklarının önüne geçme kaygısıyla, iyi niyetle ortaya konan ve tamamen İslam düşüncesi çerçevesinde, herhangi bir siyasi güce, yapıya şirin gözükmek kaygısı taşımayan düşünceleri ciddiye almakla beraber, bu iddiaların ardındaki gerçekleri iyi görmek gerekmektedir. Bu gerçeklerden birincisi, içinde yaşanılan baskı ortamından çıkış arzusu ve bu bağlamda sözde bir ara formül arayışıdır. Bir başka ifadeyle, ilkeli ve uzun soluklu bir mücadeleyi sürdürme gücünü kendinde bulamayan birey ve toplulukların “ökçeleri üzerine” geriye dönüş manevrası, mevcut siyasi yapıyla uzlaşma arzusunun deklare edilmesidir. İkincisi ise, Batı düşüncesinin, özellikle de modernizmin açmazlarından çıkış arayışında olan ütopik bir ideolojinin, postmodern söylemin insanımıza bulaştırdığı bir düşünsel hastalıktır. Ve içinde bulunulan şartların mutlak belirleyiciliğini {ilkesel anlamda belirleyiciliğini} kabullenmiş bireylerin veya hareketlerin bir yaklaşım biçimi, genel anlamda bir sapmanın bir sonucudur. İslam’ı bir hareketin, ancak, mevcut şartları Tevhidi bir düzlemde değiştirebilmeyi/dönüştürebilmeyi hedeflediği oranda İslamiliğinden söz edilebileceği gerçeğini hatırlarsak, buradaki sapkınlığı teşhis edebilmemiz çok daha kolaylaşacaktır.

Öyle ki, konjonktürün de etkisiyle, mevcut sistemlere hakim güçler, böyle bir devleti amaçlarına uygun görebilirler; ya da ilkeleriyle, temel çıkarlarıyla çelişmeyen böyle bir yapılanmayı, kendi sistemlerine güvenleri oranında, geçiş dönemi olarak kabullenebilirler de. Çoğu zaman, bu anlayıştaki sistemler, söz konusu mentaliteye sahip bireyleri veya toplulukları sistemlerine entegre etmekte güçlükte çekmezler. Hatırlanmalı ki, laikliğin etkin olduğu sol uçta, İslam, bir din olarak bütünüyle reddedilmekte, bunun biraz sağından itibaren ise İslam, “din” olarak kabul edilmesine karşın, kamu yaşamı için rehber olarak kesinlikle reddedilmektedir. Radikal İslamcılığın hakim olduğu kesimde ise, hem din, hem de ideoloji olarak İslam’ın, bir bütünselliği, bir yaşama biçimi olduğu ısrarla vurgulanmaktadır.

Bu arada, ilk bakışta, haklı kabul edilebilecek kaygılarla yönetimi, düzeni, devleti dinden ayırmaya çalışanların bulunduğu da bilinmektedir. Bunlar, reaksiyoner bir yaklaşımla, bazı mezheplerin, idarecinin meşruiyetinin ima yoluyla da olsa ilahi mesajdan kaynaklandığını iddia etmelerini örnek göstererek halkı meşruiyet kaynağı olarak ilan etmek suretiyle dini fanatizmin önüne geçmek istemektedirler. Oysa, bu yöntem, ulaşmak istedikleri amaç için hiç de uygun bir yol değildir. Ayrıca, bu yaklaşım, siyasi olarak İslam düşmanlarının istismar edip. yola çıkarak Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde kavramaya çalışan hiçbir müslüman, seçtiği yöneticinin Allah tarafından tayin edildiğini ve ona itaatin bir zorunluluk olduğunu iddia edemez. Bir müslüman nasıl, kendi ihtiyarıyla, teslim olduğu dinin temel inançlarına, emir ve yasaklarına uymakla müslüman kimliğini hak ediyorsa, müslümanların yöneticisi konumundaki şahıs da aynı yükümlülüklerle bağlı olmak durumundadır. Aksi takdirde, halkın, onu {hevâ ve hevesine uyarak veya başka nedenlerle} meşru görmesi İslam bağlamında bir anlam ifade etmez. Bu durum, ancak başka sistemlerde söz konusu olabilir. Nitekim konu yukarıdaki gibi anlaşılmadığı takdirde, “Siyasal otoritenin meşruiyet kaynağı din olarak kabul edilirse, insanların her şartta o siyasal otoriteye itaatleri de dinin bir icabı haline gelir” iddiasını anlamak zorlaşır. Aynı zamanda, Peygamberlerin takip ettikleri siyasetin kaynağının getirdikleri ilahi metinler olduğu da tartışmasız bir gerçektir. Bu çerçeve içerisinde peygamberlerin içtihatlarının varlığı konuyu başka alanlara kaydırmak isteyenlere kesinlikle gerekçe olamaz.

Adaleti sağlama, iyi olanı geçerli kılıp kötü olanı ortadan kaldırma, görevi liyakatli olana verme, servetin belirli ellerde dolaşmayıp yaygınlaşması, şura vb. yönetim ilkelerini insanlığa sunan ve belirli bir metodoloji içinde bunları yaşayarak gösteren, “en güzel örnek” sıfatına layık görülen peygamberlerin mücadele süreçlerinin farklılığı örneklik olarak karşımıza bazı değişik uygulamalar çıkarsa da, temel ilkelerde birliğin çok açık bir şekilde ortada olduğu bir gerçektir.

Dolayısıyla, yukarıda anlatmaya çalıştığımız bağlamda konu düşünülürse, “Ümmeti oluşturan cemaatlerin otoritesini Allah’ın otoritesine karşıt bir konuma yerleştirmek de yanlış olacaktır.” Zira, İslam düşüncesinde, “Allah’ın hükmü ve otoriterliği”, siyasi anlamda, insanın yeryüzünü imarı, bunun için gerekli olan ve Allah’ın emirleri çerçevesinde yöneteceği bir organizasyonu kurması konusunda Allah adına “halifelik” yapması, hükmün ise, “Toplumun hükmü ve otoritenin ve İslam toplumundaki hükmün müslüman cemaatlere ait bulunması arasında da bir zıtlık söz konusu değildir.

Batı düşüncesinde kavramlaştırılan dinden farklı olarak, Allah indinde yegane din olan İslam’ın Tevhid temeli üzerinde yükseldiğinde hiç kimsenin şüphesi olmaması gerekir. Tevhid ise, birleme, birlik demektir. Ve İslam’a göre referans noktası, belirleyici bilgi kaynağı Kur’an’dır. İtikadın, itaatin, ibadetin tek merkezi de Allah {c. c.}’dir. Böyle bir sistemde Allah’ın karşısına ibadetten ziyade itaatte, doğrunun ve iyinin ölçüsünde başka bir güç, başka bir referans noktası çıkarılmaya cüret edilirse tevhid ortadan kalkar. Kur’an’daki genel prensiplere, siyasi, ekonomik ve toplumsal kurallara rağmen, “İslam bir yönetim modeli ortaya koymamıştır” diyerek konuyu başka zeminlere çekmek iyi niyetle bağdaşmaz. Üstelik bununla da kalınmayarak, felsefi arka planları çok farklı düşünce sistemlerinin parametreleriyle oluşturulan yönetim biçimleriyle İslam’ı uzlaştırmaya çalışmak ise kelimenin tam anlamıyla bir sapkınlıktır.

Daha Fazla

İktibas Çizgisi

İktibas Çizgisi Yönetici

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı