
Suriye’nin İdlib şehrine “yılbaşı” dört yıldır uğramıyor. Orada yıllar değişmiyor. Yılbaşı diğer diğer zamanlardan farklı değil. Bu bayram, kutlama ile diğer günler arasında bir fark yok. Yeni olan eskinin iki katı eski. Evet, bunu daha önce gördük ama bugün daha korkunç. Oradaki tek özlü söz, tek keşif bu. Kandırmaca ve görmezden gelmenin eşlik ettiği savaş, şekillerin ve anlamların efendisi, zamanların tacı.
İdlib’teki 2,5 milyon insan, neredeyse bir soykırıma tabi tutuluyorlar. Bu soykırım taksit taksit gerçekleşiyor. Ancak sembolik anlamını göz kamaştırıcı: Ölenler, ölümün bir süreliğine açlığa, göçe ve soğuğa emanet ettiği kişiler Suriye’nin genelinden. Dolayısıyla, İdlib kim konuk kim ev sahibi ayrım yapmadan bütün Suriyelileri öldürüyor.
Son birkaç yıl boyunca Suriye’nin diğer bölgelerinden ölmemek, aç kalmamak ve saldırıya uğramamak için bu kuzeyli şehre itilenler bir şeyi gözden kaçırdılar.
Aslında kesilecek hayvanın şişmanlatılması gibi kurban edilecek bu şehrin nüfusunu artırmak için kullanıldıklarını gözden kaçırdılar. İşleri hemen halletmek isteyen bürokratların sevdiği gibi bir operasyonla bütün sorunları çözmek için burada toplandıklarını fark edemediler.
Bugün yaşananlar dünyanın gözü ve kulağı önünde gerçekleşiyor. Bizim de gözümüz ve kulağımız önünde gerçekleşiyor. Evrenin bazı bölümlerinin aralarındaki mesafeleri kısalttığı ve birleştiği doğru ama İdlib tek başına uzağa sürgün edildi. Bedenlerimizden ve duygularımızdan uzağa sürüldü.
İdlib, gerçekçi ölüm uzmanlarının tekrarladığı çıplak siyasi gerekçelere şu terk edildi:
Diyorlar ki “terör ve Nusra’dan kurtulmanın zamanı gelmedi mi!?”
Diyorlar ki “Beşşar Esed’in ulusal otoritesinin Suriye topraklarının tamamını kapsamasının zamanı gelmedi mi!?”
Diyorlar ki “Elbette, iki müttefik Vladimir Putin ve Ali Hamaney’in Donald Trump’a karşı mücadelede etkin konumlar elde etmeleri adalet hatta ilericilik değil mi!?”
İdlib’de hastaların hastaneleri bombalanıyor…
Öğrencilerin okulları bombalanıyor…
Ölümden kaçarak evlerini terk edenler, nereye gideceklerini bilemeyenler yanlarında yoksulların birikimleri olan birkaç basit eşyadan başka bir şey taşımıyorlar…
Peki yoksullar, hayatları boyunca yolun ortasında kırılıp yolu tamamlayamayan hurdalardan başka bir şey biriktirebilirler mi?
İdlib’de sivillerin karadaki hareketlerini, bombardımanlar ve varil bombaları takip ediyor.
Rus ve Esed uçakları, hobi olarak havadan avlanıyorlar.
Dünya mı!?
Suriye devriminin başlangıcından bu yana Rusya, Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkını tam 14 kez kullandı. Sonuncusu da İdlib’e yardımı engellemek içindi.
Ölümden kaçan yüz binlerce kişi, kilitli Türk kapısına yöneliyor. Ancak Recep Tayyip Erdoğan için Arap “kardeşler” yalnızca Kürt “kardeşleri” ezmek için müzakerelerde kullanmak için önemli.
Barış Harekatı operasyonunu tamamlamak için Suriye sahasının kaderini belirlemek Libya sahasına bırakılıyor. Buna göre Suriye’de ya gerilim azaltılacak ya da yükseltilecek. Ateşkesi çatışmalar ya da çatışmaları ateşkes takip edecek. Bu esnada, mültecilere işaret edip: Barbarlar kapınızda diyerek Avrupalılara şantaj yapmakta bir sorun yok.
Bu kez saldırıların ilk hedef aldığı bölge şehrin güney doğusundaki Maarat El-Numan’dı.
Evlerini ilk terk edenler Maarat el-Numan halkı oldu. Kendilerine yapılan “Vatanın kucağına dönme” çağrısına icabet edip döndüklerinde yüz bin kişiydiler şimdi ise birkaç binden ibaretler!
Suriyeli gazeteci Ahmed el-Ahmed, yakın bir zamana kadar Maarat el-Numan’da yaşayan kadın gazeteci Siham’dan şu sözleri naklediyor: “Orada yaşayan siviller için evlerini terkedebilmek bir lüks oldu. Evini terk edebilenler ve ailesini taşıyabilmek için bir aracı olanlar çok şanslı sayılıyorlar. Hala Maarat el-Numan’dan çıkmak için elinden gelen her şeyi yapan aileler var. Ancak, araç olmadığı ve özel araba sahipleri neredeyse tamamen enkaza dönüşen beldeye dönmekten korktukları için bunu yapamıyorlar”.
Suriyeli yazar Bekir Sıdkı ise insanlarla oynanan kanlı oyunlarla ilgili eski deneyimleri hatırlatarak şöyle diyor: “ Örneğin Halep’in doğusunda ve Doğu Guta’da, çok az oranda mülteci evine geri döndü. Bunun nedeni de rejim organlarının evlerine geri dönmek isteyenlere uyguladığı baskılar ve mültecilerin cehenneme yani Esed yönetimideki vatana(!) dönmek istememeleridir. Bu yıkılmış bölgelerin asıl sakinlerinin yerine siyasi, sivil ve mezhepsel anlamlarıyla istenilen (homojen) sıfatlara sahip yeni sakinler getirilebilir. Fakat bu da, söz konusu bölgelerin yaşamaya uygun bir hale gelmesi için yeniden inşa edilmesine bağlı. Bunun için de kendi krizleri içinde boğulmuş rejimin, Rus ve İranlı müttefiklerinin imkanlarını aşan büyük kaynaklar gerekiyor.”
Kim bilir belki de kötü insanların yaptıkları doğanın yapamadığı jeolojik gelişmelere yol açar. Örneğin, tonlarca Arap, tonlarca Kürdün yaşadığı yere taşınır. Biz de adların ve yüzlerin terk ettiği soğuk rakamlarla hesaplanan dengeler arasındaki savaşın görüntüleriyle daha fazla eğleniriz…
Bugün İdlib, vatanların ve halkların imkansızlığının deklarasyonudur. Ancak her şeyden önce ahlakın iflasının, ruhların, ümitlerin ve neredeyse her şeyin aptallaşmasının eş anlamlısıdır.
Bu savaşla, her birimiz daha kısa boylu, daha kısık sesli, yeni yılı kutlayan dünyaya katılmaya daha az istekli hale geldi….


