
İslam’da bireysel sorumluluk, kişinin Allah’a karşı olan kulluk vazifesi ve nihayetinde kendi amellerinden sorumlu olacağı gerçeği, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde ve Peygamber Efendimiz’in (SAV) öğütlerinde vurgulanır. Bu temel prensip, akrabalık bağlarının veya dünyevi makamların, ahiret azabından kurtulmaya yeterli olmayacağını açıkça ortaya koyar. Bu makalede, Fatiha Suresi’nin 5. ayeti, Bakara Suresi’nin 48. ve 255. ayetleri, En’am Suresi’nin 51. ayeti ile Peygamber Efendimiz’in (SAV) kızı Hz. Fatıma’ya yönelik sözleri ve Hz. Nuh’un (AS) oğluna dair ibretlik kıssası ışığında, ilahi adaletin evrenselliği ve kişisel sorumluluğun vazgeçilmezliği üzerinde durulacaktır.
Ayetlerde Vurgulanan Bireysel Sorumluluk
Fatiha Suresi’nin 5. ayeti olan “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz” (Fatiha, 1/5) cümlesi, kulluğun yalnızca Allah’a mahsus olduğunu ve yardımın sadece O’ndan bekleneceğini beyan eder. Bu, bireyin kendi çabasını ve samimiyetini ortaya koymasının önemini vurgular. Bakara Suresi’nin 48. ayeti ise, “Ve hiç kimsenin, kimse namına bir şey ödeyemeyeceği ve kimseden şefaat kabul edilmeyeceği ve kimseden fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği bir günden korkun. Ve onlara (size) sizden birine verilecek?” (Bakara, 2/48) buyurarak, kişinin kendi amellerinden sorumlu olacağını ve kimsenin başkasının günahını yüklenemeyeceğini net bir şekilde ifade eder.
Bakara Suresi’nin 255. ayeti, yani Ayetü’l-Kürsi, Allah Teâlâ’nın mutlak kudretini ve hakimiyetini beyan ederken, aynı zamanda O’nun ilmi ve otoritesi karşısında kimsenin şefaat edemeyeceğini hatırlatır: “…O’nun ilminden başka hiçbir şeyle kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplamıştır. Onların ikisini de korumak, O’na ağır gelmez. Ve O, yücedir, azamet sahibidir.” (Bakara, 2/255). Bu ayet, Allah’ın ilminin her şeyi kuşattığını ve O’nun izni olmadan kimsenin kimseye fayda veya zarar veremeyeceğini gösterir.
En’am Suresi’nin 51. ayeti ise, “Ve Rablerine döndürülecekleri hususunda onlarla korkut. Onlar için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. Umulur ki onlar, takva sahibi olurlar.” (En’am, 6/51) diyerek, kıyamet gününde Allah’a hesap vereceklerini hatırlatır ve O’ndan başka bir dost veya şefaatçi olmadığını belirtir. Bu, kişinin dünyada iken Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin gerekliliğini vurgular.
Peygamberin İkazı: “Babanın Peygamberliğine Güvenme!”
Peygamber Efendimiz’in (SAV) sevgili kızı Hz. Fatıma’ya yönelik şu sözleri: “Ey kızım Fatıma! Babanın peygamberliğine güvenme. Rabbine karşı kulluk vazifeni yap! Eğer Allah’tan nefsini satın alamazsan, vallahi senin namına hiçbir şey yapamam.” bu ilahi prensibin en çarpıcı örneklerinden biridir. Nebi soyundan gelmenin getireceği bir ayrıcalığın, kişinin kendi amellerinin yerini tutmayacağını açıkça ifade eden bu sözler, evrensel bir gerçeğe işaret eder: İman ve amel, kişinin kendi bireysel sorumluluğundadır.
Peygamberimizin kendi kızı dahi olsa, Allah’a karşı kulluk görevini yerine getirmesi ve kendi hesabını kendisinin vermesi gerektiği mesajı, İslam’daki eşitlik ve adalet anlayışının ne kadar derin olduğunu gösterir. Bu, ne soy sop ne de dünyevi mevki sahibi olmanın, Allah katında kişiyi tek başına kurtaramayacağının güçlü bir delilidir.
Hz. Nuh’un Oğlu: Akrabalık Bağlarının Ötesindeki Hesap
Hz. Nuh’un (AS) kıssası, bu gerçeği daha da pekiştirir. Nuh Peygamber (AS) gemiye binecek olanları seçerken, imana gelmeyen oğlunu çağrısına uymadığı için gemiye almamış ve sel sularına kapılmasına engel olamamıştır. Nuh Peygamber’in (AS) Allah’a yalvarması üzerine, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir amel işlemiştir. Öyleyse hakkında ilmin olmayan bir şeyi benden isteme. Ben cahillerden olmamanı sana öğütlerim.” (Hud, 11/46).
Bu olay, akrabalık bağlarının ne kadar güçlü olursa olsun, kişinin kendi imanından ve amellerinden sorumlu olduğunu açıkça gösterir. Hz. Nuh gibi bir peygamberin bile, kendi oğlunun kurtuluşu için Allah’ın emrine karşı gelemeyeceği, ilahi adaletin ve kişisel sorumluluğun ne kadar mutlak olduğunu kanıtlar. Oğlunun küfrü ve isyanı, onu babasının peygamberliğiyle bile kurtaramamıştır. Bu durum, Hz. Fatıma’ya söylenen sözlerle birebir örtüşmektedir: Babası peygamber olsa dahi, kişi kendi hesabını kendisi verecektir.
Sonuç:
Fatiha Suresi’nin 5. ayetinden En’am Suresi’nin 51. ayetine kadar Kur’an’ın işaret ettiği üzere, Bakara Suresi’nin 48. ve 255. ayetlerinin altını çizdiği gibi, bireyin Allah ile olan ilişkisi saf bir kulluk üzerine kuruludur. Peygamberimizin (SAV) Hz. Fatıma’ya yönelik ikazı ve Hz. Nuh’un (AS) oğluna dair yaşadığı tecrübe, bu temel prensibin somutlaşmış halleridir. Hiçbir akrabalık, hiçbir makam, hiçbir dünyevi yakınlık, kişinin kendi kulluk vazifesini yerine getirmesinin ve Allah’ın emirlerine uymasının yerini tutamaz. Her birey, kendi amellerinden sorumludur ve yalnızca kendi iman ve iyi niyetleriyle kurtuluşa erebilir. Bu, İslam’ın bireye verdiği değeri ve onun vicdanını ne denli önemsediğini gösteren en önemli mesajlardan biridir.
Sonuç olarak, Kur’an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) öğretileri, kişisel sorumluluğun evrensel bir ilke olduğunu ve kimsenin, ne kadar yakın olursa olsun, başkasının amelinin kefili olamayacağını öğretir. Her birey, kendi seçimleriyle ve fiilleriyle Allah’ın huzuruna varacaktır. Bu nedenle, Allah’a samimiyetle kulluk etmek ve O’ndan yardım dilemek, her müminin temel görevidir.

