GenelYazarlardanYazılar

İnsanın Dinini Sözü Değil Yaşam Tarzı Belirler

Geçmiş tarihi süreç içerisinde Hatem-ül Enbiya olan Hz. Muhammed’e kadar, belirli zaman aralıklarında fıtratı bozulan toplumlara Allah tarafından aynı mesajı içeren fakat değişik isimlerle anılan fakat kaynağı bir olan Kitaplar gönderilmiştir.

Ancak bunlardan bize kadar ulaşanların sayısı dörttür ve sırasıyla Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim’dir. İslam inancına göre, son Kitap olan Kur’an-ı Kerim hariç diğer üç kitap tahrif edilerek değiştirilmiş olup, orijinal haliyle günümüze kadar ulaşamamıştır.

Kur’an-ı Kerim ise; 15 Hicr 9. Ayetinin kendisinden önce gelen üç ayetin anlamları da dikkate alındığında, zikrin yani insanlığa öğüt olarak gönderilen Kur’an’ın ve bu vesileyle sözlü saldırılara maruz kalan Resul’ün fiziken Allah tarafından korunmuş olduğu anlaşılmaktadır.  Ayrıca Tür süresinin 2. Ve 3. Ayetlerinde de ifade edildiği gibi gelen vahiy anında ”işlenmiş ince deri üzerinde” yazıya dönüştürülerek bizzat Resul tarafından koruma altına alınmıştır. Keza sahabe tarafından da ezberlenerek toplumsal korunması da sağlanmıştır. Nebiden günümüze kadarda Arapça olan orijinal metninde hiçbir değişikliğe uğramadan bize kadar intikal etmıştır.

Fakat Nebi’nin vefatından sonra beşinci halife döneminde toplumsal yönetimin saltanata dönüştürülmesiyle hadislerin toplatılıp kayıt altına alınması ve mezheplerin kurulması süreci yaşanmıştır. Bu süreçte önceki kitap ehli dinlerde ki ruhban sınıfının işlevini gören bir Din adamları sınıfı yaratılmıştır. Oysa İslam dininde Allah’la kulları arasında böyle bir sınıf veya kurum olmadığı “Araf 3, Zümer 3, Ankebut 41, Müdessir 6-7, Hadit 27 ve daha başka ayetlerde açıkça bildirilmektedir.

Söz konusu sınıf; Allah’ın Kitap’ında ki Ayetleri için herkesin anlayabileceği şekilde açık, anlaşılır, mübin ve kolaylaştırılmış olduğunu defalarca vurgulamış olmasına rağmen bu ayetleri dikkate almamışlardır. Zaten okuma-yazma oranının çok düşük olduğu bir toplumda dinini öğrenmek isteyen Müslümanlara “Siz Kur’an-ı okusanız da tek başına anlayamazsınız. O’nda açıklanmayan eksik konular vardır, kafanızda ki her soruya cevap bulamazsınız. Dininizle ilgili Kur’an’da da eksik kalmış bütün bilgileri ancak bizden “bizim eserlerimizden” öğrenebilirsiniz şeklinde ikna ile toplumu Kur’an’dan tamamen kopararak uzaklaştırmışlardır.

Artık dini tebliğ yetkisini ve gücünü eline alan bu sınıf siyasi otoritenin de desteğini arkalarına alarak mezhepsel görüşlerini hadislerle destekleyen bilgilerle “Ehli Sünnet” dinini oluşturan eserler yazmaya başlamışlardır. Bu eserler güya Din’in daha iyi anlaşılması için yazılmış eserler olarak Kur’an’la birlikte hatta Kur’an’dan daha öncelikli kaynaklar seviyesinde kabul görmüşlerdir. Bu yeni açılımın sonucunda da içinde Kur’an’da bulunmayan ve mesajına aykırı birçok yeni hükümlerin yer aldığı “Ehli Sünnet” adı altında geleneksel yeni bir din İslam diye Müslümanlara dayatılmış ve hayata geçirilmiştir.

Çünkü bu eserlerde kullanılan Peygamber kavramıyla Nebiye’de Resul sıfatı yüklenerek hüküm verme hakkı tanınmış ve Din’e Allah’ın dışında yeni hükümler ilave edilmiştir. Böylece Allah’ın Din-i İslam; Tevrat ve İncil’deki gibi metin olarak değil ama Kur’an dışı yardımcı kaynaklarla beslenerek, yaşam tarzı olarak halkın yaşamında tahrifata uğratılmıştır.

Beşinci halife Muaviye’nin başlatmış olduğu saltanat döneminden sonra asırlardır İslam Dünyasında Müslümanlara Kur’an yerine bu yeni oluşturulan Geleneksel Din öğretilmiş ve İslam dini olarak yaşatılmıştır. Ahirette “Hesap Günü” yaşanacak olanlarla ilgili konuları ele alan Furkan Suresi’nin 30. Ayetinde kıyamet günü Hz. Nebi’nin; Ey Rabbim! Benim toplumum bu Kur’an’la bağlarını kopardılar şeklinde bugünleri işaret eden şikâyeti ele alınmaktadır.

Zuhruf Suresi 44. Ayetinde; “O (Kur’an) senin için de halkın için de bir öğüttür. Siz ondan sorulacaksınız.” Sözleriyle de bizleri Allah; Kur’an’ın dışında sorgulayacağı başka hiçbir kaynak bulunmadığını kesin bir dille uyarmaktadır.

Bütün bunlara rağmen gerek Kitap ehli olan Yahudi ve Hristiyanların gerekse Müslümanların kendi inançları üzerinde özgüven içerisinde oldukları oysa aslında telafisi mümkün olmayan bir yanılgıya düşmekte olduklarını söyleyebiliriz. Bu üç dinin mensuplarının ortak yanılgısı; hepsi de kendilerine Allah’tan elçiler vasıtasıyla gönderilen bir kitaba sahip olduklarını ve O’nun öğretileriyle inandıklarını, yaşadıklarını ve Cennet ehli olduklarını düşünür ve söylerler.

Söyledikleri gibi gerçekten Elçiler vasıtasıyla kendilerine gönderilen içeriğine insan eli değmemiş “orijinalliği bozulmamış” olan Allah’ın Kitab-ı ile amel edenler için zaten hiçbir sorun yoktur. Ancak biz biliyoruz ki Tevrat ve İncil için orijinallikten söz edilemez, Kur’an’da zaten bunun için gönderilmiştir. Dolayısıyla böyle düşünen Yahudi ve Hristiyanlar inandıkları din başka, yaşadıkları din başka oldukları için büyük yanılgıya düşmektedirler. Müslümanlar ise evlerinde sahip oldukları orijinal Mushaf’ları okuyarak, başka kaynaklara zihinlerini bulaştırmadan sadece buradan anladıklarını amel etmeleri halinde işte gerçek kurtuluşa erenlerin onlar olacaklarını Kur’an bizlere zaten müjdelemektedir. Bu hassasiyete riayet etmeyenler ise ne acıdır ki aynı Kitap ehlinde olduğu gibi tuzağa düşmekten kurtulamazlar.

Yani evlerimizde birer Mushaf’a sahip olmamız, bunun dışında okuduğumuz tefsirlerin, meallerin, ilmihallerin, altı hadis kitabının toplandığı Kütüb-i Sittenin, fıkıh kitaplarının üzerinde veya içerisinde İslam-i ifadeler yer alması bunların şeksiz şüphesiz iman-ı gerektiren Allah’ın kitabı olduğunu göstermez. Yaşadığımız Din’in inandığımız Din olduğundan emin olmak zorundayız. Bunun da tek şartı “iman” konusunda “hesap günü” sorumlu olduğumuz tek kaynağın Kur’an olduğu konusunda sabit ve kararlı olmaktır.  Aksi takdirde yaşadığımız Din bizi de diğer kendisini aldatanlar gibi hüsrana uğrayanlardan kılacaktır.

Her şeyin en doğrusunu Allâh-u Zülcelal bilir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı