GenelYazarlardanYazılar

JEO-STRATEJİK SAVAŞLARIN ÜRETTİĞİ “Enerji Sorunu”

Küresel güçler, değişen dünya ve bölge şartlarının bir gereği olarak ortaya koydukları projeler ve bunlarla paralel stratejik hamlelerle, kendi çıkarları ve egemenliklerinin tahkimi için harekete geçtiler… Değişik bölgelere yansıyan bu stratejik hamleler ve gündeme gelen operasyonların sonuçlarını, -2000’li yılların ilk çeyreğinde- giderek yoğunlaşarak görmekte, yaşamaktayız… Balkanlarda, “bağımsızlığı”nı kazanan malum Cumhuriyetlerde devam eden bu stratejik hamlelerin gündemdeki ayağı ise Ukrayna’nın, Rusya tarafından işgali… Rusya’nın diliyle, Batı yanlısı yönetimin “koşulsuz teslimi” ile birlikte gündeme gelecek müzakerelerle, bölgede yeni bir dengenin oluşturulması konuşulmakta ve tartışılmaktadır… Bu vesileyle de “ilkesel ve ahlaki” hiçbir kaygıya sahip olmayan ABD-İngiltere’nin stratejik hesapları ve AB’nin, -ne yapacağını bilmez dağınıklığıyla paralel- “enerji güvenliği” sorunu, savaş ile birlikte kapıya dayanmış durumdadır.

Savaş öncesi BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin, her birinin, kendi resmi sitelerinde yer alan/ilan edilen “anlaşma” (!?), “Nükleer silahların yayılmasına müsaade etmeyeceğiz” şeklinde okunması istenilmektedir… Ve bu çerçevede değerlendirilebilecek, ‘Rusya’nın gerekirse nükleer gücümü kullanırım’ açıklamasını doğru anlamlandırmak ve “yeni denge arayışı” sürecinde “nükleer güç” faktörünü ıskalamamak gerekir. Zira Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali süreciyle birlikte gerek ABD ve gerekse de Rusya, nükleer konusunda nasıl bir anlayışa sahip olduklarını ortaya koydular. Malum küresel güçlerden (ABD-İngiltere), ‘ya yaptırımlarla Rusya’yı durdurmak ya da 3. Dünya savaşı’ şeklinde konuyu çerçeveledi. Rusya ise yukarıda ifade ettiğimiz gibi, 2. Dünya savaşı sonrasında, bir şekilde ‘elde ettikleri avantajını’ kullanmaktan çekinmeyeceğini deklare etti. Ve bunları yaparken Rusya da diğer emperyalist güçlerin yaptıkları gibi, “algı yönetimi ve manipülasyon” tekniklerini kullanarak, ‘aslında Ukrayna’yı işgal etmediğini; Neo-nazi’lere karşı savaştıklarını, (Ukrayna) yönetimini değiştirerek bölgeye barış getirmek amacında olduğunu iddia etti. Aynı zamanda, işgaline mazeret oluşturmak üzere, ABD’nin birçok coğrafyada yaptığı gibi yalanlara başvurmaktan geri durmadı: Neymiş efendim, Ukrayna kimyasal ve biyolojik silah üretiyormuş!?. Üstelik tüm bunlar yaşanırken, “Hakkın/haklının güçlü” olduğunu savunacak bir “güç”ün/yapının da olmadığı dünyada, güçlünün haklı görüldüğü, -Batı referanslı- bir dünya düzeni/düzensizliği hâkim durumdadır.

Altını çizerek ifade etmeliyiz ki “büyük güçler” arası jeo-politik rekabetin, artık yeni bir evresine girilmiş gözükmektedir… Bu bağlamda, Rusya, nasıl ‘örtülü bir desteğe’ yaslanıyor ve söylem ve eylemlerinde “tehdit dili”ni öne çıkarıyorsa, ABD de ‘3. Dünya Savaşı’ hatırlatmaları yapılmaktadır… Bu bağlamda Rusya’nın, açık bir dille Batı’ya, ‘Ukrayna’ya yardım etmeyin yoksa konvansiyonel/klasik savaşın ötesine geçerim’ demesi, nükleer silahın caydırıcılığının ötesinde, BM Güvenlik Konseyi üyelerinin, bu silahı başka/stratejik amaçlarla da kullanabileceğinin çok açık bir örneğidir…

Başlangıçta kışkırtıcılığın ötesine geçmemekte kararlı bir duruş sergileyen ABD’ye bir süre sonra AB ülkeleri de dahil olmuşlardı… Ne var ki savaşın belirli bir aşamasından sonra -AB ülkelerinin büyük bir kısmının, bazı tereddütler yaşamaları ve “duruş”larını kısmen değiştirmeleri ise bu savaşın, “Avrupa Savaşı” çerçevesine genişlemesi tartışmalarını da gündeme getirmektedir… Ve bu durumun, yaptırımların ekonomik alanlarla sınırlı kalmayarak sosyal ve kültürel alanlara da taşınmasının bu konudaki tartışmaları daha da derinleştireceğinden şüphe yoktur…

Bahse konu tartışmalar çok boyutlu bir düzlemde devam ederken, özellikle, doğalgaz ve petrol boru hatlarının alternatif bir güzergahta gerçekleştirilebilir olması, -çok kısa bir dönemde olmasa da- Rusya’nın, ABD-İngiltere ilişkilerinde olduğu gibi Rusya-AB ve Rusya-Çin ilişkilerinin yeniden şekilleneceği bir süreci başlatması kuvvetle mümkündür… Aynı zamanda Ukrayna-Rusya savaşı etiketini ötesinde anlamlara sahip olan bu savaşın, başta AB ülkeleri olmak üzere bölge ülkelerinin hızla silahlanmalarının, kendi güvenlik ve gelecek kaygılarının daha da artacağı anlamına gelecektir… Savaşın bir başka yansıması da Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, eğer başarılı olursa, Çin’in Tayvan’ı ve Japonya’nın Kuril Adaları’nı da benzer gerekçelerle işgalinin gündeme gelme ihtimalidir…

EASTMED Boru Hattı Projesi’nin Çöküşü Ve Türkiye’nin…

Stratejik olarak vazgeçilemezliği bir kez daha netleşmiş oldu… Denilebilir ki Batı/ABD, Türkiye’nin stratejik öneminin farkında değil miydi?! Hiç şüphesiz farkındaydı… Batı açısından “bir proje devlet” olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, önce İngilizler’in, sonrasında da ABD’nin vesayeti altındaydı. Ve Batı, Türkiye’nin tarihi ve stratejik derinliğinin farkında olarak hareket etmesine uzun bir süre müsaade etmedi. Hem dışarıdan hem de içeriden Türkiye kilitlenmek istendi. Tâ ki değişen dünya ve bölge şartlarının alan açmasına kadar… Ki bu süreçte de malum “proje” ile Türkiye’yi kontrol altında tutmak için çaba gösterdiler… Ne var ki küresel güçlerin malum projeyi sahaya yansıtmak üzere belirledikleri stratejiyi değiştirmeleri, Türkiye’yi bir yol ayrımına getirdi. İşte bu yol ayrımı Türkiye’yi Batı’nın planlamalarının güçlü bir parçası olmaktan uzaklaştırdı. Her ne kadar Türkiye bunu, küresel sistem içinde meşruiyet arayarak ve sapkın ideolojisini koruyarak yapmak istese de Batı ve Batıcılar; bu süreci, “eksen değiştirmek” olarak yaftaladılar. Malum operasyonlarla dış müdahaleye uygun bir vasat hazırlayarak Türkiye’yi tekrar, eskiden olduğu gibi, kontrol etmek istediyseler de her geçen gün Batı’nın aleyhine gelişmeleri ortaya çıkardı… Türkiye, büyük risklere rağmen, değişen şartların ortaya çıkarttığı fırsatlardan yararlanmasını bildi… Ve bu süreçte Batı/küresel güç odakları, kısa zaman öncesine kadar “vesayet”leri altında olan Türkiye’nin bu çıkışını kabullenmek istemediler… Ne var ki küresel ve bölgesel düzlemdeki yeni denge arayışı sürecindeki “jeopolitik savaşlar”  Türkiye’nin önünü açıyor; ‘tarihsel ve stratejik derinliği’nin imkanlarını önüne seriyordu… Bu arada Batı/ABD’nin ve diğer küresel güçlerin (Rusya, Çin…), güya terörle/küresel terörle mücadele adı altında ortaya koydukları emperyalist amaçlı işgalleri de özellikle ABD açısından, bir sonuç vermedi… Irak-Suriye ekseninde Türkiye’yi istedikleri çizgiye getiremeyen küresel güçler, son zamanlardaki jeo-politik, jeo-ekonomik savaşlara paralel olarak Türkiye ile ilişkilerini yeniden değerlendirmek niyetinde gözüküyorlar; adeta buna mecbur durumdalar. Bu bağlamda, pandemi ile birlikte gündeme gelen jeo-politik savaşların yeni bir “denge” oluşturacağı bilinmesine karşın, özellikle ‘ABD-İngiltere’nin kışkırtmaları ve Rusya’nın, kısa erimli fırsatçılığı ile Ukrayna’nın işgalinin sonuçlarının, tüm tarafları, yeni bir değerlendirmeye zorlaması da kaçınılmaz gözükmektedir. Ki söz konusu olabilecek sonuçları üç boyutta ele alabiliriz…

Bunlardan birincisi, Asya-pasifik ağırlıklı olarak oluşabilecek yeni denge arayışının seyridir. Bu çerçevede Rusya-ABD, Rusya-Çin, Rusya-AB ve Rusya-Türkiye ilişkilerinin nereye doğru evrileceği hususu stratejik önemdedir. İkinci boyut ise jeo-politik savaşların bölgesel ve küresel ekonomiler üzerindeki yapısal etkileridir… Üçüncüsü ise ekonomiyle doğrudan bağlantılı olsa da ayrı bir başlık açmayı hak edecek düzeyde stratejik öneme sahip enerji sorunudur.

ABD-Türkiye ilişkilerinin yeni bir döneme girmesine neden olan küresel güçler/ABD’nin strateji değiştirmesi, malum Türkiye’nin komşuları ve körfez ülkeleri, Mısır ve İsrail ile ilişkilerini de etkilemişti. Afganistan, Dağlık Karabağ ve Kazakistan’da yaşananlardan sonra ise söz konusu ülkelerin Türkiye ile ilişkilerini düzeltme gereği duymaları manidardır. Keza ABD’nin, Doğu Akdeniz’deki doğalgaz ve petrol rezervlerinin paylaşımı, en önemlisi de bunların nakli ve Avrupa pazarlarına sunulması bağlamında gündeme gelen Eastmed Boru Hattı Projesi’ne verdiği desteği çekmesi de söz konusu ülkelerle Türkiye ilişkilerinin seyri konusunda bir işaret taşı olarak algılandı… Bu süreçte İngiltere’nin teşvik edici rolünü de unutmamak gerekir…

Bir anlamıyla ABD-İngiltere ile Rusya’nın savaşı olarak okunabilecek Ukrayna-Rusya savaşı sonrası petrol ve doğalgaz arz güvenliği, bunun küresel ve bölgesel ekonomiler üzerindeki etkisi yeniden gündeme geldi. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden geçirilerek Avrupa’ya ulaştırılması konusunun üst düzey temaslarla, hayata geçirilmek istendiğinden şüphe yok… Yakın geçmişe baktığımızda, değişik nedenlerle, enerji konusunda da stratejik öneminin farkında olunan Türkiye’yi dışlama çabaları ve ekonomik olmayan alternatif enerji hatları projelerinin sonuna gelinmiş gözükmektedir. ABD-Türkiye ilişkilerindeki sorunların düzelme sürecine girdiğine dair belirtiler, net bir şekilde gözükmese de ABD kaynaklı kronik sorunların, artık gündemde yeterince yer almaması nedenlerinin doğru değerlendirilmesi gerekmektedir. Keza kısa bir süre öncesine kadar Türkiye’ye yönelik düşmanca/ “sıkıştırıcı” tavırlarıyla öne çıkan AB’nin de çok net bir tavır değişikliğine mecbur olduğu bir dönemece girdiği söylenebilir… Ve Türkiye, yeni şartlara paralel olarak, Türkiye-ABD, Türkiye-Rusya ve Türkiye-AB ilişkilerini yeniden bir dengeye oturtmak zorundadır. En azından, kritik süreçleri geçene kadar Türkiye’nin, dikkatli olmak durumunda olduğu gerçekliğini tespit etmek lazımdır.

Savaşın seyri ve ABD-İngiltere’nin duruşu, bu süreçte, Rusya’yı yormak ve ekonomik olarak zor durumda bırakarak bir sonuca varılmak istenildiğini göstermektedir… Rusya’nın, güvenlik ve gelecek kaygısıyla meşrulaştırmak istediği iddiası ise, son gelişmelerle iyice temelsizleşmiştir. Ukrayna’nın NATO’ya üye olamayacağı ortaya çıkmasına rağmen halen Rusya’nın, -konjonktürel şartlardan yararlanarak- kabul edilemez şartlar öne sürmeye devam etmesi doğru okunmalıdır. Aynı zamanda bu süreçte, Çin’in tavrının ne olacağı, kritik konularda nasıl bir duruş sergileyeceği de savaşın gidişatının/sonucunun belirlenmesinde önemli olduğunu da unutmamak gerekmektedir.

Bir başka husus da bu jeo-politik savaş sürecinden Türkiye’nin nasıl bir sonuç çıkaracağıdır… Bu çerçevede, sistem içindeki tartışmaların doğru değerlendirilmesi için, Ukrayna savaşı örneğiyle birlikte de yeni dünya dengesi arayış sürecinin dinamiklerinin doğru okunmasının stratejik önemi bir kez daha düşünülmesi gerekmektedir. Ki bu okuma, Türkiye’yi de aşacak şekilde Müslümanların yaşadıkları coğrafya ve kendilerini İslam ile tavsif edenlerin geleceklerini de ilgilendirmektedir. Dolayısıyla küfür ve şirk sistemleri içindeki “sistem dışı, Tevhidi duruşları”nı bozmadan yapılmaya çalışılan “reel-politik” okumaların önemi de insanımızın gündemine gelebilecektir. Ve anlaşılacaktır ki Türkiye’nin stratejik önemi, sadece ABD-AB/Batı için değil, aynı zamanda kendilerini İslam ile tavsif etmelerine karşın ‘Nebi-Resüller’in çizgisinden uzak gruplar, örgütler ve sözde devletler içinde kritik bir anlam taşımaktadır…

2009-2011’den sonraki süreçte, küresel güçler/ABD’nin strateji değiştirmesiyle, denge politikaları ve sabırla kendi eksenini oluşturmaya çalışan (ılımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı Türkiye’nin geleceği, bölgenin, hatta geniş anlamıyla ‘belirli bir etki alanı’nın geleceğiyle de doğrudan bağlantılıdır. Bu gerçekliği unutmamak/ıskalamamak gerekmektedir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı