
Kabirde hayat varmıdır?
Soru : Kabir bizim için gayb olan bir yer ve durum olduğuna göre mesele itikat meselesi halini almakta ve insanlar birşeylere inandırılmaya çalışılmaktadır. Ancak ben Kur’an’da insanların yaşayacakları hayat olarak iki hayat görüyorum. Biri dünya diğeri ahiret hayatıdır. Kabir hayatı diye bir hayat tasvir edilmemiş. Yunus/64, Rad/26-34, Zümer/26, Fussilet/31 ve birçok ayetlere baktığımızda sadece dünya ve ahiret hayatından söz edilmektedir. Sizce ‘kabir hayatı’ var mıdır? Var ise delilleri nelerdir?
Cevap: Kabir hayatı insanın ölümü ile diriltilmesi arasındaki geçen zaman içinde bulunduğu haldir. Kabir iki metre karelik bir çukur değildir. Denize boğulup balıklara yem olanların, ateşte yanıp, yahut yakılıp kül olanların, feci bir patlama sonucu paramparça olup kaybolanların böyle bir yeri de olmayacaktır. Bunlarla mezar denilen mekanlarda yatanlar arasında Allah nezdinde hiçbir fark yoktur. Çünkü bunların cesetleri de bir müddet sonra çürüyüp yok olmaya mahkumdur.
Ölümle yeniden dirilme arasında geçen bu berzah alemiyle ilgili Kur’an’ın verdiği bilgiler şunlardır.
“Görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri yok ettik; onlar bir daha kendilerine dönüp gelmezler. Ancak hepsi toplandığı zaman huzurumuza getirileceklerdir.”(36/31-32)
“Sur’a üflendi, işte onlar kabirlerinden Rablerine koşuyorlar. Dediler; “Eyvah bize, bizi yattığımız yerden kim kaldırdı? İşte Rahman’ın vadettiği şey budur. Demek peygamberler doğru söylemiş. Sadece bir tek gürültü olur. Hemen onların hepsi huzurumuza getirilirler. O gün hiç kimseye haksızlık yapılmaz ve siz ancak yaptığınızın cezasını çekersiniz.”(36/51-54)
“Allah insanlara hiç zulmetmez, fakat insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar.
Onları bir araya toplayacağı gün sanki onlar sadece gündüzün, görüşüp tanıştıkları bir saati kadar kaldıklarını sanırlar. Allah’ın huzuruna çıkmayı yalanlayıp yola gelmemiş olanlar, en büyük ziyana uğramışlardır.”(10/44-45)
“(Kıyamet saati) başladığı gün suçlular, bir saatten fazla kalmadıklarına yemin ederler, işte onlar (dünyada da haktan) böyle çevriliyorlardı. Kendilerine bilgi ve iman verilenler derler ki, “And olsun siz, Allah’ın yazgısınca tâ yeniden dirilme gününe kadar kaldınız, işte bu da dirilme günüdür. Fakat siz bilmiyordunuz.”(30/55-56)
Yukarıdaki ayetler dikkatlice okunduğunda görülecektir ki insanların milyonlarca yıl kaldığı berzah aleminden, herhangi bir hatıraları yoktur. Acı ve tatlı herhangi bir şeyle karşılaştıklarına dair bir bilgi vermiyorlar, iddiaları, çok kısa olduğu yolunda. O kadar kısa bir zaman olarak vasıflandırıyorlar ki, kimi bir gün, kimi de o günden bir saat kadar bir zaman kaldıklarını söylüyorlar. Çünkü zaman canlılar içindir, ölü için zaman mefhumu yoktur. Bir başka örneğini Kur’an, Üzeyir (a.s)’ın yüzyıl uyutulması olayında ifade ediyor.
Ne kadar kaldığı sorulunca, “Bir gün veya bir günün yarısı kadar diye cevap veriyor. Eğer kabir aleminde bir hayat olsa idi, acısıyla tatlısıyla bu hatıralar yâd edilecek idi. Bizi kim uyandırdı, bir saatten fazla kalmadık, peygamberler doğru söylemişler, vaad olunan gün bu olsa gerek, gibi ifadeler azab çeken veya cenneti kabrinde yaşayan insanların sözleri değildir. Bu nedenle kabirde iyi ve kötüye yönelik bir hayat söz konusu değildir.
Diriltilmeden sonra, yaptıklarının hesabının sorulacağı bir dönemin başladığını Kur’an yüzlerce ayetinde uzun uzun açıklıyor, insanların aynen dünyadaki gibi hayat, vücut ve bilincin sahibi olacaklarını bildiriyor. (30/56-58), (80/34-42)
Kur’an’da kabir azabının olduğunu ifade eden bir ayetin bile olmayışı konunun en açık delilidir. Ahirette ve dünyada insanlara azab edeceğini belirten Allah’ın kabirdeki azabtan bahsetmemesi mümkün değildir.
Olayın itikadi yönüne gelince, gaybî olan kabir hayatı inancı ilgilendiren bir konumdadır. Ancak, konuyla ilglili deliller tamamen zannîdir. İtikatte ise zanna yer yoktur, zan ile iman olmayacağından tamamı zannîlik arzeden hadislerin bu konuda delil kabul edilmesi söz konusu değildir, Kur’âni bir kritere sahip olan insanın hadislerdeki kabirle ilgili anlatılanlara inanması mümkün değildir. Kabir hayatı ve ölüye verilen telkin gibi konular eski Hint ve Mısır dinlerinden gelen bir uygulamadır.
“Ey Muhammed: Sen ölülere duyuramazsın, körlere de gösteremezsin…”(27/80) ifadesine inanan bir insanın ölülerle konuşması akıllılık değildir.
“Kitap nedir, iman nedir bilmezdin sana biz öğrettik”(42/52) buyrulan peygamberin de bilgi kaynağı vahiydir. Vahiyler de Kur’an’dadır. Kur’an’da olmayan gaybî bir konuda peygamberi konuşturmak doğru değildir.
Allah gayba kimseyi muttalî kılmamıştır. Vahiyle peygamberlere bildirilenler müstesna. Kabirlerle ilgili bilgilere bakıldığında, vahyin mantığını kavrayan bir insanın söyleyeceği sözler olmadığını görürsünüz. Bunlardan birisinde:
“Kabre konulan kimseyi yedi başlı bir yılanın sürekli ısırarak acı vereceği ve bu eylemin kıyamete kadar süreceği” söyleniyor. Çürüyen cesedin neresinin ısırılıp da acı duyacağının akıllılıkla izahı mümkün değildir.
Bu rivayetlerin peygambere (a.s) izafe edilerek kabul edilebilirliği sağlanmak istenmiştir. Bu ve benzeri gibi binlerce hurafî anlayışın mevzuat kitaplarında toplandığını görüyoruz. Biz bu konuları tartışmak yerine o kabre girmeden önce yapmamız gerekenlerin peşinde olmalıyız, diyoruz. Rabbimiz şöyle bir günün kesinlikle olacağını haber veriyor:
“İçinde dostluğun, alışverişin ve şefaatin olmayacağı bir gün gelmeden önce Allah’ın size verdiği rızıklardan infak ediniz, inkâr edenler zalimlerdir.”(2/254)
Bu günden şüphemiz yoktur. O halde malımızdan, canımızdan, zamanımızdan, aklımızdan ve sahip olduğumuz bütün imkanlardan Allah için infak etmenin peşinde olalım. Bu meşguliyet bizim bütün zamanımızı doldursun; doldursun ki yersiz anlayış ve uğraşlara zaman ve zemin kalmasın.


