
Kıblenin değiştirilmesinin sebebi ve amacı nedir?
SORU: Bakara 144-149 ve 150. ayetlerde Allah’ın dininde sembolik bir yeri olan Kıble Müslümanlarla Yahudilerin hiçbir ortak yönünün kalmaması için mi değiştirilmiştir? Bunu Allah’ın dininden olmayan her şeye bir darbe olarak düşünebilir miyiz?
CEVAP: Elbette Allah, dinini bütün dinlerden üstün kıl arak, Hak ile batılın arasını açmıştır. İslam’ın batıl ile hiçbir ortak noktasının olmadığını “Kafirun” suresiyle zihinlere nakşetmiştir. Kıblenin değiştirilmesinde bu ayrıştırmanın da payı olmakla birlikte, gerçekten iman edip Allah ve Resulüne itaat edenlerle etmeyenleri ortaya çıkarıp gerçek yüzlerini göstermiştir. “İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resul’ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin yöneldiğin yeri (Kâbe’yi) biz ancak Peygamber’e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırt etmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah’ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.”(2/143)
Bununla birlikte peygamberimizin içinde Kâbe’ye yönelme arzusu, Medine’ye hicretle birlikte doğmuştu. Çünkü Kâbe’de kıldığı namazları İbrahim makamında kılıyordu. Bulunduğu yer itibari ile Kâbe, Mescid-i Aksa ile Peygamberimizin arasında kalıyordu. Ancak hicretten üç yıl önce de namazlarını Kudüs’e doğru dönerek kılmaya başlamışlardı. Bu nedenle Hicretten sonra Medine’de de Kudüs’e doğru kılıyorlardı. Müslümanlarla beraber Ehli Kitap olanlar da Kudüs’e dönerek namazlarını kılıyorlardı. Böylece aralarında kıble birliği olmuştu. Ancak Peygamberimiz namaz kılarken Kâbe’nin arkada kalmasına üzülüyor ve oraya dönmeyi arzu ediyordu. Bu konu şöyle dile getiriliyor: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz. Hoşnut olacağın kıbleye seni elbette çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram semtine çevir; bulunduğunuz yerde yüzlerinizi o yöne çevirin. Doğrusu Kitap verilenler, bunun Rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Allah onların yaptıklarından gafil değildir.” (2/144) Buna rağmen yine de ileri geri konuşuyorlardı. “İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir diyecekler? De ki: Doğu da batı da Allah’ındır. O dilediğini doğru yol a iletir.” (2/142)
Bu konuda beyinsizlere Ehli Kitap’tan da katılanlar vardı. “Sen, Kitap verilenlere her türlü delili getirsen, yine de kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun ki, eğer sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, şüphesiz o zaman zulmedenlerden olursun.” (2/145) “Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki vahiyleri ve vahyin kendisine gelen Peygamberi 2/146), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizlerler. Gerçek olan, Rabbinden gelendir. O halde kuşkulananlardan olma! Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir. Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (2/146149) buyurduğu açıklamalarıyla Peygamberimizi ve müminleri teskin etmiştir.
Bu değişiklik hicretin ikinci yılı recep ayı ortalarında bir pazartesi öğle namazını kılarken yapılmıştır. Seleme oğullarının mescidinde kılınan namazın ilk iki rekâtı Kudüs’e doğru kılınırken, son iki rekatı de Kabe’ye dönül erek kılınmıştır.
Kıble değişikliği, Ehli kitapla safların ayrılması anlamına geldiği gibi; Müslümanların Mekke’ye verdikleri değeri, ilgiyi, sevgiyi ve hasreti de ifade ediyordu. Başta Peygamberimiz olmak üzere tüm muhacirler, hicret ederken arkalarında, içinde doğdukları yurdu, yuvayı, yakınları, vatanı ve Beytullah’ı bırakıp gelmişlerdi. Bundan böyle beş vakitte Kâbe’ye dönerek bu özlem ve hasretlerini biraz olsun teskin edecek ve O’na kavuşmanın özlemiyle yaşayacaklardı. Bu olaydan dört yıl sonra Hudeybiye anlaşması ve altı yıl sonra, sekizinci hicret yılında Mekke’nin fethiyle de Müslümanlar Beytullah’a kavuşmuşlardı. Böylece Kâbe putlardan temizlenip tevhit ehlinin ebediyen kıblesi olmuştur.



