
Kitabınız Kur’an İse Niçin Tağutun Hükmüne Razı Oluyorsunuz?
Allah gönderdiği elçilerede, elçi olarak gönderdiği muhattaplarına da elçiye indirilene kesin olarak iman etmelerini ve iman ettikleri bu ilkeleri asla tartışma konusu yapmamaları ve istenileni gönüllü olarak yerine getirmelerini onlardan kesin bir emir ile istemiştir. Hiç bir elçi kendisine indirilenlerin gerek muhtevası gerek ise içeriği konusunda ne artırma nede eksiltme konusunda asla yetkili kılınmamışlardır. Elçi gönderen makam gönderdiği elçiden vahiyleri kuvvetle tutulmasını “Ya Yahya kitaba sımsıkı sarıl” onun hayatındaki yaptırımları konusunda asla rahavet içersinde olma. Yine son elçiye “Ey Muhammed sen sana vah yettiğimize sımsıkı sarıl. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzeresin.
Bu kuran sana ve senden sonra kıyamete kadar gelcek insanlara bir öğüt ve hatırlatmadır. Kuran’dan hesaba çekileceksiniz.” (Zuhruf – 43-44) Kitaba sarılmak onun dışına sarılmak değil aksine onun içersindeki hükümlerin günlük hayata uygulanması konusunda gösterilecek gayret ve duyarlılıktaki titizliğin ve gayretin ölçü alınmasıdır. Kitabın mensubları için kitabın dışı ile değil içersindeki emir ve yasaklarla ilgilenmek esas olmalıdır.Ne yazıkki günümüzde kitabın dışına gösterilen saygı hürmet ve ilginin içersindeki hükümler söz konusu olunca aynı duyarlılığın ve hassasiyetin gösterilmediğine şahit olmaktayız. Böyle islam dışı bir anlayışın ve durumun ortaya çıkmasında bir çok sebeb var ama ben sadece iki tanesinin üzerinde durarak bu yazıyı tamamlamayı düşünüyorum. Malumunuz ortada bir problem var ise bunun bir tek nedeni değil bir çok nedeni olabilir.
Birincisi kitabın mensuplarının kitabın indiriliş gaye ve maksadını anlayamamış olmaları veya yanlış anlamaları. Kitabı indiriliş maksadından uzaklaştırarak mesala sadece okunan ve okundukçada okuyana bir üstünlük sağlayan ve bol bol sevap kazandıran bir kitab konumuna indirgemiş olmaları. Bunu ne yazıkki kitabın mensubları yapmaktadırlar. Bu anlayış Allahın indirdiği kitabı ve hükümlerini adeta bir kutsal totem! Dokunulması ve ele alınması halinde tılsımı bozulacak ve ilahi olma özelliğine bir zarar gelecekmiş gibi kutsama anlayışıdır ki bu anlayışta kitabın dışı çok önemsenirken içerisindekiler ise sadece anlaşılmadan okunur. Kitabı okuyan ise okuduğu ayetlerin meram ve maksadının ne olduğunu anlamadan büyük bir aymazlık ile okur hasıl olan sevabı kendisinin dışında ölü yada diri fark etmez hediye eder.
Bu tür davranışları sergileyenler bizden öncekiler olabileği gibi şuan yaşamakta olan bizlerde aynı davranışı ortaya koyuyor isek son vahyin şu ikaz edici uyarıcı, tehdit edici muhattabı olmaktan kendimizi asla muhaf göremeyiz. Bu konuyla ilgili olarak yüce Allah şöyle buyuruyor: “Kendilerine Tevrat (Allah’ın indirdiği vahiyler) öğretildiği halde onun gereğini yapmayanların durumu sırtına kitab yüklenmiş eşeklerin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayanların durumu ne kötüdür ? Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (Cuma-5) Birileri çıkıp bizlere bu ayetin anlatılan bu konu ile ne alakası var diye bir itiraz geliştire bilir. Bu ayetteki Tevrat ifadesi Allah’ın Cebrail aracılığı ile Peygamberlerine vah yettiği emir ve yasaklar olarak anlaşılır ise ve buna karşıda yani Tevrat’a karşı geliş tirilen bu aymaz ve hain anlayış ya bugün Allah ın son olarak indirdiği Kuran ‘a karşı geliştirilmiş ise sorarım sizlere halen bu ayetin bizi değilde Tevrat ın mensublarını ilgilendirdiğini söyemek Kuran’ a ve onu gönderene karşı açıkça bir iftira değilse ya nedir. Kuran’ ın mensublarının bu anlayış ile hareket etmeleri halinde yirmidört saat kuran ayetlerini okusalar bile kendilerini ilgilendiren bir kuran ayetini bulmalarının oldukça zor hatta imkânsız olduğunu söylemek için dahi olmaya gerek yok.
Böyle bir aymazlığı ne acıki kitabın mensubları yapmışlardır. Hayatlarının öznesi olması gereken Kuran’ ı nesneleştirerek kendileride sıradanlaşarak misyon ve vizyonlarını kaybetmişlerdir. Kuran’ ın onlardan şiddetle yapmalarını istediklerini yerine getirmek yerine kitabın dışına çarpıp içine girmeyen veya giremeyen konuları kendilerine din edinmişlerdir. Yani kitabı hayatın merkezinden çıkarıp atanlar yine ne yazık ki o kitabın mensupları olmuşlardır. Unutmayalım ki zaten bir davaya ister hak olsun ister batıl olsun o davanın özünü anlamayan mensubları en çok zarar verenlerdir. Bunlar işin özünü anlamaktan ziyade gösteriş ve risk içermeyen bölümleri ile ilgilenirler. Bunlar kitabın ve hükümlerin karşısındakiler değil sözde yanında olanlardır. Bunların iman ve islam anlayışları sayılar ile belirlenmiştir. Mesala islamın şartı beş imanın şartı altı olarak kabul edilirken “Kâfir ve zalimlere karşı onurlu ve ilkeli mücadele vermek ve Allah’ın indirdikleri ile hükmetmek” bunların anlayışında islamın mensublarından istediği emirler sıralamasında dereceye girmesi bile söz konusu olmayan hükümlerdir. Birinci gurubu kısaca böyle açıkladıktan sonra şimdi de ikinci grupta olanları açıklamaya çalışalım.
İkinci gurupta yer alanlar Allah’a ve onun bütün gönderdiklerine karşı olanlardır. Dikkat edin Allah’ın varlığı veya yokluğu tartışmasından ziyade onun yeryüzünde yaşanılmasını diğer bir ifade ile hayatı düzenleyen kanunların özelliklede insanların diğer insanlar ile olan ilişkilerinin düzenlenmesi konusunda Allah’ın belirlediği ilkeler değil kendi heva ve heveslerinin veya akıllarının ürünleri olan ilkelerin yeryüzünde geçerli olmasını isteyenlerin savunduğu düşüncelerini temsil etmektedir.
Bunlar sözde Allah’a inandıklarını ancak bu Allah’ın kozmik yani gökyüzünün işlerini düzenleyen bir Allah olması gerektiğini ortaya koydukları uygulamalar ile sıksık dile getirip bu konuda ellerinden gelen gayretide ortaya koymaktadırlar.
Bu anlayış sahiplerine göre halkı müslüman! Bir beldede veya coğrafyada kendi çıkar ve menfaatlerine zarar vermeyen özelliklede sembolik ve günü birlik olarak yapılan ve uygulanan (Namaz ve Hac) şimdilik bunları rahatsız etmemektedir diyorum. Zira zamanla bu kadarına bile müsade etmediklerini özellikle son 30 yılda bizzat yaşayarak gördük ve görmeyede devam etmekteyiz. Ortadoğu coğrafyasında olanlar bu konuda şimdilik aklımıza gelen örneklerden sadece birisidir. Bu gurubu temsil edenler kimi zaman bu beldeleri zor kullanrak ya kendileri zorla ve kaba kuvvetle işgal ederler kimi zamanda o ülkelerin içersinden edindikleri işbirlikçileri ile bu emellerini gerçekleştirirler. Nihayetinde bununla da arzu ettikleri rejim ve yönetimleri o ülkelerde iktidara taşırlar. Yüz sene önce cetvel ile sınırlarını çizip kurdukları devletçiklere atadıkları sözde krallarını! Her darbenin kendi çocuklarını yediği gibi bir bir yemeye başladılar. Zira artık mızrak çuvala sığmaz olmuştu. Hesaba katmadıkları veya katamadıkları bir takım gelişmeler onların tuzaklarını bozdu.
Bu gelişmelere örnek olması açısından halkı müslüman çoğrafyada Kuran merkezli düşünen müslümanlarının sayılarının hızla artması bu konuda önemli bir etken oluşturmuştur. Bu gelişmeyi durdurmanın hesabını yapan zalimler Kuran ‘ı lafız olarak değiştiremeyeceklerini bildikleri için
Kuran’dan anlaşılanları değiştirme yoluna gittiler.Bundan dolayı da Kuran ‘dan veya onun hiç bir ayetinden çıkarılmaması gereken manaları çıkartan yerli belamlar yetiştirerek kendi anlayışlarını destekleyen yorum ve tekviller geliştirerek bunlarıda gerek televizyon hocaları ile gerekse sosyal medya yoluyla gündem de tutmak sureti ile güncel kalmasını sağladılar.
Bununlada islamın mensublarını parça parça ettiler. Bir Kuran ayetinden aynı dinin mensubları farklı farklı şeyler söyler oldular. Mesala Allah’ın iman edenlerden kesin olarak yerine getirilmesi gereken ve ikinci bir anlama gelmeyen emirlerini bile yok efendim “hırsızın eli nasıl kesilecek, bir insanı öldüren nasıl öldürülecek” demek sureti ile Allah’ın açıkca istediği emirlerini bile yerine getirmemek için bahane üzerine bahaneler uydurdular. Sanki bu hükümler önceden hayatta yer bulmamış ve hiç kimseler tarafında uygulanmamış gibi görerek sorumluluktan kurtulacaklarını zannettiler.
Bu düşünce sahipleri hırsızın elini kesecek iradenin iktidar olması için gayret göstermeleri gerekir iken durup hırsızın elinin nasıl kesileceğini utanmadan sıkılmadan saatlerce tartışabilmektedirler. Allah’tan daha merhametli oldukları zannı ile yok efendim hırsızın bileğine çıkmayan boya çalalım veya hırsızlığa ve hırsızlara fırsat vermeyelim koruyucu ve önleyici tedbirler alalım gibi geçiçi ve günü kurtarma odaklı görüşleri dile getirmektedirler.
Oysa bizler biliyoruz ki islamı devlet olarak daha öce Allah’ın elçileri Davut ve Süleyman As. Son olarakta Muhammed As. Medinede devlet olarak bunun en güzel uygulamalarını yapmışlardır. Bu uygulamaları yok sayarak efendim islam bir devlet ve yönetim biçimi önermez ve istemez diyenlere peki ! ne önerir diye sormak gerekmezmi? İslamın devletine gerek duymayanlar niye adı demokratik, kapitalist, kominist, seküler devlet yapılarına razı olup paşa paşa yaşamlarını sürdürmektedirler. İslamın düşmanları son moda olarak demokrasi putunu ! halkı müslüman coğrafyaya ihraç ederek pardon zorla kabul ettirerek kendi varlıklarını garantiye almaktadırlar. İslam ile demokrasi putunu hısım gibi gösterip bir taşla iki kuşu birden vurmaktadırlar. Unutmayalımki islam sonradan insan aklının ürünü olarak ortaya çıkan hiç bir yönetim biçiminin hısmı değil aksine hasmıdır.
Zira o Allah’ın indirdiği vahiylerin tamamından oluşmaktadır. O asla eskik değildir. Onun eksik olmadığını Alemlerin Rabbi olan Allah şöyle ifade etmektedir. “…Artık kafirlerden korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. (Dinde hiç bir şeyi eksik bırakmadım) size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak islamı seçtim…”(Maide-3) Buradaki tamamlanan dinin insan için bu dünyada bir yaşam biçimi ve hayat için gerekli olan kanun ve kurallar olduğunu unutmamak gerekmektedir. Allah üzerine düşeni yapmış ve dini tamamlamış şimdi sıra bizde kafirlerden korkmayan sadece Allah tan korkan ve bu hükümlerin uygulanması için mücadele verecek inanmış erkek ve kadınlara ihtiyaç vardır. Bu inanmışlardan olmak dileği ve ümidi ile başka bir yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olun.


