GenelYazarlardanYazılar

Kur’an Din’in Temel Kaynağı Mıdır, Yoksa Tek Kaynağı Mıdır?

Bu soru; uzun yıllardır ve özellikle son yıllarda ivme kazanarak tartışma yaratan fakat Müslümanlar arasında bir türlü uzlaşma sağlanamayan ciddi bir sorun olarak varlığını sürdürmektedir.

Bu sorunu tartışmaya açan taraflardan bir kısmı; “Şayet Kur’an tek kaynak olarak bize yeterse, Peygamber neden gönderilmiştir. Kur’an bizleri Peygambere itaate davet etmiyor mu? Bizler Kur’an’ı; vahyin kula öğretilmesi için elçi tayin edilen Peygamber den bize intikal eden kaynaklardan da yararlanmamız gerekmez mi? Bu birikime sahip kaynakları yok sayarak, sadece Kur’an’dan dinimizi tam olarak nasıl anlayabiliriz” v.b. gibi soru ve düşüncelerle Kur’an’ın tek kaynak değil ancak temel Kaynak olduğunu savunmaktadırlar.

Konuyu aydınlatıcı açıklığa kavuşturmadan önce doğru bir adrese ulaşabilmek için yolculuğa da doğru yoldan başlamak gerektiğini, aksi halde doğru adrese ulaşabilmenin çok zor hatta imkânsız olacağını vurgulamak isterim.

Bir konuyu anlatırken öncelikle kullanacağımız kavramların gerçek anlamları değişmemiş ve doğru kavramlar olmasına dikkat etmeliyiz. Kur’an’ın anlaşılması hakkında tartışılan bir konuda; Kur’an’da yer almayan farsça bir kelime olan “Peygamber” yerine aslında iki ayrı vasfı aynı şahısta taşıyan ve ilgili ayetlerde taşıdığı vasılara göre yerini alan “Nebi” ve “Resul” kavramlarının kullanılması gerekmektedir.

Yani Nebi ve Resul kavramları doğru anlaşılmadığı müddetçe Kur’an’ın da doğru anlaşılması mümkün değildir. Nebi ile Resul’ün farkını anlayabilmek için şöyle bir tanım yapabiliriz. Nebi bir unvan olarak; haberci yani haber getiren demektir. Nebi Muhammed’in hayatı boyunca kuşkusuz binlerce sözlü öğretileri ve açıklamaları vardır. İşte onun bu söz ve açıklamalarına hadis denilmektedir. Konu bu şekilde ele alındığında, İslam konusundaki karışıklığa sebep olan birçok problem çözülmüş olacaktır.

Farklı vasıflar taşıyan bu iki kavramın daha iyi anlaşılabilmesi için örnek vermek gerekirse; mesela Kur’an’da 6.236 Ayetin on beşinde de içinde “Resul” olarak yer alan “Allah’a ve Resulüne itaat edin” tertibinde olduğu gibi başka hiçbir ayette “Nebi” isminin yer aldığı böyle bir tertibe veya cümleye rastlamak mümkün değildir. Çünkü Nebi; Hz. Muhammed’in elçi olarak görevlendirilen fakat her insan gibi düşünen, konuşan, duygusal anlarda hatalı kararlar verebilen ancak hata yaptığında aşağıda olduğu gibi vahiyle ikaz edilen onun seçilmiş insan-i vasfıdır.

Tevbe Sûresi 43-48:”Allah seni affetsin! Doğru söyleyenler belli olmadan, yalancılar bilinmeden, onlara niçin izin verdin? Allah’a ve Ahiret Günü’ne iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmemek için senden izin istemezler. Allah, muttakileri en iyi bilendir. Doğrusu, senden, ancak Allah’a ve Ahiret Günü’ne inanmayanlar ve kalpleri kuşkuya düşüp, kuşku içinde bocalayanlar sefere çıkmamak için izin isterler.”

Eğer çıkmak isteselerdi, elbette bunun için hazırlık yaparlardı. Ancak Allah, onların davranışlarını kötü gördü de kendilerini alıkoydu ve onlara: “Oturanlarla beraber siz de oturun.” denildi.

Eğer sizinle çıksalardı, bozgunculuktan başka bir şey yapmazlardı; sizi fitneye düşürmek için koşuştururlardı. İçinizde, onlara kulak verecekler de olurdu. Kuşkusuz Allah, zalimleri en iyi bilendir.

Daha önce de fitne çıkarmak istemişler ve sana karşı türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet, hakk geldi ve onlar istemedikleri halde, Allah’ın emri gerçekleşti.

Abese Sûresi 1-10: “Surat astı ve yüz çevirdi. O gözleri görmeyen geldi diye. Sen bilemezsin, belki o tezkiye olacak.”

Veya öğüt alır ve böylece öğüt ona yararlı olur. Fakat öğüt almayı gereksiz gören o kimseye gelince de; Sen ona ilgi gösteriyorsun. Oysaki onun arınmak istememesinden sorumlu sen değilsin. Fakat sana koşarak gelen kimseye gelince; O huşu duyanla, Sen onunla ilgilenmiyorsun.

Resul kavramı ise Hz. Muhammed’e verilen görev olan onun elçilik sıfatıdır ve Resul’ün söylediklerinin tamamı vahiydir, yani Allah’ın sözleridir ve Elçi mesajın sahibi değil, ileticisidir. Kur’an’da Elçi (Resul) ye itaat edilmesi emredilir. Buna örnek iki tane ayet vermek gerekirse;

“ Kim Resul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur” (4-Nisa 80).

“Ey iman edenler Allah’a ve Resul’üne itaat edin” (8-Enfal 20).

Bu iki ayet, Kur’an’da benzerleri olarak geçen diğer on üç ayetin de özeti mahiyetindedir. Resul’e itaat etmek demek, Nebiye de itaat etmek anlamına gelmez. Resul’e itaat aslında vahiye itaat etmek anlamına geliyor. Vahiye itaat edin demekle de aslında, “Allah’a itaat edin” ifade edilmiş oluyor. Bununla ilgili yine;

(69-Hakka 40 ve 43 Ayetlerinde  “Kuşkusuz o şerefli bir Resul sözüdür“ , “ O âlemlerin Rabbi tarafından indirilendir. “ vurgusu yapılmaktadır.

Kısacası ilk iki ayeti bu son iki ayetle birleştirdiğimiz zaman “Resul sözünün vahiyden başka bir şey olmadığını “vahiy” le de Allah’ın kelamı“ ifade edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Resul’e itaat etmemizi söyleyen ayetlerin tamamı aslında, vahiye itaat etmemizi vurguluyor. Yani “Allah’a ve Resulü’ne“ terkibi bulunan bütün ayetlerde ki “ve” bağlacı aslında iki ayrı varlıktan söz etmiyor, kendisinden önce gelen (Allah’a) öznesine vurgu yapıyor. Hz. Muhammed’e “elçi” denmesi, kendisinin olmayan mesajı taşıması sebebiyledir. Kur’an’daki birçok ayette itaat edilmesi emredilen kişi olan elçi, kendisi namına değil, göndericisi (Allah) namına konuşmaktadır.

Sonuç olarak; Resule itaat demekle vahiy, vahiy ise Allah’ın kelamı ve dolayısıyla Allah’a itaat etmek olarak anlaşılmalıdır.

Resulün sözlerinin, sadece Allah’ın gönderdiği vahiyden başka bir şey olmadığını, aksinin olmasının da mümkün olamayacağını;

Kuşkusuz o, şerefli bir Resul sözüdür. O, bir şair sözü değildir. Amma da inançsızsınız! O, bir kâhin sözü de değildir. Hiç öğüt dinlemiyorsunuz! Âlemlerin Rabb’inden indirilmedir. Eğer Bizim adımıza bazı sözler uydurmuş olsaydı; Elbette onun bütün gücünü alırdık. Sonra kesinlikle can damarını koparırdık. Hiçbiriniz buna engel olamazdınız. (69. Hâkka Sûresi 40-47).

 Ayetlerinden bizzat Allah’ın kendi ifadelerinden net bir şekilde anlıyoruz. O halde konu başlığımızda ki soruya dönerek cevap verecek olursak: Allah’ın sözleri olan ve 23 yılda Mübin bir şekilde açıklığa kavuşturularak, 16. Nahl 89 da “sana indirdiğimiz kitap ile her şeyin açıklandığına dair” bir bilgiyi de kapsayan vahyin tamamlanarak toplandığı Kur’an’ın imana muhatap ilahi tek kaynak olduğunu görmekteyiz. Nebinin sözleri olan Hadislerin beşeri olması, bu nedenle de kaynağında “zan” taşıması ve manası kesinlik arz etmeyen zannın imana söz konusu edilemeyeceği tartışılamaz bir gerçekliktir. O halde söz konusu hadislerin yer aldığı bu kaynaklarda Hz. Nebinin sözleri olduğu ifade edilen bu sözlerin “Nebinin Kur’an’la çelişen hiçbir sözü olamayacağı varsayımından hareketle” araştırılarak içindeki bilgilerin Kur’an’ın hükümlerine aykırı olmadıkları müddetçe bunlar dinde yararlanabilecek “Bilgi Kaynakları” olarak kabul edilip faydalanılmalıdır.

Toplam sayısı 600 binlerle ifade edilen hadislerle ilgili en çok hadis rivayet eden isimleri meşhurlaşmış ravilerin rivayet ettiği hadislerin toplamının 19.855 olduğu söylenmektedir. En meşhur hadis kitabı olan Buhari’de, mükerrer olanlar dâhil 7.275 tane hadis vardır. İkinci meşhur hadis kitabı Müslim’de de, 7.275 hadis vardır. Hadislerin büyük bir kısmı birbirinin aynıdır. Bu bilgilerden de yine hadislerin imana söz konusu olamayacağı anlaşılmaktadır. Çünkü onlarında ayetler gibi iman değerleri olsaydı sahih olanlar, olmayanlar diye bir ayırım yapılması söz konusu olamazdı. Mütevatir de olsa Muhammed Nebinin Sünnet-i Seniyye olarak tanımlanan yol ve tarzı konusunda da aracı yine insan unsuru olduğu için bilgi değeri dışında bağlayıcı bir şey ifade etmemektedir.

Konunun anlaşılmasına katkı sunacağına inandığım 3 Al-i İmran 7. Ayeti açıklamasıyla yazıya son vermek istiyorum.

Bu Kitap’ı sana indiren O’dur. O’nun bir kısım âyetleri muhkemdir ki bunlar Kitap’ın anasıdır. Diğer ayetler de muteşâbihtir. Böyleyken kalbinde eğrilik bulunanlar, fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına uydurmak için muteşâbih ayetlere yönelirler. Oysa onun en doğru te’vilini ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar: “Biz O’na iman ettik, bütün ayetler Rabb’imizdendir.” derler. Bunu ancak selim akıl sahibi olanlar düşünüp öğüt alır. (3. Al-i İmran 7)

 Muhkem: Hüküm içeren ve herkesin rahatlıkla anlayabileceği kesin, açık, yalın anlamlı ve ahiret sınavına kesin olarak muhatap olacağımız ayetler demektir. Müteşabih ise benzeşen, benzer, eş anlamlı, birden çok yoruma açık anlamlı, benzetmelerle anlamları açık ve anlaşılır olabilen fakat gerçek te’vilinin ancak Allah’a ait olduğu ayetler demektir. Bunun için artık Hz Nebi’nin de hayatta olmadığı fani dünyada “müteşabih” ayetlerin anlaşılmasında yanılgı da yaşansa Müminlerin, İslam’da zaten yeri olmayan ruhban (Din adamları) sınıfına ihtiyaçları yoktur. Kur’an ahlakı ve tevhid üzerine yaradılıştan sahip oldukları temiz fıtratları ve Muhkem ayetlerden edindikleri bilgiler onları müteşabih ayetlerin anlaşılmasında da doğru istikamete yönlendirmeye muktedir olacaktır İnşaAllah.

Her Şeyin En Doğrusunu Elbette Kâinatın Yaratıcısı ve Tek Sahibi Olan Yüce Allah Bilir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı