
Kuran’dan Bir Konuyu Anlama Prensipleri
Kâinatın ve onun içinde yer alan canlı-cansız bütün varlıkların yaratıcısı olan Yüce Allah c.c. “Ant olsun ki insanı en mükemmel biçimde yarattık” ifadesiyle (94 Tin Suresi 4.) Ayetinde insana verdiği değere özel bir anlam yüklemiştir.
Varlıkları yaratırken her birini yaratılış gayesine uygun ve değişmeyen bir fıtrat üzerine yaratmıştır. Ancak; İnsanı diğer varlıklardan ayırarak, onlara fıtrata ek olarak “akıl” ve buna bağlı bir de “seçme iradesi” vermiştir. Bununla da kalmamış fıtratından sapıp sefalete düşerek her iki âlemde de kaybedenlerden olmaması için gerekli olan tedbiri de almıştır. Şöyle ki; İnsan aklını doğru kullanıp sadece Allah’a kulluk ederek ancak ahirette sonsuz saadete erebileceği ebedi yaşamından önce çok kısa bir süreli sınava tabii tutulacağı mekân olarak yaratılan dünyaya gönderilmiştir. Dünya yaşamındaki gelecekteki istikbalini ilgilendiren bu büyük ve çok önemli sınavını başarıyla kazanabilmesi için de kendisine bu dünyada ki yaşam tarzının nasıl olması gerektiğini öğreten “Kitap” ları ve bunları onlara anlatan, öğreten “Resul” (Elçi) leri Yüce Rabbim rehber ve rahmet olarak insanlara göndermiştir.
Kur’an-ı incelediğimiz zaman dünya ve ondan sonra ki ahiret yaşamı arasında ki ilişkileri akıl sahibi her insanın anlayacağı şekilde açıklayarak anlatan birçok ayetlere rastlıyoruz. Bu ayetlerde dünya yaşamının hiçte sadece zevk ve eğlence ile geçirilecek bir mekân olmadığı hususunda bizleri uyarmaktadır. Aksine kendisinden sonraki ebedi ve gerçek yaşam mekânımız olan ahiret hayatında ebedi saadete erişebilmemiz için sınava tabi tutulduğumuz bir imtihan platformu olduğunu bize açıkça bildirmektedir. Dolayısıyla bu dünya da Allah kulunun önüne, yaşamı boyunca muhtelif musibetler çıkararak; Elçileri vasıtasıyla gönderdiği Kitap’larından öğrendikleri yaşam tarzı ile bu musibetler karşısında nasıl davranacağı hususunda onların samimiyetini test etmektedir.
Bunun için dünyanın nasıl idare edileceği konusunu da bu görevi aşağıda yer alan (2 Bakara 30.) Ayetinde halifelik makamına tayin ettiği insana vermiştir.
Hani! Bir zamanlar Rabbin, meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife tayin edeceğim.” demişti. Melekler: orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birisini mi halife yapacaksın? Oysa biz Seni övgü ile yüceltip kutsuyoruz.” dediler. Allah: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.” dedi. (2 Bakara 30)
Ayette ki cümle bütünlüğü dikkatle ele alınırsa burada geçen “Bir” sözcüğü; bir kişiyi veya Kur’an’ın dışında birçok kaynaklardan öğrendiğimiz gibi sadece İslam ülkelerini yönetmek için seçilen makama verilen bir unvanı değil, aksine görev ve statü anlamında görevlendirilecek bir zümreyi kastetmektedir. Sözcük anlamı ardıl olan halife; terim olarak, birinin yerine geçmek; vekâlet etmek, vekil ve naip demektir. Halife sözcüğünün ayetteki anlamı ise, irade ve akıl verilerek yeryüzünü düzenleyen, yönlendiren, imar eden, yeryüzünün yöneticisi ve onarıcısı anlamındadır. Bu nedenle ayetin doğru anlamı; “Ben âdeme (insana) yeryüzünde yönetici ve düzenleyici olarak sorumluluk vereceğim, onu görevlendireceğim; onu halife (yönetici, düzenleyici ve onarıcı) olarak tayin edeceğim” olarak anlaşılmaktadır. Şayet Allah dünyanın idaresini sınava tabi tutmak için sorumluluğu bu anlamda insana vermeseydi de Kendisi üstlenmiş olsaydı yeryüzünde böyle bir zulüm, soy kırım, fakirlik ve sefaletten söz edilebilir miydi, her yer cennet bahçesi olmaz mıydı?
Bu gerçeğin bilincinden yoksun bulunan kimi kâfir veya Allah düşmanları; örneğin bugün Gazze’de yaşanan soykırım hakkında “Allah varsa, haşa bu yapılan haksızlıkları ve zulümleri görmüyor mu” gibi maksadını aşan sorular sorarak birçok Müslümanların zihinlerini karıştıran fitneler üretmektedirler. Oysa Kur’an bunlara en güzel ve açıklayıcı cevabı;
“Sizi Kesinlikle Sınava tabi tutacağız: Korku ve açlıkla; mallarınızı, canlarınızı ve ürünlerinizi kayba uğratarak. Sabredenleri müjdele.” (2 Bakara:155) Ayetiyle vermektedir.
Zira Allah; Ahirette imtihana tabii tutacağı insana verdiği akıl ve iradesini, yaşamını ilgilendiren bütün konularda istediği yönde tercihlerini özgürce kullanmasında serbest bırakmıştır. Böylesine sınırsız bir özgürlük hakkı tanınmış olan insanlardan ahiret sınavını başarıyla kazananlara ise başarı (takva) ölçüsüne göre layık olduğu Cennetin ebedi saadete açılan kapısını kendilerine açacağını vadetmektedir.
O halde bu kadar mükemmel bir gelecek sunan bu reçeteye normal bir akla sahip olan saadet, huzur arayan, mutlu olmak isteyen insanların uymasına engel olan unsur ne olmaktadır ve hangi sebeple bu nimetleri elinin tersi ile itmektedirler?
Kur’an-a müracaat ettiğimizde; Bu soruya da muhtelif ayetlerinde açıklık getirdiğini görüyoruz. Çünkü insanların birçoğu Kur’an-ı okumuş olsalar dahi kendilerine verilen nimetlere karşı;
“O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten su indirdi ve böylece onunla ürünleri size rızık olarak yetiştirdi; koyduğu yasalarla denizlerde yüzüp giden gemileri hizmetinize verdi ve ırmakları yararınıza sundu.
Düzenli bir hareket içinde olan Güneş’i ve Ay’ı hizmetinize verdi. Geceyi ve gündüzü de hizmetinize verdi.
Ondan istediğiniz her şeyden size verdi. Eğer Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insanların birçoğu, çok zalimdir, çok nankördür.” (14 İbrahim Suresi 32-33-34)
Ayetlerinde ifade edildiği gibi nankörlüğü tercih etmektedirler. Evet, “Kur’an-ı okumuş olsalar dahi” diyorum çünkü “Kur’an-ı Kerim” öyle bilindik okunan sıradan hikâye kitaplarına benzemez. Anlaşılması için okurken öğrenilmesi ve dikkat edilmesi gereken özel metotlara sahip İlahi(!) bir Kitap’tır. Bu metotlara uygun okumayanlara karşı kendini “kapatır” anlaşılmaz kılar. Bu ilahi kitabı okumak için Müslüman olmak gerekmez sadece “İnsan” olmak yeterlidir. Ancak bir şartı daha vardır o da; İlahi bir kitap olduğuna kalpten inanarak ve anlamak, öğrenmek gayesiyle samimiyetle okumaktır. İşte bu nedenlerden dolayı Kur’an-a şüphelerle dolu bir kalple O nu eleştirmek için, bir bütün olarak ayetler arasındaki bağlantıyı hiçe sayarak içlerinden cımbızlayarak çelişkiler yaratmaya çalışanlar Kur’an-ı anlayamazlar. Yüce Allah’a ve O nun adı İslam olan dinine, elçilerine, Kitaplarına düşman olanlar, savaş açanlar Kur’an-ı anlayamazlar. Çünkü Kur’an kendisine bu gayelerle yaklaşan her kese kendisini kapatır ve anlaşılmaz kılar.
Kur’an’ın kendisini anlaşılmaz kıldığı bu insanlar Kur’an’da İblisin Allah’a;
“Dedi ki: “Bu mu benden mükerrem kıldığın varlık? Eğer bana Kıyamet Günü’ne kadar müsaade edersen, pek azı hariç, onun soyunu kesinlikle buyruğum altına alacağım.” Allah, “Git! Onlardan kim sana uyarsa, bilin ki bunun karşılığı tam bir karşılık olarak Cehennem’dir.” dedi. “Onlardan, gücünün yettiğini sesinle1 ayart. Atlıların ve yayalarınla2 onları yaygara ile yönlendir. Mallarında ve çocuklarında onlara ortak ol3. Ve onlara vaatlerde bulun. Şeytanın vadettikleri gururdan4 başka bir şey değildir.” (17 İsrâ Suresi 62-63-64).
1- Söyleyeceklerinle/vereceğin vesvese ile.
2- Bütün gücünü kullanarak.
3- Mallarını ve evlatlarını kullanarak onlara kötülük yaptır, günah işlet.
4- Aldanmaktan.
Ayetlerinde onları senin yolundan alıkoyacağım dediği Allah’ın takva sahibi olmayan kullarıdır. Bunlar Allah’ın yarattığı koskoca kâinatın içerisinde bir toz parçası kadar dahi yeri olmayan yok hükmünde bulunan zavallı bir kul iken isyan ederek Allah ile küstahça yarışmaya kalkan, İblisin önderliğinde İlahlığa soyunan zavallılardır. Bunlarda ahiret hayatı inancı olmadığı için kendi uydurdukları sömürü dini yasalarıyla mazlumun kanını emerek üç günlük dünya hayatını zenginlik ve refah içerisinde geçirerek kendilerini sonunda varacakları kızgın ateşe hazırlarlar. Bu ne acı bir sondur. Ah bir bilselerdi.
“Bana yönelmiş kullarım üzerinde, senin bir yaptırım gücün yoktur. Vekil olarak Rabb’in yeter.”(17 İsrâ Suresi 65).
Ayetinin tarif ettiği takva sahibi Müminler ise hem dünya hayatında, hem de Ahiret hayatında gerçek kurtuluşa eren kullar zümresine dâhil olacaklardır.
Başlıkta yer alan konumuza cevap vermeden önce, yaptığımız bu genel değerlendirmelerden sonra müminlerin kendi aralarında çıkan bir sorunu Kuran’ın ışığında nasıl çözmeleri gerektiğini aşağıda beş madde altında özetlemeye çalışalım.
1- Öncelikle Kuran’ın İslam dininin tek kaynağı olduğu unutulmamalıdır. Kuran’ın Allah kelamı olduğu ve tek muhatabının dünyada yaşamakta olan “ölü değil” bilakis canlı insanlar olduğu da asla akıldan çıkarılmamalıdır.
2- Meseleler, Kuran’ın bütünlüğü içinde düşünülmeli ve çözümlenmelidir. Bir konuyla ilgili ne kadar ayet varsa, o ayetler önceleri ve sonralarıyla ele alınmalıdırlar. (Kuran’ın bir kısmını kabul edip, bir kısmını inkâr etmek; Kuran’ı bütünüyle inkâr etmektir). Kuran’ın bir yerinde geçen bir konunun, bir hükmün, fikrin Kuran’ın bir başka yerinde ki ifadeyle kesinlikle çelişmeyeceği bilinmelidir.
3- Kuran’da yer almayan bir konunun, dinimizde de yeri olmadığı kabul edilmelidir. Ancak bu; “Okuduğumuz eserlerden, bir yerden duyarak öğrendiğimiz veya ihtiyaç için karşımıza çıkan bir konuda bu konu ile ilgili Kuran’daki 6.236 Ayetin hiç birisinden bir bilgiye sahip olamıyorsak çözüm aramaktan ve üretmekten vaz geçeceğiz anlamına gelmez. Çünkü Kur’an’ın temel konularını gereği gibi özümseyip, helal ve haram kavramlarını doğru ayırt edebilen olgun bir ahlaka sahip her Mümin karşılaştığı sorunlarda Kur’an’dan bulduğu emsal örneklerle tutarlılık sağlamak kaydıyla sorununa mutlaka makul bir çözüm bulabilir. Kusurları bulunan bir yaratık olması münasebetiyle insan bulduğu çözümde isabet te edemeyebilir. Ancak bu arayış çabasında niyetinin halis ve samimi olması esastır. Çünkü Allah çok affedicidir ve amellerin karşılığının niyetlere göre alındığına inanmaktayız. Bu hassasiyet içerisinde Dine sonradan yapılan ilavelere, hurafelere bu prensibin istisnasız uygulanması halinde ancak engel olunması mümkün olabilir. O halde Kuran’da yasaklanmayan bir şeyin helal mi yoksa haram mı olduğu konusunda karar vermenin hiçte zor olmadığı anlaşılmaktadır.
4- Bazı konulardaki dini ilavelerin Kuran ayetlerinin sağa-sola çekiştirilmesi ile yapıldığını unutmamalıyız. Bu manada şüpheli bir konuyla karşılaştığımızda bunu; Kuran’ın orijinal dili olan Arapçayı iyi bilen ve Kuran’a mezhepsel, geleneksel düşüncelerden arınmış samimi bir yaklaşım gösteren araştırmacı ilim sahibi kimselerle istişare ederek çözmeliyiz. (Kişilerin samimiyetinde en önemli gösterge, Kuran’ın dinin tek kaynağı olduğunu kabul edip etmedikleridir. Bu görüşü kabul etmeyenler, ait oldukları mezheplerinin görüşünü Kuran’a yansıtabilirler.) Bu çalışma yapılırken, kilit kelimenin ve kavramın Kuran’ın tümünde nasıl kullanıldığını inceleyerek ancak en iyi şekilde çözüme ulaşabileceğini unutmamalıyız.
5- Kuran’ı anlamaya çalışırken, aklın ve vicdanın en önemli yardımcılarımız olduğunu bilmeliyiz. Bununla birlikte gelenek, görenek, çoğunluğun kabulleri, çevre baskısı gibi aklı ve vicdanı ipotek altına alıp gereğince kullandırmayan unsurların da Kuran’la aramızda bulunan en önemli engeller olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.
Her şeyin en doğrusunu Kâinatın Tek Yaratıcısı, Sahibi ve Meliki Olan Yüce Rabbim Bilir.


