
Kur’an’ın Dili ve Anlaşılma(z) Konusu
İnsanlar birbirleriyle konuşarak, yazışarak ve işaretleşerek anlaşırlar. Bu anlaşma araçlarından en etkin ve yaygın olanı ise ‘dil’dir. Dil, bir toplumun istek ve arzularını, emir ve yasaklarını, öğüt ve tavsiyelerini başkalarına anlatmak ve onları bundan haberdar etmek için kullandığı bir araçtır. İnsanı yaratan onu bu özellikte yaratmış ve “sizin dillerinizin ve renklerinizin farklı farklı oluşu Allah’ın ayetlerin-dendir” (30/22) buyurmuştur.
Her kavmin kendine özgü bir dili vardır. Bu dil onları diğerlerinden ayıran en önemli faktörlerden biridir.
“Ey insanlar sizi bir erkek ve bir kadından yaratıp, türettik. Sizleri şubelere ve kabilelere ayırdık ki tanışasınız diye. Allah’a göre sizin en şerefliniz ona karşı sorumluluklarını en çok yerine getireninizdir. Muhakkak ki Allah, her şeyi bilir ve her şeyden haberdardır.”(49/13)
Bu nedenledir ki, tanışıp konuşmak, anlaşmak isteyen ve ayrı ayrı dilleri konuşan toplumlar, birbirlerinin dilini öğrenmek suretiyle konuşup anlaşırlar. Bu Allah’ın varlıklar için koyduğu değişmez yasasıdır. Kendisinde bir değer olup da onu diğerlerine taşımak isteyenin bu yolu kullanmak zorunda olduğu gibi başkasında da hoşuna giden veya ihtiyaç duyduğu bir şeyi almak isteyen de bu yolu kullanarak ihtiyacını karşılayacaktır. Bu yasa ilk insandan günümüze kadar hep böyle işlemiştir.
Bu, insanlar arasında böyle olduğu gibi insanlarla Allah arasında da böyle olmuştur. Allah kullarına ulaştırmak istediği öğüt ve nasihatleri, emir, yasak ve tavsiyelerini o kavmin dili ile içlerinden seçtiği bir insana kendine özgü yöntemlerle, vahiyle bildirerek istediği topluma vahyini ulaştırma yolunu seçmiştir.
“Her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki, Allah’ın buyruklarını onlara açıkça anlatabilsin diye. Allah sapıklığı isteyeni sapıklıkta bırakır, doğru yolu isteyeni de doğru yola ulaştırır. O aziz ve hâkimdir.”(14/4)
Burada dikkat etmemiz gereken husus, Allah’ın seçtiği elçiye gönderdiği ayetleri hem elçisinin hem de kavminin hali hazırda birbirleriyle günlük ihtiyaçları için konuşup anlaştıkları kendi dilleriyle göndermiş olmasıdır. Allah’ın ayetleri, o kavmin dili ile onlara vah yedilmiştir. Bunların ayet olması Allah’tan ve Peygamberden başkasının anlamadığı bir dilden olmasını gerektirmiyor. Bilakis Allah, o kavme, insanların günlük konuşma dilleriyle hitap ediyor ki anlaşılsın, anlasınlar diye. Ayetlerin yüceliği, ifade ettiği gerçeklerden, eşyanın tabiatına uygunluğundan ve olayları bütün yönleriyle kuşatıcı olmasından kaynaklanmaktadır. Sözün söylendiği dil önemli değildir. Önemli olan söylenendir. Söylenen sözün, insanla, hayatla ve kâinatla ne ölçüde bağdaşıyor oluşu onun önemini ortaya koyar.
İşte bu sözlerin hayat ve kâinatın yaratıcısından gelmiş olması, bunların bütün evrelerini kapsayarak öncesi, sonrası ve hali hakkında ifade ettiği hakikatlerden dolayı erişilmez bir konumu vardır. Erişilmezlik kullanılan dilden dolayı değil anlatılan zaman, mekân ve varlıklarla ilgilidir. Örneğin gaybî âlem hangi dil ile anlatılırsa anlatılsın onun mahiyetini ancak ona muttali olan bilir. Aynı zamanda ilahi kelamın önemi, insana yaratıcısından gelmiş olmasındandır.
“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?”(47/24)
“(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen Kur’an’ı her şeyi bilen ve her hükmü yerli yerine koyan Allah’tan almaktasın.”(14/04)
Her peygamber gönderildiği kavmin diliyle gönderildiğine göre (14/04) her kitap da o peygamberin ve o kavmin diliyle gönderilmiştir. Kitap ve Risaletle ilgili Allah’ın sünneti bu minval üzere devam ettiği içindir ki Kur’an Arapça olarak gönderilmiştir.
“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”(12/02)
“(Ey Muhammed!) uyarıcılardan olman için onu senin kalbine açık bir Arapçayla Cebrail indirmiştir.”(26/192-195)
“İşte biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik, onda birçok tehditleri türlü türlü açıkladık ki, belki sakınırlar ya da bu onlarda bir düşünme hareketi meydana getirir diye.”(39/28)
“Bu bilen bir kavim için ayetleri açıklanmış Arapça okunan bir kitaptır.”(41/03)
“İşte böylece sana Arapça bir Kur’an indiriyoruz ki şehirlerin anası (Mekke) halkını ve çevresindekileri onunla uyarasın diye.”(42/07)
“Apaçık bir kitaba andolsun ki biz, anlayıp düşünmeniz için Arapça bir Kur’an kıldık.”(43/2-3)
Arab’a Arapça bir kitap verilmesinin gerekçesi, açıkça beyan edildiği gibi “anlamak ve üzerine düşünmek, gereğini yapmaktır”. Ancak Allah Teâlâ bu ifadeye bir de “kolaylaştırdık ki öğüt alsınlar” ibaresini ekliyor. Bilene malumdur ki bir dilde yazılıp söylenen öyle şeyler vardır ki onu her insan anlayamaz. Konunun uzmanı olmayan insan için ne kadar anlatsanız da fazla anlaşılmış olmaz. Fizik, kimya, mimari, matematik, astronomi ve tıp gibi bilim dallarının kendine özgü tabirleri ve talimleri söz konusudur. Kullandığımız bir ilacın güya bizi bilgilendirmek için konulmuş prospektüsünü okumaya çalıştığımızda kullanılan ifadelerin bize hitap etmediğini görüyoruz.
İşte Kur’an bunu da yıkarak insanlığın anlaması için açık bir Arapça ile indirilmiş ve kolaylaştırılmış, yani kolay anlaşılan bir dil ve üslupla indirilmiştir.
“Andolsun ki biz Kur’an’ı öğüt alsınlar diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur?” Bu ifade Kamer suresinde önemine binaen değişik hadiselerin ardından dört ayrı platformda tekrar ediliyor. (54/17-22-32-40)
“İyice düşünüp öğüt alsınlar diye, bu Kur’an’ı senin dilinle indirerek kolaylaştırdık. Artık onların başına gelecekleri bekle, onlar da beklemektedirler.”(44/58-59)
“Andolsun ki biz onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, tam bir ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.”(07/52) “Bu Kur’an ancak âlemler için bir öğüttür. O’nun verdiği haberin doğruluğunu bir zaman sonra öğreneceksiniz.”(38/87-88) “İşte suçluların yolu iyice belli olsun diye ayetleri böyle açıklıyoruz”(06/55).
Bu söylenenlerin üzerine durup düşünmemiz gerektiğine inanıyoruz. Allah kullarına, kullarının konuştuğu dilde, kolaylaştırılmış, bir kitap gönderecek ve diyecek ki “Düşünüp öğüt almanız için sizin dilinizde kolaylaştırdım”(44/58-59). Ve insanlar bu kitaba anlaşılmaz, karışık, yüce, erişilmez, onun manası sınırlanamaz, sonsuz anlam taşımakta gibi iddialarda bulunacaklar.
Biz bir elimizi kitabımıza diğer elimizi de vicdanımıza koyarak düşünüp anlamaya çalıştığımızda bu anlayışların hiçbirini doğrulamanın mümkün olmadığını görürüz. Dünyada bütün diller kendilerinden başka dile tercüme edilebilmektedir. Bu özellik Arapça için de geçerlidir. Allah’ın, ısrarla “Arapça bir Kur’an olduğunu” vurguluyor olmasının bir anlamı vardır. O günün Arab’ı bunu çok net anladığı içindir ki ‘La ilahe illallah’ dediği gün insanlar Peygamberin karşısına dikilip bu anlayışı kendi ilahlarını “inkâr” olarak algılıyorlar. Gelen vahiylerin Arapça oluşunu basite aldıkları için alaycı bir tavırla şöyle diyorlardı:
“Ey Muhammed sen aynen bizim gibi Arapça söylüyorsun ve sonra da diyorsun ki ‘bunları bana Rabbim vah yediyor’, olacak şey değildir”. Buna karşın Kur’an: “O’nu yabancı dilde bir Kur’an yapmış olsaydık ayetleri açıklanmalı değil mi?” derlerdi.Ey Muhammed! De ki, bu insanlara doğruluk rehberi ve gönüllere şifadır, inanmayanların kulaklarında ağırlık vardır ve onlara kapalıdır. Sanki bunlara uzak bir mesafeden sesleniliyor da anlamıyorlar.”(41/44)
“(Ey Muhammed!) Biz düşünüp öğüt alsınlar diye Kur’an’ı senin dilinde kolaylaştırdık. Sen bekle, onlar da beklemektedirler.”(44/58-59)
Ayetlerde verilen mesaja dikkat edilirse bu tip itirazlar bugün olduğu gibi o gün de var ve yarın da olacaktır. Kimileri kendi dilleriyle gelen ayetlerin Hz. Muhammed (as) tarafından Arapça olarak ifade edilmesini basit bularak Allah’ın sözlerinin kendi dilleriyle ifade edilmesini kabullenmiyorlar. Kimileri, Kur’an’ın getirdiği hayat anlayışını beğenmeyip “Bize başka bir kitap getir” diyebiliyorlardı. Kimileri “Bunu Muhammed kendi hevasından konuşuyor”, bir konuda sorulan suallere cevap vermek için vahyi beklediğinde “kendin bir tane derleseydin ya” diyorlardı.(07/203)
O gün bu minval üzere yapılan itirazların, bugün de benzerleri ile karşılaşıyoruz. Kur’an o gün küfrün tutunduğu dalları kırdığı için karşı duruyorlardı. Bugün de bir yandan Ehli küfür saldırılarını sürdürürken, diğer yandan da hurafeci ve gelenekçi zihniyetin mensupları aynı itirazları değişik bir üslupla dillendiriyorlar. Küfür cepheden saldırırken, bunlar ise birlikte gözüküp koluna girerek hedefi saptırmaya çalışıyorlar.
Bir şeye mani olmanın iki yöntemi vardır. Biri cepheden karşı durarak, ikincisi de ona saygı adı altında insanlarca erişilmez, ulaşılmaz, anlaşılmaz göstererek, hayattan uzak tutmaya çalışmaktır. Hurafelerinin Kur’an güneşiyle buzdağı gibi erimesinden korkanlar, işte bu yöntemi kullanıyorlar. İnanıyoruz ki Allah’ın hesabı karşısında, şeytanın hilesi zayıftır. Asla başarıya ulaşamayacaktır.
“Kur’an anlaşılmaz” sözünün gerçeği ifade etmemesinin hayattaki en açık delili, İslam’ın ilk günlerinden günümüze kadar sayılarını ancak Allah’ın bildiği insanların, bu kitabı, Arapçasından, Türkçesinden, İngilizcesinden, Fransızcasından okuyup anlamış ve dinlerini değiştirmiş olmalarıdır. Bunları bu anlayışa götüren hocaları, şeyhleri, ağabeyleri, üstatları değil sadece anladıkları bir dile çevrilmiş Kur’an’ı okumaları ile olmuştur. Bunun böyle olduğunu kendileri ifade ediyorlar:
“ Müslüman olan bir Fransız delikanlısı, Müslüman olduktan sonra Türk işçileriyle tanışıyor. Bu insanların da kendilerini Müslüman olarak gördükleri için onlarla tanışmak, tanımak ve kaynaşmak istiyor. Ancak görmüş olduğu manzara karşısında şu cevabı veriyor: “Ben İslam’ı Kur’an’dan tanıdım ve ona teslim oldum. Eğer önce sizi tanısaydım Müslüman olmazdım” diyor. Niçin sorusuna verdiği cevap ise daha ilginçtir: “Sizin bir Fransız’dan farkınızı göremiyorum ki, bana sevimli gelsin de dinimi değiştireyim?”
Ya onlar bu işi çok iyi görüyor, anlıyor ya da bunların gözleri perdeli. Bu iddiaların masumane olduğunu kabullenmek mümkün değildir. Bu çaba, tarih boyu oynanan oyunların bir uzantısıdır. Bunun bir oyun olduğunu anlamak için, kitaplığınızda duran bir Kur’an mealini alıp ilk suresi olan Fatiha suresinin anlamını okuyunuz. Üzerinde düşünüp ne anladığınızı yazınız. Sonra da yazdığınızı okumuş olduğunuz meal ile karşılaştırınız. Bu uygulama size gerçeği gösterecektir. Bu işi yaptıktan sonra, doğru anlayıp anlamadığınızı bir daha değerlendirin. Başka meallerle test edin. Sonunda anladığınızın doğruluğundan emin olacaksınız. Bugüne kadar Allah’ın kitabından uzak kalmanın ızdırabını yüreğinizde duyacaksınız.
Allah insanlara aklı kullanmaları için vermiştir. Aklını kullananlar övülmüş, kullanmayanlar ise yerilmiştir. Aklını kullanarak dinini anlamaya çalışanların önünde hiçbir engel yoktur. Okuyun, okuduklarınızı düşünün, mukayese edin, tek tek veya topluca muhakeme edin, anlaşılmayacak bir şey olmadığını göreceksiniz.
Sonuç olarak:
- Kur’an Arap Kavmi’nin konuştuğu açık ve anlaşılır bir Arapça ile gönderilmiştir.
- Gönderildiği kavmin diliyle vah yedilerek anlaşılması kolaylaştırılmıştır (onların anlayacağı seviyede bir dil ve üslupla gönderilmiştir.)
- Bir kavmin konuştuğu bir dil olan Arapça ile indirilen vahyin, başka kavimlerin dillerine çevrilmesi mümkündür. Bu güne kadar tüm toplumların dillerinin çevrildiği gibi.
- Bu çevirilerden (meallerden) Kur’an’ı okuyup anlayan ve beğenen insanlardan dinini, İslam ile değiştirenlerin, değişik kavimlerden farklı zamanlarda sayıca hesaba gelmeyecek kadar fazla oluşu aksini iddia edenlerin iddialarını boşa çıkarmaktadır.
5- Kur’an’ı, insanın davranışlarıyla ilgili ayetleri okuyup amel etmek için, gaybi konularla ilgili ayetleri okuyup iman etmek için, geçmiş kavimlerin hayatlarıyla ilgili kıssalardan ve verilen misallerden ibret almak için, insanın ve eşyanın tabiatından, yerin ve göğün, ikisi arasında bulunanların nasıl ve niçin yaratıldıklarıyla ilgili ayetleri de düşünerek, tefekkür, tezekkür ve teemmül ederek onu yaratanın kudret ve azametine teslim olmak için okumalıyız.
6-Ayetleri kullanıldığı bağlamdan koparmadan, çizdiği sınırları aşmadan, Kur’an’ın bütünlüğü içinde anlamak ve yaşamak için okumalıyız. İşte o zaman biz Kur’an’ı anlayacağız “Kur’an” da bizi…
Anlaşılmak temennilerimizle!..



