GenelYazarlardanYazılar

Kur’an’sız İslam Peşinde Olanlar

İslam denilince Allah’ın ilk yarattığı insan ve ilk seçtiği elçi olan Hz. Âdem (as.) ile başlayıp son elçi olan ve bir daha kendisinden sonra asla bir peygamberin gelmeyeceği süreci kast ettiğimizi başta ifade etmek daha doğru olsa gerek. Allah’ın bütün elçileri Bila istinasız kendilerini elçi seçen makamın kendilerine vah yettiklerini ileterek rablerini razı etmişlerdir. İlk haliyle vahiy İslam’ı son haliyle de Kuran İslam’ı insanlık tarihi kadar eskidir. Kuran İslam’ı kavramını sanki yeni doğmuş ve ortaya çıkan bir kavram gibi sunmak ta başından itibaren sakat sakat olmakla da eksik bir anlayıştır. Zira bütün elçiler rablerinden kendisine indirilenlere iman ettiler ve o indirilen vahiyler ile hükmedip hayatlarına yön verdiler. Bu durum onlar için bir keyfiyet olmayıp bağlayıcı bir zorunluluk idi. Her elçi kendisine indirilenlere sımsıkı sarıldı. Zira ancak böyle olmaları halin de doğru yol üzerinde olmaları söz konusu idi.

Ancak elçilerin de her insan gibi ölüm acısını tadıp rabbine kavuşmasından sonra geride kalanlar ne yazık ki elçilerin göstermiş olduğu hassasiyeti ve titizliği gösteremediler veya göstermediler. Bu olumsuz durumun ortaya çıkmasının bir değil birden çok nedenleri olabilir. Bize göre ise bizden öncekilerin de bizim de bu olumsuz durumla karşı karşıya gelmemiz: Allah’ın gönderdiği vahiylerden uzak hatta uzaktan ve yakından ilgisi olmayan batıl düşünceleri hak olarak kabul etmemizden kaynaklanmaktadır. İşin aslına bakacak olur iseniz tarihin her dönemin de Allah’ın gönderdiği dinin Kuran’da olduğunu savunanlar ile çarpık din anlayışını savunanlar arasında mücadele devam ede gelmiştir. Kendi dönemlerin de mevcut siyasi yönetimlerin desteğini alan bu insanlar seslerini yükselmişler ve kendi dışındaki düşüncelerin toplumda yayılmasına müsaade etmemişlerdir.

Gerek Sünni gerek ise Şii anlayış sahiplerinin günümüze kadar gelerek varlıklarını devam ettirmelerinin sebeplerinden birisi bu düşünceler bu gün de dâhil devletin resmi olan ideolojileri ile uyumlu bir tavır ortaya koymuş olmalarından kaynaklanmaktadır. Her gün ilk fırsatta içerisin de yaşadıkları küfür rejimlerinin bekası için “ devamı devlet diye dua” etmekten asla imtina etmemişlerdir. Tabi ki bunların aksine davranan tevhit erlerini ayrı tuttuğumuzu belirtelim.

İslam dışı hiçbir yönetim biçimi veya ideoloji kendisini gayri meşru sayıp kabul etmeyen hatta varlığı ile mücadele etmeyi kendine temel ilke olarak kabul eden Kuran’a bırakın sempati ile yaklaşmayı zaman zaman fiziki varlığından bile rahatsız olduklarını son dönem de yapılan saldırılardan öğrenmekteyiz. Yeryüzünde hükmü yok sayılan yüce kuranın artık fiziki varlığına da tahammül gösterilmemektedir. İnkâr eden kâfirlerin en büyük ve değişmeyen fıtratları Allah’ın gönderdiği vahiylere şiddetle karşı çıkmış olmalarıdır.

İnkâr edenler Allah’ın elçilerinden sıra dışı bir takım isteklerde bulunmuşlardır. Bunlara örnek olarak 17/ 90-91-92-93 dâhil ilgili ayetlerini okumalarını tavsiye ereriz. Bu sıra dışı isteklere en uçuk ve en uç örnek olarak Allah’ın elçisine indirdiği vahiylerden vaz geçmelerini istemiş olmalarıdır. Bunu başardıkları zaman elçiyi kendi kontrolleri altına almış olacaklardı. Fakat elçinin onlara verdiği cevabı gelin birlikte okuyalım:

Onlara ayetlerimiz açıkça tilavet edildiği( okunup aktarıldığı) zaman (Öldükten sonra ) Bizimle karşılaşmayı ummayanlar (ahirete inanmayanlar), (Ya bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu Kuranı kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına uymam. Rabbime isyan edersem elbette büyük günün azabından korkarım.” De ki: “ Allah dileseydi onu size tilavet edemezdim ( okuyup aktaramazdım); Allah da onu size bildirmezdi. Ben bundan önce bir ömür içinizde kalmıştım. Akıl etmiyor musunuz?” ( Yunus – 15-16) Bu ve buna benzer ayetlere kuranda sıkça rastlamak mümkündür. Bütün amaç muhatapları ilahi vahiyden uzaklaştırmaktır. Bunu başarır iseler kendileri açısından istedikleri sonuca veya sonuçlara kısa yoldan ulaşmış olacaklardır. Unutmayalım ki, vahyi hayatının dışına atanlar ya da görmezden gelenlerin doğru yolda olmaları mümkün değildir. Allah ancak kendisi tarafından belirlenen kuralları hayatlarının merkezine koyanlardan razı olacaktır. Aksini düşünmek veya iddia etmek sadece zan ile hareket etmek olur ki, zanda hak ve hakikatten hiçbir şeyi bünyesin de barındırmaz.

Allah bize Müslüman ismini vermiş bu isimlendirmenin önüne veya arkasına şucu veya bucu anlamlarına gelecek hiçbir ilave ve ya eksiltmeden razı olmayacağını belirtmiştir. Bu hususa dikkat etmemiz gerekmektedir. Allah’ın verdiği bu isimlendirmeyi yetersiz ve kifayetsiz bulan ve hala kendilerinin Müslüman olarak kalabileceklerine inananlara şaşmamak elde değil. Bu isimlendirmeler İslam’ın tevhit anlayışına kesinlikle aykırıda olamaz. Mesela kapitalist, sekuler, demokrat veya laik bir Müslüman olduğunu söyleyenlerin sanırım ağızlarından çıkanı kulakları duymamaktadır.

Şöyle ki: “Allah’a davet eden, iyi işler yapan ve Ben Müslümanlardanım!” diyenden daha güzel sözlü kim olabilir ki!”  ( Fssilet- 33) Bu ayet bile tek başına bir Müslüman duruşu ortaya koymakta, Müslümanlıktan öte başka herhangi bir isimle anılmaya ihtiyaç olmaması gerektiğin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak Kuran’ı anladıkları dilden okumayan kitabın mensupları ne yazık ki, bu ve buna benzer önemli şeylerin farkına varamamaktadırlar.

Her din veya ideoloji kendi kitabından beslenip o kitabı referans alır iken söz konusu yüce İslam olunca durum farklılaşmakta o kitabın her şeyi açıklamadığı hatta bazı şeylerin olmadığını ifade edecek kadar densizleşen bu insanlar Kuran’ı yetersiz hatta kifayetsiz ve çapsız görerek onun önüne ve arkasına sözde kaynaklar koyarak Kuran’ı saf dışı bırakmaktadırlar. Kendi grup ve cemaat liderleri tarafından yazılan kitapları başucu kitabı yapıp her şartta okuyan ve onunla amel eden insanlar söz konusu Kuran olunca onu okumak ve ona dokunmak için akıllara ziyan şartlar koyarak o kitabı hayatlarının dışına atmaktadırlar.

Şunu unutmayalım ki! Allah’ın gönderdiği elçiler söz konusu olunca o elçilere indirilen kitaplar akla gelmektedir. Mesela, İsa (as) İncil Musa (as) Tevrat ile birlik de anılmakta bu elçilerin hadislerinden hiç bahsedilmemektedir. Ancak söz konusu son elçi olan Hz. Muhammed söz konusu olunca durum tersine dönmekte. Muhammed as. Denilince akla ilk gelen yüce Kuran değil onun adına birileri tarafından söylenen sözler hadisler akla gelmektedir.

Son elçi sürekli hadislerle anılmaktadır. Oysa o elçi dinini o Kuran’dan öğrenmiştir. Buradan acele olarak bizler gibi düşünen kardeşlerimizi hadis inkârcıları olarak ilan etmeye çalışan kardeşlerimize acele etmemelerini eğer böyle düşünüyorlar ise hakkımıza girdiklerini hatırlatırız. Zira hadisleri ne toptan kabul ediyoruz ne de toptan inkâr ediyoruz. Usul olarak hadis diye bizlere nakledilen sözleri yüce Kuran’a aykırı olmaması kaydıyla kabul edip o şekil de amel etmekteyiz.

Her elçi vahiyle tanışmadan önce yaşadıkları toplumlarda temiz kalmayı başara bilen çok kıymetli insanlardır. Zira o toplumlar o insanların fikir ve düşüncelerinden istifade edip onlardan her şekilde faydalanmakta idiler. Ne zaman ki elçiler ilahi vahiyle sorumlu tutuldular işte o zaman işler karıştı. Çünkü elçiler kendilerine indirilen ilahi emirler ile hayatlarına yön verince toplumları bu durumu asla kabul etmeyeceklerini ilan ettiler. Sebep elçilerin onlar ile yollarını ayırmış olmalarıdır. Karşı taraf tavırlarını şöyle ortaya koydular: “ Nihayet senin bizi çağırdığın şeye karşı bilgi ve idrakimiz kapalıdır, kulaklarımızda ise bir ağırlık var. Seni dinleyecek halimiz yok. Çünkü seninle bizim aramız da bir engel var. Öyleyse sen işine bak, bizler de işimize bakalım” dediler. ( Fussilet- 5)  İnkarcılar bu tavırlarıyla ilahi vahye de o vahyin canlı ve yürüyen temsilcilerine de bir daha açmamak üzere kapılarını kapatmışlardır.  Bu ayet günümüz dünyasını ne kadarda güzel ifade etmektedir. Günümüz Müslüman coğrafya halkları her şey için veya her türlü kitabı okumak için imkan ve fırsat bulur iken neden ise Kuran’ı anladığı dilden bir kez olsun okumaya fırsat bulamamaktadır. Mesnevi, risaleler ve klasik batı eserleri için ayırdığı zamanı Yüce Kuran için bir türlü ayıramamaktadır. Bu eserler edebiyat ve kültür açısından çok önemli ve değerli olabilirler! Ancak dini açıdan kaynak olarak kabul edilecek hiçbir değere ve kaliteye sahip değillerdir.

İnsanlığın var olduğu ilk günden şu an dâhil ilahi vahyin yanında olup hayatlarını ona göre şekillendirenler ile bunun karşısında olanlar sürekli mücadele halinde olmuşlardır. İnkâr edenler bazen doğrudan inkâr eder iken bir kısmı da inkârını gizli tutup yollarına böyle devam etmişlerdir. Aleni olarak inkâr etmeyenler ilahi vahyin hükümlerini ya görmezden gelmişler ya da yürürlükten kaldırıp geçersiz kılmışlardır. Neticede iki grubunda yaptıkları sonuç itibariyle aynıdır. Kitabın mensupları ise gün geçtikçe ilahi vahiyden uzaklaşıp onunla aralarına sürekli mesafeler ve engeller koyarak özden ve birinci ve tek kaynaktan sürekli uzaklaşmışlar nihayetin de o kaynağı tanıyamaz hale gelmişlerdir. Bu durum onları aktif halden pasif hale dönüştürerek adeta nesne haline gelmelerine sebep olmuştur.

Vahiy diğer bir değişle Kuran İslam’ını savunan bu hareketi son elli yıl veya daha az bir zaman dilimiyle sınırlamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Yüz sene önce: “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”( Mehmet Akif Ersoy) Ancak, bazı toplumların Kuran İslam’ı kavramıyla tanışmaları yeni olabilir. Herkes her şeyi olur iken mesela, tarikatçı, mezhepçi, hadisçi, sünnetçi, laik ve demokratik kavramları kullanarak Müslüman olduklarını ifade eder iken! Ne yazık ki Kuran İslam’ını savunup kabul etmenin sakıncalı görülüp tu kaka edildiği bir zamanı yaşamaktayız.Hatta Türkiye genelin de Kuran İslam’ını laik ve demokratik devletin bir projesi olarak tanımlayıp bu düşünceyi dillendiren tevhit erlerini hak etmedikleri,  bir takım yalan yanlış iftiralar ile karalamaya çalışarak Allah’tan korkmadan peygamber inkarcıları, sünneti inkar edenler, mezhepsiz ve hadisleri inkar ediyorlar diyerek toplumda itibarsızlaştırmaya an itibariyle devam etmektedirler. Oysa gayri İslam’i rejimlerle her türlü ilişkiye giren ve varlık sebeplerini bu tür sistemlere borçlu olanlar kendileridir.

Laik ve demokratik sistemin sunduğu her türlü lüks ve konforu sonuna kadar kullanıp rahatlarına bakar iken mevcut sistem tarafından bütün kamu haklarından mahrum bırakılarak yıllarca hapis yatan tevhit erlerini hak etmedikleri bir takım ithamlarla itibar kaybına uğratmaktadırlar. Türkiye genelinde bin dokuz yüz yetmişli yıllarda gündeme gelen ve yavaş yavaş telaffuz edilmeye başlanan Kuran İslam’ının hararetli savunucularından olan rahmetli Ercüment Özkan’ın hakkını teslim etmek gerekmektedir kendisini rahmet ile anıyorum. Sistem tarafından davasından vaz geçme karşılığında her insanın zaafı olan bütün teklif ve imkânları reddederek: “ Başımdaki saç telleri adedince rabbim bana ömür verse yine de davasından vaz geçmeyeceğini söyleyerek” rabbine kavuşmuştur.

Bir yanlış anamaya meydan vermemek için şu hususun altını çizmek istiyorum. Kuran İslam’ı diyen kardeşlerimizin peygamber siz bir İslam savunduklarını söyleyen malum çevreler şunu bilsinler ki peygamber siz bir din anlatmak dinsizliktir. Zira Allah gönderdiği vahiyleri o elçileri aracılığı ile onların şahsında uygulana bilir hale getirmiştir. Allah elçilerin örnekliğini iman edenlere farz kılmıştır: “ Yemin olsun ki sizin için, Allah’ın elçisin de, Allah’a ve ahiret gününe umut besleyen ve Allah’ı sürekli hatırında tutan herkes için güzel bir örneklik vardır.” ( Ahzap- 21)  Bu ayete göre Hz. Muhammed as. Kuran’ın hayata nasıl uygulanacağını gösteren en güzel örnektir, rol modeldir. O modeli yok sayan veya hafife alan anlayış sahiplerinin İslam dairesi içerisinde kalmaları mümkün değildir. Yine hatırlatmakta fayda var: Kim Kuran’dan konuşuyor ise İslam’dan konuşuyor demektir veya İslam’dan konuşan Kuran’dan konuşmak zorundadır. Başka bir yazı da buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir