
Müslümanların Kur’an’a Yaklaşımları (1)
Bu konu üç ana başlıktan oluşmaktadır:
I: Geleneksel Yaklaşımlar.
II: Modernist Yaklaşımlar.
III: Batini yaklaşımlar.
I: Geleneksel Yaklaşımları da iki başlık altında anlatmaya çalışacağız.
1: Anlamadığı halde orijinal metni okuyanların yaklaşımları:
a: Sadece sevap Kazanmak Amacıyla Okumak,
b: İstenilen Hedeflere Ulaşmak İçin Okumak,
c: Musikisinden Haz Almak İçin Okumak,
d: Tıbbi hastalıklara şifa bulmak için okumak
2: Anladığı dilden okuyanların yaklaşımları:
a: Sadece bilgi edinmek maksadıyla okumak,
b: Bazı gaybi olayların şifrelerini aramak maksadıyla okumak
c: Kendi görüşlerini onaylatmak için okumak,
d: Kur’an’ın, Bir Kısmını İnkâr Eden Bir Yaklaşımla Okumak:
e: Kur’an’ın bütünlüğünü ve ayetlerin bağlamını gözetmeden okumak,
f: Kur’an’ın önüne birtakım kitaplar koyarak, onların Penceresinden okumak.
II: Modernist Yaklaşımlar
1: Mealci Bir Mantıkla Okumak
2: Tarihselci bir mantıkla okumak
3: Modernist bir mantıkla okumak:
III-Bâtıni Yaklaşımlar
a: Tasavvufî bakış açısıyla okumak
b: Şia bakış açısıyla okumak
Kur’an’a yaklaşımlar konusuna başlarken, Kur’an hakkında sizlerle bir ayet ve bir de hadisi şerifi paylaşmak istiyoruz.
“Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine bu Kur’an olurdu). Fakat bütün işler Allah’a aittir. İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanların hepsine toptan hidayette kılardı. Allah’ın vadi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir belâ gelmeye devam edecek veya o belâ evlerinin yakınına inecek. Allah, vadinden asla dönmez.” Rad 13/31)
“Allah’ın kitabı olan Kur’an da sizden öncekilerin kıssaları, sizden sonrakilerin haberleri, kendi aranızda olanların hükümleri vardır. O doğruyu eğriden ayıran kitaptır. O hiçbir zaman anlamsız konuşmaz. O Allah’ın sağlam ipidir. O zikri hakîmdir. O dosdoğru yoldur, kötü arzular onu asla hedefinden saptıramaz. Diller onu karıştırıp bozamaz. Âlimler ona doyamaz. Muttakiler ondan usanmaz. O tekrar tekrar okumakla eskimez. O cinlerin, işitir işitmez “Biz acayip bir Kur’an işittik ki O doğru yola iletiyor. Derhal ona inandık” dedikleri kitaptır. O’nun ölçülerine göre konuşan doğruyu söyler, ona göre davranan ecrini alır. Onunla hükmeden adil olur. Ona çağıran doğru yola çağırmış olur.” (Tirmizi)
İnsanlığı karanlıklardan aydınlığa, zulmetten nura, batıl anlayışlardan hakikate, ulaştırmak için gönderilmiş olan Kur’an’a, bazı insanlar, guruplar, cemaatler doğru olmayan yöntemlerle yaklaşarak kendilerince bir anlam kazandırmaya çalışmaktadırlar. Bu yaklaşım tarzlarını ve okuma biçimlerini birlikte değerlendirerek, sahih bir anlayışta buluşmaya çalışacağız inşallah.
I: Geleneksel Yaklaşımlar:
1: Anlamadığı halde orijinal metni okuyanların yaklaşımları:
a: Sadece sevap Kazanmak Amacıyla Okumak,
Biz Müslümanlar okunsun, anlaşılsın ve yaşansın diye gönderilmiş olan bir kitabı, yıllarca anlamadan okuruz. Ona duyduğumuz sevgi ve saygıyı anlatmakla bitiremeyiz. Abdest almadan ona elimizi sürmeyiz, Yüksek yerlerde muhafaza ederiz, kısacası ona kendimizce saygı adına yapılması gereken ne varsa hepsini yapmaya çalışırız. Ama onu anlamak için hiçbir gayret göstermeyiz. Anlamadığımız için de onun bizden istediği nedir hiç öğrenmeden sayfalarına bakar çeviririz.
Kur’an’ı, anlamadan, anlama gayreti göstermeden, hatta bunun gerekliliğine bile inanmadan, sadece sevap kazanmak üzere ve hatim indirmek amacıyla okur dururuz. Bu garabet, dünyada herhalde Kur’andan başka hiç bir kitap için yapılmamıştır. Çünkü dünyanın her yerinde insanlar bir kitabı öğrenmek için okurlar ve onun vermeye çalıştığı mesajdan istifade ederler. Müslümanlar ise Kur’an’ı sadece okumak için öğrenir ve bir ömür boyunca da okurlar fakat asla onu anlamak ve ne istediğini öğrenmek için anladıkları dilden okumazlar. Niçin? Çünkü böylesi sevap değildir anlayışı akıllarının üzerini örtmüştür.
b: İstenilen Hedeflere Ulaşmak İçin Okumak,
Geleneksel düşüncenin üretmiş olduğu hurafelerin toplumda yaygınlaşmasının sonucu olarak, Kur’an’ın belli sureleri belli amaçlara ulaşmak için bir araç olarak görülmeye başlanmıştır. Yasin, Mülk, Cin, Nebe… Sureleri gibi. Bunların okunmasıyla nelere ulaşacaklarını anlamak için “Peygamberimizin sözü olduğu söylenen sözlere dayanarak Surelerin Faziletine Dair” yazılanlara baktığımızda şunları görüyoruz:
FATİHA: Her derde deva, zehire şifadır. (Ramüz el Hadis 321/11)
YASİN SURESİ: Bu mübarek sureyi 70 defa okuyan her muradına nail olur.
ŞURA SURESİ: Bu sureyi okuyan hasmını mağlup eder.
KAMER SURESİ:70 Defa okuyan zalimin şerrinden kurtulur.
CUMA SURESİ: Helalinden evlenmek isteyen 18 defa okursa nasibi açılır.
NEBE SURESİ: İkindiden sora okuyan dünya ve ahiret saadetine nail olur.
HAC Süresini okuyan, hac ve umre yapanın sevabını alır. (Beyzavi 4/62)….
Aklınıza şöyle bir soru gelebilir, “Bu niyetle okumanın insanlara ne zararı vardır? Verecek Allah değil mi? Eğer Allah Teâlâ böyle bir vaade bulunmuşsa elbette o vadinden dönmez. Fakat böyle bir şey yoksa ki, herhangi bir sure için Allah böyle bir şey vaat etmiyor. Bu halimizle insanları aldatmış, Allah’a da iftira etmiş olmaz mıyız? Bu sureleri anladığımız dilden okuduğumuz zaman Allah Teâlâ’nın bu surelerde bizlerden ne istediğini yakinen göreceğiz… Buna en çok hasta ve ölülere okunan Yasin suresinden bir örnek vermek istiyoruz:
“Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi de. Bu bir öğüt ve apaçık bir Kuran’dır. Diri olanları onunla uyarasın ve kâfirlerin üzerine de azap sözü hak olsun diye (gönderdik).” (Yasin 36/69-70)
Bu ayeti okuduğumuz bir ölü bizimle konuşacak olsaydı şöyle demez miydi? “Bu ayet diriler için öğüt olduğunu söylüyor, ben ise ölüyüm ve o şansı kaybettim. Sen bu ayeti bana değil önce kendine, sonrada hayatta olan insanlara okuman gerekir. Şimdi sen okuduğun ayete uygun davranmıyorsun. Yanlış yapıyorsun” dediğinde halimiz nasıl olurdu?
c: Musikisinden Haz Almak İçin Okumak,
Kur’an’ı, tecvitli ve teganni ile ve sadece musikisinden haz duymak için okumak da yaygın bir diğer yanlışlıktır. Bu hususta aşırıya giden kimileri açısından ise, Kur’an okumak neredeyse müzik zevkine indirgenecek boyutlara kadar taşınmış bulunmaktadır. Bu tarz Kur’an okunan yerlere “Kur’an ziyafeti” sloganıyla on binlerce kişinin akın edip, hiçbir şey anlamadan abartılı tegannilerle okunan Kur’an’ı dinleyip duygulandıkları, büyük haz duydukları görülmektedir.
Ancak aynı on binlerin, Kur’an’ın mesajının anlatılacağı, Rabbimizin vahiyle bizden neler istediğinin açıklanacağı konferans, seminer, panel ve sempozyumlara katılımın ise hemen yüzlere, en fazla binlere düşüvermekte olması da bu alandaki büyük sapmayı ve Kur’an’a bu anlamdaki yanlış yaklaşımın hangi boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır. Şüphesiz ki, halkımızı bu tür davetlerle Kur’an’la buluşturmak da ilk bakışta bir olumluluktur.
Ancak bu vesileyle toplanan on binlerce insana sunulan Arapça Kur’an okunuşunun ardından hiç olmazsa orada okunan ayetlerin açıklamaları da yapılmalı ve toplanan bu iyi niyetli, ancak Kur’an’a nasıl yaklaşacağının bilincinde olmayan kitlelere Kur’an’ın ne için indirildiğini ve bizlere ne söylediğini de bizzat Kur’an’ın ayetleri meal olarak anlatılmalı değil midir?
Bunlar yapılmadan gerçekleştirilen bu tür Kur’an okumaları, muharref geleneğin ürettiği yanlışa hizmet etmekten ve onu meşrulaştırarak, halkımızın Kur’an’ı anlamaktan uzak duruşuna katkıda bulunmaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır. Hâlbuki halkımıza ısrarla şunun anlatılması, bilenlerin büyük sorumluluğudur. Şüphesiz ki tegannili okumak ta aşırıya kaçmamak kaydıyla; Kur’an’ın Allah kelamı olması hasebiyle, onu bu duygularla okuyan haz da duyabilir.
Ancak bu amaç haline getirilmemeli, yani Kur’an haz duymak, müzik zevkini tatmin etmek amacıyla okunmamalı, bu hal Kur’an’ı anlamak ve yaşamak gayesiyle okuyan insanda ayetlerin mesajının etkili olması beklenmelidir.
d: Tıbbi hastalıklara şifa bulmak için okumak
Kalplerdeki hastalıklara şifa vermek, manevi kirlilikleri, şirki, fesadı izale etmek için indirilmiş olan Kur’an’a fiziki hastalıkları tedavi edecek bir kitap gibi yaklaşmak da bir başka yanlış yaklaşım olarak ortaya çıkmıştır. Rabbimizin ise şöyle buyuruyor.
“Ey insanlar, size Rabbinizden bir öğüt, kalplerde olanlara bir şifa, müminler için de bir hidayet ve rahmet gelmiştir.”(Yunus 10/57)
“Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Araba yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur’an’da ne söylendiğini anlamıyorlar.)” ( Fussilet-41/44)
Kur’an’ın Müminler için yol göstermesi, onları başta şirk olmak üzere kalplerdeki kirlerden arındırması ve kalplerdeki hastalıklara şifa olabilmesi için, O’nun ancak öğüt almak ve anlayıp da bir an önce hayata geçirmek amacıyla okunmasını gerekli kılmaktadır. Doktorun hastaya yazdığı reçeteyi okuyarak tedavi olması ne kadar anlamsız ise, Müslümanların biyolojik rahatsızlıkları için Kur’an okuyarak tedaviye çalışmaları da bir o kadar yanlıştır.
Bu anlamdaki muskacılık faaliyeti, hayatı düzenleyen hükümler taşıyan ayetleri değişik biyolojik hastalıkların tedavi aracı haline getirerek, esas amacından uzaklaştırmaktadır. Bir kere daha hatırlatalım ki onun şifa oluşu, gönüllerde yer eden küfür, şirk, nifak, dünyevileşme ve beşeri olanı ilahi olana tercih etme hastalıklarına karşıdır. Yerinde kullanılmayan reçete yaraya merhem olmayacaktır.
2: Anladığı dilden okuyanların yaklaşımları:
a: Sadece bilgi edinmek maksadıyla okumak,
Kur’an’ı, sadece bilgi edinmek ve entelektüel bir seviye kazanmak için okumak ve Kur’an’a bu amaçla yaklaşmak da Kur’an’ın indiriliş amacına aykırı bir başka sapmayı oluşturmaktadır. Bu sebeple bu amaçla Kur’an okumaya çalışan kimseler, Kur’an’ın bereketinden istifade edemezler.
Allah’ın kulları için seçtiği dinin kitabını, okuyup onunla amel etmek için değil de, meslek ve kariyer sahibi olmak için bir araştırma nesnesi haline getirerek profesyonelce okumak da bu anlamdaki sapmanın bir diğer biçimini oluşturmaktadır.
Nitekim bugün yüzlerce “ilahiyatçı akademisyen” ve “İslamcı yazar” bu konuda ibret verici, çok sayıda örnek sunmaktadırlar.
Kendilerinin yaşamadıkları, onunla amel etmedikleri ayetlerin bilgilerine sahip, ilmiyle amil olmayan bu tür kişiler Kur’an’ın diliyle kınanmaktadır.
“Kendilerine Tevrat öğretildiği halde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kimselerin durumu ne kötüdür! Allah zalimleri doğru yola eriştirmez.” (Cuma 62/5)
Kitabı sadece bilgilenmek, akademik bir çaba göstermek için okuyup onun hükümlerini hayata taşıma kaygısı duymayanların durumu, böyle zelil bir durumdur.
Allah, ayetlerin bilgisine sahip olup, onu insanlara anlattığı halde o bilgiyi hayatına aktarmayanları uyarmakta ve Allah’ın en sevmediği halin bu olduğunu beyan etmektedir.
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız / yapmadığınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir günahtır. Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.” (Saf 61/2-4)
Aynı şekilde Rabbimiz iyiliğin bilgisine sahip olup onu başkalarına tavsiye ettiği halde kendisini unutanlar için de şöyle buyurmaktadır:
“Kitap’ı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?” (Bakara 2/44)
O halde Kur’an’ı, sadece bilgi sahibi olup, o bilgiyi başkalarına anlatmak için değil, öncelikle anlayıp, öğüt alıp kendi hayatımızı düzeltmek amacıyla okumalıyız. Kendi hayatımızın ilkeleri haline getirdiğimiz bu hükümleri, ondan sonra ve yine Rabbimizin emri gereğince diğer insanlara da anlatmamız gerekmektedir.
b: Bazı gaybi olayların şifrelerini aramak maksadıyla okumak,
Kur’an’a gaybi olayların şifrelerini bulmak maksadıyla okumak; onun harflerinden, ifade biçimlerinden bir takım anlamlar çıkarmaya çalışmak, ya da onu bir şifre kitabı olarak görmek ve bu amaçla Kur’an’a yaklaşmak da önemli bir diğer sapmayı oluşturmaktadır. Hâlbuki Kur’an sadece öğüt vermek ve ihtiva ettiği, ölçü, değer ve hükümlerle hayatımızı yeniden tevhit dini ekseninde inşa etmek amacıyla indirildiğini yine kendisi açıklamaktadır.
“Gerçek (şu ki), o (Kur’an), elbette bir öğüttür. Dileyen kimse ondan öğüt alıp düşünür.” (Müddessir 74/54-55)
Gerçekten onlara, inanan bir toplum için yol gösterici ve rahmet olarak, ilim üzere açıkladığımız bir kitap getirdik.”(Araf 7/52)
Merhum Mehmet Akif de, toplumda yaygın olan bu tür yanlış yaklaşımlara isyanını aşağıdaki mısralarında ifade etmiştir:
“Ya açar bakarız nazmı celilin yaprağına.
Ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına.
İnmemiştir arza Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için,
Doğrudan Kur’andan alarak ilhamı,
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı…”
c: Kendi görüşlerini onaylatmak için okumak,
Kur’an’ı özne olmaktan çıkarıp nesneleştirerek, belirleyen olmaktan çıkarıp belirlenen konumuna dönüştürmek ve Kur’an’a kendi ön yargılarımızı tasdik ettirmek, ön kabullerimizi onaylatmak amacıyla yaklaşmak da yine yaygın olan bir diğer yanlış yaklaşımı teşkil etmektedir. Hâlbuki Kur’an hep merkezde ve özne konumunda, belirleyen otorite noktasında tutulmalıdır ki, o bizim aklımızı, imanımızı, şahsiyetimizi ve hayatımızı vahyin ölçüleri ile inşa edip, bizi arındırabilsin. Bize izzet, şeref ve Rabbimizin rızasını kazandırabilsin.
Eğer böyle olmaz da, önyargıların, ön kabullerin kirlettiği, şartlandırdığı bir akılla ve önceden sahip olduğumuz Kur’an’ın aydınlığından uzak, hevamızın ürünü fikirlerimizi destekleyecek hükümler aramak amacıyla Kur’an’a yaklaşırsak, Kur’an bize hazinelerini açmayacak, bize rehberlik yapmayacak ve bizi aydınlatmayacaktır. Tam tersine, sahip olduğumuz ön kabullerimizi onaylatmak için Allah’ın ayetlerini zorlamak, onları eğip bükerek kendi haklılığımızı ispat etmeye çalışmak olacaktır. Kur’an’ı kendi istek ve arzularımıza uydurmaya çalışmak, zelil ve sefil konumlara sürüklenmemize sebep olacaktır. Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınmalıyız. Kur’an bize değil biz Kur’an’a tabi olmak için çalışan kullar olmakla emrolunduğumuzun bilinciyle hareket etmeliyiz.
“Rabbin, onların işlerinin karşılığını elbette tamamen verecektir. O, şüphesiz, onların yaptıklarını bilir.” “ Sen, emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptıklarınızı görür.” (Hud 11/111-112)
d: Kur’an’ın, Bir Kısmını İnkâr Eden Bir Yaklaşımla Okumak:
“Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek” Kur’an’a yaklaşmak ya da Kur’an’ın bir kısmını uygulayıp, bir kısmını da hayatın dışında bırakan bir anlayışla Kitabı okumak da insanlık serüveninde sürekli var olan bir sapma türünü oluşturmuştur. Bunların durumuyla ilgili olarak da Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Gerçekten, Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şeyi gizleyerek onu az bir değerle değişenler var ya, onların karınlarına tıkındıkları ancak ateştir. Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz ve onları günahlardan arıtmaz. Onlara elem verici azap vardır.” Onlar doğruluk yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı satın alanlardır.” (Bakara 2/174-175)
“…Yoksa kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası; dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar, azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gafil değildir.”(Bakara 2/85)
İşte bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, Kitaptaki bir kısım hükümleri, ibadetleri yerine getirip, diğer bir kısmını ise terk edip, uygulamamak, Rabbimizce “Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını da inkâr etmek” olarak değerlendirilmektedir. Halkımız, Kur’an’ı okusaydı, indiriliş amacına uygun olarak, O’nu anlamak, öğüt almak ve yaşamak gayreti içinde olsaydı, şüphesiz bu ayetin de farkına varacak, Allah’ın emir ve yasaklarını koyduğu hükümlerin ya da ibadetlerin bir kısmını yerine getirip, diğer bir kısmını terk etmenin, Kitaba inanmama anlamına geleceğini bilirdi.
e: Kur’an’ın bütünlüğünü ve ayetlerin bağlamını gözetmeden okumak,
Kur’an bütünlüğünü gözetmeyen, “parçacı yaklaşım”la okumak, aynı konuyu düzenleyen, ya da aynı konu ile ilgili bir birini tamamlayan biligilleri veren yahut da aynı konuda birbirini açan, tefsir eden, birbirini tamamlayan diğer ayetleri dikkate almadan bir ayetten istediği hükmü çıkarıp onunla amel etmek, Kur’an’ın amacına uygun bir sonuca ulaştırtmadığı gibi, bu anlayışa bağlı olarak pek çok sorunların meydana gelmesine de yol açmaktadır.
Hâlbuki aynı konuda değişik surelerde yer alan başka ayetlerin de birlikte ele alınması suretiyle ve Kur’an bütünlüğü içinde bir konu hakkında doğru hükme ulaşmak mümkündür. Aynı şekilde, dinin kendisi ile (yoruma açık alanda) yapılan bazı yorumlarının birbirine karıştırılması sonucunda, kendi yorumunu mutlaklaştıranların, diğerlerini dışladığı, hatta Müslüman bile kabul etmeyerek öldürmeye kadar gidebildiği ciddi sorunlar yaşanmıştır.
Bir başka tutumla Kur’an’ı parçalara ayırıp, bu parçalardan bir kısmını öne çıkarıp, esas alarak, Kitabın bütünlüğünü ve diğer kısımlarını ihmal ederek Kur’an’a yaklaşmak, onun doğru anlaşılmasını ve bütüncül olarak idrak edilip aynı bütünlük içinde hayatı inşa etmesini engelleyen önemli bir zaaf olarak büyük sıkıntı ve sapmalara yol açabilmektedir. Böyle yapanlara Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:
“Kuran’ı işlerine geldiği gibi bölenlere de, kendi kitaplarının bir kısmına inanıp bir kısmını kabul etmeyen Yahudi ve Hrıstiyanlara da nitekim Kitap indirmiştik; Rabbine andolsun ki hepsini, yaptıklarından hesaba çekeceğiz.” (Hicr 15/90-92)
f: Kur’an’ın önüne birtakım kitaplar koyarak, onların penceresinden okumak.
“Kur’andan Din öğrenilmez” yaklaşımıyla, kendilerince yücelttikleri bazı insanların kitaplarını Kur’an’ın önüne geçirerek Kur’an’a yaklaşmak; Dini, efendilerin, üstatların kitaplarını Kur’an’ın önüne geçirerek öğrenmeye çalışmak da Kur’an’ın anlaşılmasının ve yaşanmasının önünde en büyük engellerden birini oluşturmaktadır.
Tüm insanlara hitap eden ve akıl sahibi herkesin öğüt alması için, apaçık ve anlaşılmak için kolaylaştırılmış olarak indirilmiş (Kamer 54/17, 22, 32, 40) Kur’an’ı okumayı terk edenler, vahiyle belirlenen ölçü, değer, ilke ve hükümlerden habersiz olmakta ve bu sebeple de, önderlerinin söyleyip yazdıklarının Kur’an’la sağlamasını yapma imkânından da mahrum kalmaktadırlar. Böyle olunca da önderlerinin Kur’an’a aykırı olarak ifade ettikleri bidat ve hurafe nevinden düşünceleri de “bir hikmeti” vardır anlayışıyla benimseyip, itaat ederek dinden saymak yanlışlığına düşmektedirler.
Kur’an, böyle davrananların, âlimlerini, önderlerini Rabler edindiklerini ve şirke sürüklendiklerini bildirmektedir:
“Onlar Allah’ı bırakıp hahamlarını, papazlarını ve Meryem oğlu Mesih’i Rab edindiler. Hal bu ki, tek olan Allah’tan başkasına kulluk etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ilah yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir.”(Tevbe 9/31)
Peygamberimiz (as) Adiyy b. Hatim’in “Onlar rahiplerine tapmıyorlardı ki” şeklindeki itirazına şöyle cevap vermiştir:
“ Ne münasebet, onlar Allah’ın helal kıldıklarını haram, haram kıldıklarını da helal sayıyorlardı. Halkta buna itaat ediyordu. Böylece onlara tapmış oluyorlardı” buyurmuştur.
İşte, Allah’ın hükümlerine uygunluğunu tahkik etmeden, kör taklitle, önderlerinin Kitaba aykırı düşüncelerini benimseyip tabi olanlar da tıpkı bunlar gibi âlim ya da önderlerini Rabler edinmiş oluyorlar.
Kur’an’ı okuyup dinini ondan öğrenme yerine; “Dini”, önderlerinin kitaplarından öğrenenler, önderlerinin düşüncelerini, Kur’an’a uygunluğunu araştırmadan, kör bir taassupla benimseyenler, başka kitapları Kur’an’ın önüne geçirerek belirleyici kılanlardır. İşte bunların, bu yanlış tercihleri ve yanlışa tabi olmaları sonucunda ahiretteki durumları şöyle anlatılıyor:
“Yüzleri ateşte çevrildiği gün: «Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygamber’e itaat etseydik!» derler. Yine derler ki: «Ey Rabbimiz, doğrusu biz, beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler. Ey Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.»” (Ahzab 33/66-68) Ne acı bir durum ve ne ümitsiz bir vakıa!
II- MODERNİST YAKLAŞIMLAR
1: Mealci Bir Mantıkla Okumak. (Peygamberi devreden çıkartarak Kur’an’ı okumaya çalışmak.)
Malum olduğu üzere Allah Teâlâ her defasında kitabını İnsanlığa bir elçi vasıtası ile göndermiştir. Çünkü kitabın hayata geçirilmesi o elçinin eliyle ve diliyle mümkün olmuştur. Sözün davranışa dönüştürülmesi, ilk muhatabı olan Elçilerin davranışlarıyla cisimleştirilmiş ve ümmete örnek gösterilmiştir:
“Andolsun ki, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar, Allah’ı çok zikredenler ve sizin için Resulüllah güzel bir örnektir.” (Ahzab 33/21)
Mealcilikle temayüz etmiş insanların Kur’an’a, Peygambere ve Onun Kur’a merkezli sünnetine yaklaşımlarında büyük bir sakatlık vardır. Kur’an okumaları Kur’an bütünlüğünden uzak, ayetler bağlamından kopartılarak lâfzî bir okuma biçimiyle okuyorlar. Bunun içinde İslam’ın gerçeğiyle bağdaşmayan bir anlayışla karşı karşıya kalıyorlar. Örneğin insanı sarhoş edip aklı gideren içkiler konusunda sadece Kur’an’da ismi zikredilen şarabın yasaklandığını, aynı özelliğe sahip adı anılmayan diğer içkilerin haram olmadığını söyleyecek kadar ileri gidiyorlar.
İbadetler konusunda örneğin Namaz kılmada peygamber gibi kılmaya ihtiyaç yoktur. Namaz duadır. İnsan bir miktar ayakta, oturarak veya yolda giderken de dua eder ve namazını kılmış olur” şeklinde bir anlayışa sahiptirler.
Peygamberimizin hadislerine yaklaşımda ise, süpürüp atıcı bir yöntem kullanmaktadırlar. Uygulamada hadislere ve kuran dışında hiçbir şeye bakmadan düz bir mantıkla hareket etmektedirler. Peygamber (as) uygulamada örnek olarak almamanın tabii bir sonucu olarak namazlarda rekât sayısı diye bir uygulamaları da yoktur. Bu anlayışta en az tarih boyunca altında hadis yazan sözleri Kur’an’ın eleğinden geçirmeden, toplayıp alanların yapmış olduğu yanlış kadar bu da büyük bir yanlıştır.
Özellikle Kur’an’ın uygulaması olan fiili sünnetleri göz ardı etmek, kabul edilebilir bir şey değildir. Çünkü Peygamber (as), bu dinin tebliğinden mesul olduğu kadar tebliğ ettiği ayetlerin hayata nasıl uyarlanacağını kusursuz olarak göstermekten de mesuldür. Çünkü onda olan bir özellik, Allah tarafından hiç kimseye verilmemiştir. Hayatta iken vahyin devam sürecinde yapmış olduğu şeyler Allah’ın iradesine uygun değilse hataları vahiyle düzeltilmiştir. Bu imkân sadece peygamberlere verilmiş bir imkân olduğundan o’nun örnekliği, yapıp ettiklerinin doğru olduğundan ve Allah tarafından kabul edildiğinden eminiz. Bizim veya peygamber (as) dışındaki ona uygun olmayan yapıp etmelerin ise akıbeti meçhuldür.
En kestirme olarak şunu kesin olarak biliyoruz ki, Peygamberler asla dinine ihanet etmez. Keyfi olarak bir şey yapmaz. İnsanları zora sokmak için uğraşmaz. “İki şey arasında Rabbim tarafından muhayyer bırakılsam, kolay olanını tercih ederim” sözü onun bu konudaki yaklaşımını ortaya koymaktadır. Allahtan olmayan bir şeyi dindenmiş gibi bildirmez. Böyle bir durumun olması halinde onu elçi olarak gönderenin nasıl bir tehditle tehdit ettiğini görüyoruz:
“Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı, Elbette biz onu bundan dolayı kuvvetle yakalardık. Sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız. Doğrusu Kur’an Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür.” (Hakka 69/44-47)
Peygamberden olduğundan emin olduğumuz konularda peygambere uymak, İslam’a uymak, Kur’an’a uymak ve dolayısı ile Allah’ın hükmüne uymaktır. Uymamak ise bu saydığımız şeylere uymamak ve Allah’ın hükmünden uzak kalmak anlamına geleceği gayet açıktır.
İslam’ın şiarı olan “emri bil mağruf nehyi anil münker” olarak ifade edilen, iyiliği emretmek kötülüğü nehyetmek sadedinden olarak Müslüman’a yakışan, bu insanlara doğruları hatırlatarak yanlıştan dönmelerini sağlamaktır. Kimsenin ayıp ve kusurlarını araştırmak, sayıp dökerek muhasebesini tutmak bizim işimiz değildir. İnanıyoruz ki Allah hiç kimsenin gayretine ihtiyaç duymayacak şekilde herkesin yapıp ettiklerinin muhasebesini tutuyor. Zira yapılan hiçbir şeyi ihmal etmeyip İmhâl ettiğini açıkça bildiriyor.(Yasin 36/12) Gizli ve açık tüm işlerin sonunun Allaha varacağına inanıyoruz. Onun için kendimizi o güne hazırlamanın gayretinden başka bir amacımız yoktur.
Şunu çok net olarak bilmeliyiz ki kimsenin meal okumasından rahatsız değiliz çünkü kırk yılı aşkın bir zamandan beri ulaşabildiğimiz insanlara anadillerine çevrilmiş, anladıkları dilden Kur’an okumalarını tavsiye ediyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde anlamadıkları bir dilde yazılmış bir kitabın harflerini seslendirmek için kitap okuma biçimi yoktur. Bu sadece Müslümanlara özgü bir okuma biçimidir. Merhum Iraklı âlim Gazali (çağdaşımız) bu gerçeğe parmak basarak, Müslümanların bu gün, bu halde olmalarının yegâne sebebinin bu olduğunu teslim ediyor. Müslümanlar olarak(!) Allahın, insanlar okuyup anlasınlar da hallerini düzeltip Allah’ın istediği gibi Allaha kulluk etsinler diye, açık anlaşılır (Yusuf 12/2)ve öğüt alınması için kolaylaştırdığı (Kamer 54/17-22-32-40) kitabını, örtüp kapatmak için elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Bu işin hesabını vermek her halde kolay olmayacaktır.
Bu nedenle bizim anlaşılmasını istediğimiz, mealcilik yapanların okuma biçiminin yanlışlığını anlatmaktır. Böyle bir okuma ne Allah’ın, ne peygamberin ve nede Müslümanların razı olacağı bir okuma biçimidir. Elbette dinin kaynağı Kur’an, Şarî ise Allah Teâlâ’dır. Ancak peygamberi de bu dinin birinci elden uygulayıcısıdır. Onu hesaba katmamak, razı olunan uygulamayı hesaba katmamak olacağından, yapılan amellerin kendini tatminden öte bir anlamı olmayacaktır.
Akıllı insan akıbetinden emin olmadığı bir işi yapmaktan imtina eder. Zira akıllı olmak bunu gerektirir. Dibini görmediği suya girmenin, yüzmede bilmiyorsa sonucu bellidir. Koruyup kurtaracak bir tedbir almadan insan suya girmez iken; ebediyen kazanıp kaybetmekten emin olmadığı bir yola girer mi? Bu iş ben yaptım olduyla olacak şey değildir. Dünyadaki yanlış hesaplarımız Bağdat’tan dönüyor. Ama dinde yaptığımız yanlışlar ahiretten dönmüyor. Onun için bu işteki yanlış tercihlerimizin düzeltilmesi ise din gününe kalmaktadır. Orada ise düzeltme imkânı yoktur. İnsan ancak yapıp ettiklerinin sonuçlarını kucağında bulacaktır.
*(Yazının devamı gelecek sayıda .)


