Yazılar

Özgürlükle Savrulmak mı,Kulluk İle Doğrulmak mı?

Felsefe sözlüğü, özgürlük kavramını şöyle tanımlamaktadır: kişinin kendi dışında herhangi bir şahıs, kurum, gelenek ve dinin etkisinde kalmadan kendi arzu ve isteklerine göre kendini belirleme hâlidir. Pozitif özgürlük ise dıştan ahlak, toplum baskısı veya herhangi bir etkenle olmayıp kişinin kendi iradesiyle kendi kendini belirlemesidir.

Tanımlanan bu anlamdaki bir özgürlük anlayışı, İslam’da olmadığı gibi tasvip de edilmez. Bu anlayış, İslam’ın bakış açısı- na göre, insanın kendi hevasını ilah edinmesi olarak görülür. Bu anlayış ile İslami bir şahsiyetin uzaktan yakından ilgisi olamaz. İslam, bu anlayışın tam zıddı olarak insana ‘kul’ sıfatını verir. Kulun yemesinden, giymesinden, ibadetinden, ticaretinden, insanlara olan ilgi ve sevgisine kadar ilkeler koyar, hudutlar çizer. Helal ve haram sınırları belirler. İslam’a göre kul, bu anlamda özgür değildir. Yaratan’ın emirlerine tâbi olan bir kimsedir. Allah’ın emirlerine itaati en büyük bahtiyarlık olarak nitelendirir. İnsan, Allah’ın belirlediği meşruiyet sınırları içinde kalmak kaydıyla diledi- ğini yapmakta muhayyerdir. Ancak meşru bir yemeği yerken bile kendini sınırlayan birtakım ahlaki kuralların denetimindedir.

Batı’nın tanımladığı manada bir özgürlük her kurala isyan kokan tam bir tuğyan hâlidir. Kulluk anlayışıyla bağdaşması mümkün değildir. Kul olmak kendisini yaratana karşı sorumluluklarının olmasını beraberinde getirdiğinden Batılı insan tanrıyı hayattan uzaklaştırarak tam anlamıyla özgür kalmaya çalışmıştır. Ancak özgürlük sarhoşluğu öylesine başını döndürmüştür ki ‘özgür insan’ bu defa da başka ilahların pençesine düşmüş, insanlık onurunu başkalarının çıkarlarına feda ederek berbat bir hayatın içine itilmiştir. Bu hayattaki özgürlüğü, Allah’a kulluk ile kıyaslamak mümkün değildir. Bir gram uyuşturucu için insanlık onurunu ayaklar altına alanlar, başkalarını eğlendirmek için bütün değerlerinden soyutlanıp maymun maskara olanlar, kapitalist anlayışın reklam panolarında afişe edilenlerin sergilediği görüntüler…

Özgürlük anlayışının insanlığı nereden nereye taşıdığının en güzel kanıtıdır. İslam, ilk günden beri Allah’tan başka ilahların pençesinde kul olmuş olan müstezaf kitleleri, kullara kul olmaktan kurtarıp onuruyla, gururuyla, şahsiyetiyle Allah’a kul olmalarının mücadelesini vermiştir. Bunca mücadelenin üzerine yeniden başa dönme çabalarını anlamak mümkün değildir. Her dünya görüşü kendi kavramlarıyla gündeme gelir ve bu kavramlarla hayata tutunur. Kavramlarını kaybeden bir fikrin hayatta kalması mümkün değildir. Pembe hayallerle başlayan yolculuk, sonunda “her şey aslına döner” kuralı işlemeye başlayınca tüm hayaller bitecek gerçeklerle yüzleşilecektir.

Demokratik ortamda sahiplenilen bu kavramlar da aslına dönüp gerçek yüzünü ortaya koyduğu zaman, ona tutunanların ufkunda şafak atacak ama o zaman atı alan Üsküdar’ı geçmiş olacaktır. Bu memlekette istibdat var diye sokaklara dökülenler, kişisel hak ve özgürlükler için mücadele verdiklerini söylüyorlardı. Aradan geçen bunca zamana ve onca değişime rağmen gelinen noktada işler tersine dönmüş, şimdi de özgürlük isteyen zihniyetten özgürlük istenmeye başlanmıştır.

Müslümanlar bu yanlıştan dönmeli ve kimin gerçek kurtarıcı olduğunu görmelidirler. Kimden ne isteyeceğinin yöntemini Allah kullarına göstermiştir. İnsanlık bu hakikatlere gözünü kapattıkça “medeni hırsızlar”(!) bu milletten nice değerlerini çalmaya devam edeceklerdir. İnsanlık, “Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakı- nız.”(50/16) buyuran Rabbine dönmedikçe bu fasit dairede daha nice zamanlar dönülmeye ve tarihî hatalar tekerrür etmeye devam edecektir. İnsan hakları ve özgürlükler konusunda dünyayı ayağa kaldı- ran özgürlük havarisi ABD’nin, girdiği ülkelere nasıl bir özgürlük ve insan hakları getirdiğini tüm dünya görüp dururken hâlâ bu anlayıştan kurtuluş bekleyenlere en yeni eserleri olan Tunus, Mısır, Libya, Afganistan ve Irak örneğini görmelerini hatırlatırız. Fransa’nın Cezayir halkını kavuşturduğu “insan hak ve özgürlüklerini(!)” hatırlatırız. Duvarlara vurularak öldürülen çocukların, baltalarla doğradıkları cesetlerin de insan olduklarını hatırlatırız. Şu an Suriye’de neler yapıldığını taassup ve mezhep perdesini aralayarak görmelerinin gerektiğini hatırlatırız. İşte bunların hepsi özgürlük ve insan hakları havarisi medeni Batı’nın insanlığa verdiği özgürlük dersidir. Bunlar kendileri gibi inanmayan ve kendilerinden olmayanları insan olarak görmeyecek kadar “özgür” bir toplumdur. Tercihini Allah’a kul olma yönünde yapan kimse, tercih ettiği dinin kurallarına hem savaşta hem de barışta uymak zorundadır.

Asrı Saadet’te Zeyd bin Üsâme’nin savaşta Müslüman olduğunu açıklayan birini, “Sen korkudan Müslüman oluyorsun.” diyerek öldürdü- ğünü duyan Peygamberimiz (as) “Ya Rabbi ben Üsâme’nin yaptığından beriyim. Ey Üsâme ben kalpleri yarmaya memur değilim. Ey Üsame sen onun kalbini yarıp da baktın mı? Seni “la ilahe illallah” kelimesine karşı kıyamet günü kim koruyacak.” buyurur? Bu nedenle Müslüman savaşta düşmanına karşı bile istediğini “özgürce” yapamayacak kadar Rabbine kul olmak zorundadır. Çünkü kulun yaptığı her işin hesabının sorulacağı bildirilmektedir.

Bu konuda Lokman (as)’ın oğluna vermiş olduğu öğüdünü hatırlatmak isteriz: “Yavrucuğum yaptığın iş bir hardal tanesinin ağırlığında olsa da bir kaya içinde veya göklerde veya yerin dibinde gizlense Allah onu yine de karşına getirir. Çünkü Allah’ın bilgisi her gizli şeye ulaşmaktadır. Yavrucuğum namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülüğü yasakla. Başına gelenlere sabret. Çünkü bunlar kesin olarak azmedilmesi gereken işlerdendir.” (31/16- 17) Bu nedenle yapılan iş büyük küçük ne olursa olsun, mutlaka hesabı sorulacaktır. Yapılanın niteliğine, içinde bulunulan şartlara göre kınamadan ölüme kadar cezası ne ise mutlaka uygulanır. Bu uygulama devletin tebaası olan Müslim ve gayri Müslim herkesi kapsar. Birlikte yaşadığımız coğrafyada, Müslümanların huzurunu bozucu, genel ahlak kurallarını ihlal edici, fitne ve fesada sebebiyet verecek hareketlerde bulunmalarına, umuma açık yerlerde huzur ve sükûneti bozacak şekilde davranmalarına müsaade edilmez.

Kısaca İslam’ın hâkim olduğu coğrafyada kimsenin sınırsız hak ve imtiyaz sahibi olması söz konusu değildir. Ancak kişiler ihmal eder, ihlal eder, hukuku siyasallaştırır, kötüye kullanmaya kalkar bu ayrı bir durumdur. İslam’da bu sınırlar Allah tarafından belirlenmiş olduğundan bu dinin Peygamberi bile istediğini yapma hakkına sahip değildir. Peygamber de bir kuldur ve kul olmak, kulluk yaptığına karşı sorumlu olmak demektir. “Ey Peygamber! Allah’tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Rabbinden sana ne vahyedilirse ona uy. Muhakkak ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (33/1-2) Hâl böyle olunca kimsenin sınırsız bir özgürlükten, imtiyazdan, kendine göre sahte merhamet şovları yapmaktan söz etmesi mümkün değildir. Allah, her zaman ve zeminde belirleyicidir. Kulluk bilinci ile özgürlük anlayışının bağdaşması mümkün değildir. Bu nedenle kul olan asla “özgür” olamaz. Bahsedilen kulluk ile köleliğin bir ilgisi olmadığı gibi; İslam’daki Hür olmakla “özgürlüğün” de bir ilgisi yoktur.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir