GenelYazarlardanYazılar

PYD-SDG’NİN (ÖNE ÇIKAN) PATRONU -(SİYONİST) İSRAİL-

Hemen ifade etmeliyiz ki (Siyonist) İsrail’in Katar’a yönelik saldırısı, bölgedeki yeni denge arayışı sürecinin provoke edilmesi anlamına gelir, öncelikle… Zira, Katar’a düşen füze, aynı zamanda Trump ABD’sinin bölge politikasını da patlattı. (Siyonist) İsrail’in Katar saldırısının, bölge jeo-politiğinin şekillenmesi sürecini provoke eden ve derin etkileri olacak bir hamle olduğundan bir şüphe yok. Aynı zamanda, bu süreçte, Katar’a saldırının önemli muhataplarından “Yeni Türkiye”nin de duruşu kritik bir öneme sahip bulunmaktadır.

Öyle ki (Ilımlı) Laik-Demokrat/Batı referanslı, NATO üyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın, saldırının hemen akabinde Katar’a bir ziyarette bulunması ve oradaki (güya) zirvede yaptığı konuşma bu bağlamda doğru okunmalıdır. Keza, Trump ABD’sinin, bu arada, katil/soykırımcı Netanyahu ile bir araya gelmesi ve karşılıklı söylemleri de doğru okunmalıdır. Ve reel-politik gerçeklerle paralel analizler mutlaka yapılmalıdır ki geçmişte olduğu gibi bugün de, “hatalı tanımlamalar ve hatalı beklentiler”in, absürt çıkarımların mevcut konjonktürü/kaos sürecini açıklayıcı bir niteliğe sahip olmadığı tekraren görülebilsin. Hatırlanırsa konunun uzmanı olduğunu iddia eden kimi çevrelerin, ta baştan beri tekrarladıkları hatalı değerlendirmeleriyle birlikte (Siyonist) İsrail’in Katar’a saldırısı sonrasında, “Katar ve Körfez ülkeleri İsrail’e nasıl bir cevap verebilirler?” benzeri sorularla güya yaşananları yorumlamaya çalışmışlardı.

Halbuki, Osmanlı’nın yıkılışından sonra emperyalist Batı’nın ürettiği tüm sözde “devlet”ler gibi Katar ve Körfez ülkeleri de önce İngiltere’nin sonra da ABD’nin kontrolünde varlıklarını, vesayetçi yönetimlerle devam ettirdiler. Çeşitli dönemlerdeki bazı gelişmeler, bu vesayetçi yapıların temel niteliklerini değiştirmedi… Her ne kadar küresel ve bölgesel değişim/yeni denge arayışı süreci, özellikle bölge dengelerinde bir değişim başlatsa da henüz söz konusu gelişmeler yeni bir denge oluşturamadı. Bu sürecin somut sonuçları, -istisnalar hariç- henüz sahada belirginleşemedi…

Küresel ve bölgesel değişim sürecinin açtığı alanda, beklenilenin aksine, -konumu ve misyonu değişerek- Türkiye, önce BOP’un bir unsuru oldu. Sonra da ABD ve müttefiklerinin “strateji değiştirmesi” ile bir yol ayrımıyla karşı karşıya kaldı. Bir parçası olduğu Batı blokunda “Sistem içi” çıkış arayışını denge/dengeci politikalarla reel-politik düzlemde iyi değerlendirdi. Sürecin açtığı alanda imkanları ve riskleri, kendi güvenliği ve geleceği için, olabildiğince iyi değerlendirerek kritik hamleler yaptı. Aynı zamanda “yeni Türkiye”, -ideolojik duruşu, esas itibarıyla aynı kalarak- “tarihi ve stratejik derinliği”nin farkında olduğunu hissettirdi. Ve tüm boyutlarıyla “yumuşak gücü”nü ortaya koymaya başladı. Dolayısıyla “yeni Türkiye”, jeo-politik ve jeo-stratejik gücünü arttırarak bölgesel güç olma sınırlarını zorlamaya başladı. Bilhassa 7 Ekim sonrası ABD-(Siyonist) İsrail’in bölgeye yönelik planlarındaki handikapları/başarısızlıkları ve küresel ve bölgesel değişim sürecinin bir sonucu olarak “güç dengesi”nin de değişimiyle gündeme gelen Suriye’deki gelişmeler, Türkiye’nin önünü daha da açmış oldu. Ve “Terörsüz Türkiye”-“Terörsüz Suriye”, hatta “Terörsüz Bölge” süreçleri, içeride ve dışarıda konuşulmaya başlanıldı. Yani, kısaca ifade etmek gerekirse, -doğru tanımlar yapmak kaydıyla- (geniş anlamıyla) bölgede bir “yeni Türkiye” gerçekliği ile karşı karşıya kalındı…

Küresel ve bölgesel yeni denge arayışı sürecinde gelinen aşamada, ABD de, Asya-Pasifik’e/Çin’e odaklanabilmek için bölgedeki yeni denge arayışında, -“Abraham anlaşmaları” ve Türkiye-İsrail ilişkilerinde “normalleşme” ile- bölgedeki yeni güç dengesi/mimarisinin peşindeydi. Hatta ABD, söz konusu bölge mimarisini Azerbaycan-Ermenistan ve “Orta Asya”ya da taşımak üzere adımlar atmaktaydı. Türkiye’nin “güvenlik ve gelecek kaygıları” da bölgede yeni denge arayışının önemsenmesini gerektirmekteydi…

ABD, yeni güç dengesi/mimarisinde Ankara-Tel Aviv arasında yeni bir dengenin kaçınılmaz olduğunun farkındaydı. Her ne kadar 7 Ekim sonrası böyle bir dengenin kurulması mümkün gözükmese de, kısa vadede, bazı zorunlu mutabakatlar hususunda, Suriye’deki gelişmeler sonrası bazı önemli adımlar gündeme geldi. Söz konusu gelişmeler, aynı zamanda ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni bir dönemin de işaretleriydi. ABD-Türkiye ilişkilerindeki sorunlu bir dönemin (2011-2013 ile 2023 arası) akabinde “yeni bir dönem”in gündeme gelmesi bölge açısından da kritik bir öneme sahipti. Dolayısıyla bahse konu kritik adımların/mutabakatların sahaya yansımaları beklenmekteydi. Ancak (Siyonist) İsrail’in katil/soykırımcı yönetimi, -içerideki ve ABD’deki siyonist güç odaklarının da desteğini aldığı anlaşılan- malum hamle ile bölgedeki yeni denge arayışı sürecini ve mutabakatları provoke etti. Önce İran’a saldıran Siyonistler, sonra da Suriye’ye, Lübnan’a, Yemen’e saldırılar yaptı. Ve bunlar, ilk planda bölgedeki mutabakatların sahaya yansımasını erteleyen/geciktiren hamleler olarak okundu. Ne var ki bu saldırıların gerçek amacının da doğru anlaşılmasını sağlayacak sürpriz gelişme, -güya Katar’da bulunan müzakere heyetini (Hamas’ın) hedeflediği iddia edilen- Katar’ın bombalanmasıydı. Daha da ötesi Siyonistler açık açık tüm bölge ülkelerini tehdit etmeye devam etmekte ve kendilerince kurallar koymaktan da geri durmamaktaydı. Evet, söz konusu saldırının arka planı netleşmişti. (Siyonist) İsrail, Katar’daki müzakere heyetini vurmakla kalmamış, ABD/Trump politikalarını da füzelerle patlatmıştı. Hem de ABD içindeki diğer güç odağının (başta Centcom olmak üzere) desteğini de alarak. Bu da yetmemiş Trump’ın (Siyonist) yandaşını da göz göre göre suikast yaparak öldürmüştü (Siyonist) İsrail. Tabii ki, bu arada, “yeni Türkiye”ye de güçlü bir mesaj vermişti, (Siyonist) İsrail ve yandaşları.

Bölgede yeni bir güç dengesi oluşturma çabasını ortaya çıkaran, -“ya güçlü bir savaş ya da güçlü bir mutabakat” zorunluluğu- (Siyonist) İsrail’in provakasyonlarıyla yeni bir kaos dönemini gündeme taşımıştı, artık. Katil/soykırımcı Netenyahu hükümeti ve destekçileri, tüm yaşananlara ve yeni denge arayışı sürecindeki gerçekliklere rağmen, güya Teo-politik hedeflerine ulaşabileceklerini zannetmekteydiler. Halbuki bölgede gelinen aşamanın ortaya koyduğu bazı gerçeklikler, bilhassa da Trump ABD’si ile bölgede yeni bir denge kurmaya çalışan Türkiye’nin çıkarları/stratejik hedefleri böyle bir sürece müsaade etmeyecekti… Türkiye’nin güvenlik ve gelecek kaygılarıyla karşı karşıya gelmiş bulunmaktaydı. Her ne kadar deklare edilen Siyonist hedeflere doğru yol alındığı iddia edilse de, orta vadede, ABD ve (Siyonist) İsrail’in önüne ciddi faturalar çıkacağını görmemek tam anlamıyla siyasi bir körlüktü…

SDG-CENTCOM-(Siyonist) İsrail…

“Terörsüz Türkiye”den “Terörsüz Suriye” hedefini sahaya yansıtmak durumunda olan bir Türkiye gerçekliği, (geniş) anlamıyla bölgede kendini kabul ettirmiş bulunmaktadır. Aynı zamanda bölgede gelinen son aşamada yeni güç dengesi arayışı süreci işlerken ve bazı mutabakatların sahaya yansıması beklenirken, Gazze/Filistin’de bir ateşkes ve sonrası gündemdeyken Siyonistler ve destekçilerinin provakasyonları, bölgede kaos sürecini yeniden gündeme taşıdı. Ancak böyle bir sürecin, geçmişte olduğu gibi uzun bir süre devam etmesi mümkün gözükmemektedir. Ne var ki Siyonist katiller/soykırımcılar, kendi hedeflerine ulaşmak için tekrar sahaya taşıdıkları “kaos süreci”, bölgede yeni gelişmeleri de beraberinde getirecektir. Mesela Suriye ve Lübnan’a yönelik (Siyonist) İsrail’in saldırıları, bölgede yeni denge arayışı sürecinin tezahürü olan mutabakatların sahaya yansımasının beklendiği dönemdeki gibi karşılanmayacaktır…

(Siyonist) İsrail’in Suriye’ye yönelik saldırıları ve oradaki azınlıkları, -Dürzilerin küçük bir kesimi ve özellikle PYD-SDG’yi- harekete geçirerek bölünmüş bir Suriye, istikrarsız bir bölge oluşturma ve kendi hedefleri/güvenliği için dizayn etme çabalarına karşı hamleler, uygun zaman beklemeden gündeme gelebilecektir. Bölgedeki değişim süreci/yeni denge arayışı sürecinin geldiği aşama, eskiden olduğu gibi, konjonktürel hamlelerin bölgedeki süreci nereye doğru evrilmesini sağlayacağı konusundaki belirsizliği de arttırmış bulunmaktadır. Dolayısıyla, -içeride ve dışarıda- siyonist güç odaklarının desteğine sahip gözüken katil/soykırımcı Netenyahu hükümeti, Teo-politik hedefleri doğrultusunda kaos sürecini devam ettirecek eylemlerini sürdürürse öncelikle Suriye’de “yeni Türkiye” ile karşı karşıya geleceği çok açıktır. Bir süredir belirttiğimiz üzere, Türkiye’nin güvenlik ve gelecek kaygılarıyla (Siyonist) İsrail’in hedefleri bu iki gücü karşı karşıya getirecektir. Nitekim Suriye’de son dönemlerde yaşananlar yolun sonuna yaklaşıldığını açıkça göstermekteydi. Ancak, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde yeni bir döneme girmesi ve vardığı mutabakatların sahaya yansıması için gösterdiği sabır, (Siyonist) İsrail’in Katar ile birlikte ABD’nin bölge politikalarını da bombalaması anlamına gelen hamlesiyle yeni bir durumun ortaya çıkmasına neden oldu. Siyonistler ve destekçilerinin de ifade ettikleri gibi Türkiye, bölgedeki diğer güçlere benzememektedir…

Son gelişmelerden önce, Türkiye-ABD ilişkilerindeki “yeni dönem”in bir tezahürü olan mutabakatlarla birlikte Terör Örgütü Lideri Öcalan’ın da desteğiyle gündeme gelen “Terörsüz Türkiye” sürecinin Suriye’deki gelişmelerle doğrudan bağlantısı herkesin malumudur. Ta başından beri Suriye’deki sorunların/açmazların görüşmeler yoluyla çözülmesi için sonuna kadar sabırlı davranmak durumunda olan bir Türkiye, gelinen aşamada  neler yapmaya zorlandığı da konuyu takip edenlerce tahmin edilmektedir. Bundan sonra Türkiye sadece uygun konjonktür için bekleyecektir. Ve gerektiğinde Suriye güçleriyle birlikte operasyonlar yapması için Türkiye’nin önü açık durumdadır. Zaten (Siyonist) İsrail, ABD’nin bir kesimi, Fransa, Almanya, hatta zaman zaman Rusya’nın beklentileri paralelinde dolaylı müdahalelerinin devam ettikleri bir süreçten geçilmektedir…

Türkiye’nin, söz konusu geçiş sürecinde, kendi başına, kendi menfaatlerini koruyacak jeo-politik ve stratejik donanım ve avantajlara, büyük oranda sahip olduğunu da konunun uzmanları ortaya koymaktadırlar. Kimi malum (sözde) “uzmanlar” aksini söylemeye devam etseler de…

Ankara, Suriye hükümeti ile 10 Mart mutabakatına uygun davranmayan, hatta son gelişmeleri fırsat bilerek malum güç odaklarıyla ilişkilerini neredeyse alenileştirerek “Adem-i merkeziyetçi” söylemlerini yüksek sesle dile getiren YPG-SDG’ye güçlü bir ikazla birlikte son sözünü de söyledi: “Kılıç kınından çıkarsa kaleme ve kelama yer kalmaz!”. “Gerektiğinde hem kendi güvenliğimiz, hem de Suriye’nin istikrarı için Suriye hükümetine gerekli desteği sağlamakta kararlıyız.”…

Keza, Türkiye’nin, Terör Örgütü’nün silah bırakma aşamasında da verdiği açık mesaja rağmen SDG’nin son zamanlardaki duruşu karşısında Öcalan’dan yeni bir mesaj beklentisi de malumdur. Aynı zamanda Öcalan’ın, İsrail’in hem kendisine hem de KCK/PKK-PYD’ye düşman olduğunu bir şekilde ifade etmiş olması da bu aşamada kritik öneme sahiptir…

Ezcümle, küresel ve bölgesel yeni denge arayışı sürecinin geldiği bu aşamada, -Suriye’deki rejim değişikliği sonrası bölgede oluşan yeni güç mimarisinin ortadan kalkması halinde- ABD ile Türkiye ilişkilerinin nereye doğru evrileceği dikkatle takip edilmelidir. Aynı zamanda, son dönemde yaşananların, Suriye’deki gelişmeleri beklenmedik bir şekilde etkilemesinin ortaya çıkaracağı sonuçlar da kritik öneme sahiptir. Daha da ötesi, bölgede yeniden tetiklenmeye çalışılan kaos süreci, -mevcut kritik konjonktürde- tarafların zorunluluklarını sahaya yansıtabilir. Bilhassa, (Siyonist) İsrail’in Katar saldırısıyla güçlü bir mesaj vermek istediği Türkiye’yi, bir şekilde, vurmak istemesi halinde neler olabileceğini tahmin etmek zor olmayacaktır…

Doğrusunu Allah bilir!

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı