
Ramazan’da kadınlar özel durumlarından dolayı oruçlarını tutabilirler mi?
Cevap: Kadınların özel durumuyla alakalı hükmü Allah (c.c) şöyle açıklıyor:
“Sana kadınların ay halini soruyorlar. De ki, o bir ezadır. Bu nedenle bu durumda olan kadınlarla cinsel ilişkiden uzak durun. İyice temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikten sonra Allah’ın emrettiği şekilde yaklaşın. Allah çok tövbe edenleri ve çok temizlenenleri sever.
Kadınlarınız sizin tarlanızdır. Artık tarlanıza dilediğiniz şekilde yaklaşın. Kendiniz içinde bir şeyler hazırlayın. Allah’tan korkun ve mutlaka O’na kavuşacağınızı bilin. Sen de mü’minleri müjdele.”(2/222-223)
Böylece kadınların özel durumları ile alakalı konuda sorulan soruya Allah (c.c) vahiyle cevap veriyor. Bu dinin sahibi O’dur. İlkelerini de elbette kendisi koyacaktır. Dini Allah’a has kılmanın anlamı da budur. Allah dinine kimseyi ortak etmiyor. Bu nedenle “peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir”(24/54) buyuruluyor.
“Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan kıssalarını sana anlattığımız kimseler de vardır, anlatmadığımız kimseler de. Hiçbir peygamber Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti kendiliğinden getiremez. Allah’ın emri gelince de hak uygulanır. O zaman batılı seçenler hüsrana uğrayacaklardır.”(40/78)
Allah özel durumla alakalı hükmünü 2/222’de eşler arasında ki ilişki ile sınırlamıştır. Kur’an’da bunun dışında herhangi bir yasak koymamıştır. Özellikle oruç ve namaz konusunda muafiyeti belirten bir ayetin olmaması ve bir kimseden bu farzların kaldırılması, peygamberlere verilen tebliğ yetkilerini aşan bir durum olması nedeniyle konunun düşünülmesinin doğru olacağı kanaatini taşıyoruz.
Ayrıca Allah (c.c) dinini tamamladığını (5/3), dini Allah’a has kılarak kulluk etmesini (39/2), peygamberin hanımlarının rızasını düşünerek Allah’ın helal kıldığını nefsine haram edemeyeceğini (66/1), emrolunduğu gibi dosdoğru olması gerektiğini (11/112), Allah’ın vahyi olmadan asla bir şey söyleyemeyeceğini (10/16), sadece bir uyarıcı olduğunu (11/12), Peygamberin sadece kendisine vahyedilene tabi olduğunu (10/15) beyan eden ayetlerin ışığında olayın değerlendirilmesinin doğru olacağını düşünüyoruz.
“Ayetlerimiz o müşriklere açık bir delil olarak okunduğun da, bize kavuşmayı ummayanlar ‘Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir’ dediler. De ki, onu kendiliğimden değiştirmem imkansızdır. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Şayet ben Rabbime karşı gelirsem, büyük bir günün azabından korkarım.”(10/15)
Yukarıda ki ayeti dikkatle okuyup düşündüğümüzde, Allah (c.c) elçisinin din konusunda ki görev ve yetkilerini belirlediğini görüyoruz. O sadece kendisine vahyedilene uyan biri olarak sunuluyor. Halbuki geleneksel İslam anlayışında ki peygamber portresinin hiç de öyle olmadığını görüyoruz.
Namaz ve orucu bazı hal ve şartlarda kişilerden kaldıran, ayetleri tahsis eden, helal ve haram koyan, Allah’ın vur dediğini öldüren (recm cezası gibi), Kur’an üzerine ilaveler yapan, (ehli eşek etinin yasaklanması, altın ve ipeğin erkeklere yasaklanması, kadının hala ve teyze üzerine nikahlanmaması gibi ve ila ahir konularda) Kur’an’da hiç bir dayanağı olmadığı halde Ku’ran’a ilave hükümler koyan bir Peygamber portresi görüyoruz. Kur’an’ın çizdiği peygamber portresi, sadece vahye tabi olan ve vahyi tebliğ eden bir peygamber iken hadislerin çizdiği Peygamber portresi tamamen farklı yetkilerle donatılmış bir şahsiyet oluyor. Bizler burada durarak ”Zann ile yakin zail olmaz” kuralı gereğince kendisinden hesaba çekileceğimiz kitabın bize tanıttığı peygambere tabi olmanın doğruluğuna inanıyoruz.
Kur’an’ın iniş sürecine baktığımızda mevcut hali değiştirici bir ayet gelmedikçe Peygamber (a.s) kendiliğinden herhangi bir değişiklik yapmıyor. Bunun en açık örneği içki, faiz, kumar gibi toplumu ifsat eden konularda bile ilgili ayetler gelene kadar herhangi bir aksü’l-amelde bulunmuyor. “Dini Allah’a has kılın” emrine uyarak dini belirleyenin Allah olduğunu, kendisine düşenin ise açıkça tebliğ olduğunu teslim ediyor.
Namazların cem’iyle alakalı konuda, özellikle gündüz ve gece namazlarının birlikte ve ayrı ayrı kılınmasıyla alakalı ayetlerin satır aralarında buna imkan veren bir karinenin varlığına inanıyoruz. “Güneşin eğilmesinden geceye kadar”(17/78), “Güneşin doğmasından ve batmasından önce, gecenin başladığı zamanla gündüzün iki ucunda da ibadet et” (20/130), “Akşama ulaştığınızda, sabaha kavuştuğunuzda, gündüzün sonunda ve öğleye erdiğinizde…” (30/17) gibi ifadelerin zamana oturtulması Resul’e bırakılmış yapılan uygulamada vahyin onayından geçmiştir. Böyle bir ayetin Kur’an’da olmayışı bunu göstermektedir.
Bu nedenle Kur’an’da bulunmayan yasaklar, farzlar ve haramlar konusunda yukarıda vermiş olsuğumuz ayetlerin ışığında düşünülmesinin doğru olacağını düşünüyoruz. Unutmayalım ki Allah, hem elçileri hem de ümmetlerini göndermiş olduğu kitaba göre hesaba çekecektir.


