
Sağlıklı İlişkilerin Sırrı
İnsani ilişkilerimizin İslami ilişkilere dönüşmesi noktasında yaşadığımız bir takım problemlerimiz var. Bu problemler bireysel davranışlarımızdan aile hayatımıza ve toplumsal ilişkilerimize kadar bütün ilişkilerimizi etkiliyor. Bununla ilgili bizler bir yerde hata yaptık ama bu hatayı nerede yaptık sorusunu kendimize sorarak bu sorunun, makul bir cevabını bulmak zorundayız.
Kanaatimiz odur ki bizler hatayı dini anlamada ve hayata geçirmede yaptık. Bu işlerin çilesini çeken bir Müslüman’ın şöyle bir tespiti vardı: “Türk toplumu (son otuz yılı kastederek) yeni Müslüman oluyor. Türkler, Orta Asya’da Şamanist idi. Anadolu’ya gelirken Bağdat’tan biraz İslam aldılar. Anadolu’ya gelince de Hıristiyanlarla komşu oldular ve birazda onların Hıristiyanlıklarından etkilendiler. İşte Anadolu’daki insanların din anlayışları bu üç inancın karışımından “Anadolu İslam anlayışı” ortaya çıktı. Uzun yıllar devam eden bu algı, yetmişli yıllardan bu yana gözle görülür bir değişim sürecine girdi. Çünkü genç nesiller anladıkları dilden Kur’an okumaya başladı. Bu nesil Allah’ın arı duru İslam’ını ilk kaynağı olan Allah’ın kitabından anlamaya başladı. Bunu yaptıkça da atalarının diniyle aralarındaki farklılaşma ortaya çıktı. Dini kaynağından tanıdıkça kimin neye ne kadar teslim olduğu ortaya çıkınca; Kur’an’ı okuyup anlayanlar, ulaştıkları bu anlayış tarihini kendileri için teslimiyet tarihi olarak belirliyorlar ve bundan önceki yaşantılarını, cahiliye olarak değerlendirmeye başlıyorlardı. Bu değişim, genç nesillerin, geleneğin tasallutundan kurtulup, gerçek İslam’a gelmesini temin ediyordu. Bunun en açık örneği kendi nefsinizde yaşadığınız değişimdir. “Allah’ın boyasıyla boyanma” isteği, kadınıyla erkeğiyle Allah’a, Allah’ın istediği gibi pazarlıksız teslimiyetin ifadesidir. İşte yapmış olduğumuz hata bu olsa gerek. Allah’a teslimiyette geçmişin etkisinden soyutlanmadan fasit geleneğin elverdiği ölçüde bir teslimiyetti. Buna öyle sahiplenildi ki, böyle yapmak dindarlığın gereği olarak kabul edildi. Bu ise insanın fıtratıyla bağdaşır bir durum değildi. Kadınlar da bu hayatta yaşayanların yarısını oluşturmaktadır. Onları, yaşanan değişimin dışında tutmak büyük bir yanlıştı.
İşte bu yanlışı karşı düşünce sahipleri kullanarak, toplumun yumuşak karnı olan bu konuyu kullanarak toplumda tutunmaya, ayaklarına yer bulmaya çalıştılar. “Kadın hakları” adı altında sloganlaştırılan bu anlayış, toplumun “yağmurdan kaçarken doluya yakalanmasına” sebep oldu. Bir konuda uygulanan ifrat ve tefrit, hiçbir zaman doğru bir sonuç doğurmayacağı gerçeğini öğretti!..
Bunların her ikisi de Allah’ın “fıtrat dini” diye tanımladığı İslam’dan uzak anlayışlar olduğundan, insanoğluna huzur ve saadet getirmedi. Her iki anlayışta olayın tabiatına uygun çözüm ortaya koymaktan uzak tarafgir bir anlayıştı. Bu nedenle her yeni çözüm yeni bir problemi doğurdu.
Hal bu ki İslam, kadın ve erkeği bir elmanın iki yarısı gibi bir birini tamamlayan bir bütün olarak görür. “Sizi bir tek nefisten(özden) yaratıp, gönlünüzün huzura kavuşacağı eşini de ondan yapan O dur…” (7/189)
“İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, onun varlığının belgelerindendir. Bunlarda, düşünen bir toplum için ibretler vardır. ” (30/21)
Bu ayetlerin vurgu yaptığı: “Kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler” ifadesiyle, “aramızda ki sevgi ve merhamet” olgusunu çok iyi değerlendirmemiz gerekmektedir. Çünkü İslam’da ailenin temeli bu iki unsur üzerinde yükselir. Peygamberimiz (a.s) evlenecek kimselere şöyle buyuruyor:
“Evlenecek olan kimseler birbirlerine (kadın erkeğe, erkekte kadına) iyice baksın. Onlarda hoşunuza giden bir taraf bulunsun.” Belli bir yaşa kadar ayrı olan iki insan, bundan sonra hayatlarını birleştirecek ve birlikte yaşayacaklarına göre; aralarında sevgi ve rahmeti doğuracak bir özelliğin olması elbette gerekmektedir. Ailenin temel harcı sevgidir. Sevgi birçok kapıyı açan en etkili anahtardır. Merhamet ise sevginin ürünü olan her şeyi tüm şefkatiyle sararak besler, büyütür, görür, gözetir, her türlü tehlikeden koruyarak aile ilişkilerini şefkat kanatları altına alır.
İslam’da aile bir çıkar beraberliği değildir. Allah’ın hudutlarını korumak için meşruiyet sınırları içinde yardımlaşmanın, dayanışmanın sevgi ve saygıyla kaynaşmanın potasıdır. Burada işler sevgi ve saygı esasına dayanır. Ailenin her bir ferdinin görev ve sorumluluk alanı belirlenmiştir. Kadın olsun erkek olsun hak ve görevleri bellidir.
‘’ Eğer bir kadın kocasının geçimsizliğinden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralarında bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır. Zaten nefisler kıskançlığa hazırdır. Eğer iyi geçinir ve Allah’tan korkarsanız şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” ( 4/128)
“Ey iman edenler kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir edepsizlik yapmadıkça onlara verdiğinizin bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayın onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.” (4 /19)
Burada, her iki cinsin de sorumsuzca davranışları onaylanmayarak; konulan hudutlara riayetleri istenmektedir. Tarafların bir birlerine katlanmalarının altı çizilerek ‘’Allah sizin hoşlanmadığınız bir şeyi çok hayırlı kılmış olabilir’’buyurmaktadır.
Bir gün Halife Ömer’e hanımını şikâyete gelen bir Müslüman, eve yaklaştığı bir sırada Hz. Ömer’in hanımının da Hz. Ömer’e kızdığını duyunca geri döner. Hz. Ömer adamı çağırır ve sorar “Niçin geldin ve niye geri döndün”?
Adam: “Hanımımın bana karşı davranışından sana şikâyet edecektim, ancak senin durumunu görünce vazgeçip geri döndüm” der.
Hz. Ömer: “Bu benim çamaşırımı, bulaşığımı yıkar, yemeğimi yapar, evimin ve ehlimin bekçisidir. Beni haramdan korur ve daha nice işlerimi yapar sıkıntılarıma katlanır. Ben de onun bu kadar kızmasını hoş görüyorum” deyince; şikâyete gelen kimse de: “Sen katlanıyorsan bende katlanırım diye geri dönmüştüm ” der.
Eşler arasında da bir takım acı tatlı, iyi kötü anlar elbette olur. Ancak, kötü anları ve olayları güzel günlerin anısına unutmak bağışlamak ve katlanmak gerekir. Dünya da kusursuz bir insan olması mümkün değildir. Kul Rabbine karşı kusur işleyince, hemcinsine karşı kusursuz olur mu? Elbette kusurumuz olacaktır Ancak ailenin devamı, eşlerin karşılıklı sevgi, saygı ve anlayışlarıyla mümkündür.
Evlilik hazırlığı yapan bir gence, kırk yıllık tecrübesi olan yaşlı ve güngörmüş bir ihtiyar sorar:
“Oğlum bu evliliği bir hevesi tatmin için mi yapıyorsun; yoksa yuva kurup çoluk çocuk sahibi olup huzur ve saadete ermek için mi” deyince? Deli kanlı:
“Efendim hiçbir heves için evlilik yapılır mı? Elbette amacım huzurlu bir yuva kurmaktır” der. Güngörmüş ihtiyar:
‘’Oğlum o halde sana bir tavsiyede bulunayım, hoşuna giderse al uygula yoksa unut gitsin. Hanımınla iyi zamanında anlaş ve deki, hanım ben sana kızıp bağırdığımda sen beni anlayışla karşıla sesini yükseltme; zaman olup sende bana kızınca bende öyle yapayım. Öfkemiz geçince de oturup durumu değerlendirelim diye anlaşın. Ben kırk yıllık huzurlu evliliğimi buna borçluyum’’der. Bu nasihati tutan imse de iyi gününde ve kötü gününde bu tavsiyeye uyduğumuz için hamdolsun bu günlere geldik” diyerek reçetenin sadra şifa olduğunu anlatmıştı. Bu nedenle diyoruz ki, sağlıklı ilişkilerde, uzun vadeli beraberliklerde karşılıklı anlayış ve mantıklı hareketlerin imzası vardır!..



