GenelYazarlardanYazılar

“Sistem-İçi” Savaş’da Önyargısız REEL-POLİTİK Okumalar

Değişen dünya ve bölge koşullarının açtığı alanda, “sistem içinde, meşruiyet arayarak” denge politikalarıyla bir çıkış peşinde bir Türkiye gerçekliği ile karşı karşıyayız. Dolayısıyla tarihi ve stratejik derinliğini, reel-politik düzlemde iyi kullanan Türkiye, öncelikle, uzun süredir vesayetleri altında bulunduğu ABD/Batı tarafından hedef alınmaktadır… Hani bir deyiş vardır ya “Türkiye, büyüdükçe budanan, kurudukça sulanan bir ülke” diye… Lakin son zamanlarda yaşananlar, kurulduğu günden bu yana Türkiye’nin geride bıraktığı konuşulan iki vesayet döneminden çok farklı… İngiliz-Fransız vesayetinin hemen sonrası ABD vesayetindeki Türkiye, yeni konumu ve misyonu ile “stratejik bir müttefik” olup olmadığı tartışmasıyla başladığı yeni dönemde, bir “proje”nin önemli bir parçası olarak çıktığı yürüyüşünü, küresel güçlerin/ABD’nin “strateji” değiştirmesinin bir sonucu olarak, “güvenlik ve gelecek” kaygılarıyla, yeni bir eksende devam ettirmektedir…

Bu ve benzeri nedenlerledir ki Türkiye yeni denge arayışının en çetin bir şekilde yaşandığı bir süreçte, küresel güçlerin hedefi haline gelmekte ve sık sık operasyonlara maruz kalmaktadır. Türkiye ve bölge açısından vahim olanı da söz konusu operasyonlar, -T.C’nin inşa süreci ve ideolojik niteliğinin bir sonucu olarak- sadece dış unsurların saldırıları şeklinde karşımıza çıkmamakta, “Radikal Batıcılar” ve “Romantik Muhafazakarlar Demokratlar”ın da katıldığı topyekün bir saldırı niteliğine bürünmüş bulunmaktadır… Şüphesiz bu saldırıların asıl nedeni, Türkiye’nin, artık eskisi gibi Batılı dostlarının taleplerini emir telakki etmemesidir… Bunun yanı sıra ayrıca Türkiye’nin, değişen dünya ve bölge şartlarının açtığı alanda güçlü potansiyelini sahaya yansıtabilmek üzere adımlar atmasındandır… Kendi “ideolojik” çerçevesinde, “ilkesel ve ahlaki” bir yaklaşımın yanında “yumuşak gücü”nü de harekete geçirmek için çalışmaktadır, Türkiye. Daha da ötesi, Savunma Sanayi’nde başlattığı yerli ve “millilik” oranını, neredeyse yüzde yüzlere tırmandırmak üzere gün saymaktadır da… Tabiidir ki bu yeni şartlar Türkiye’nin siyasi gücünü de her geçen gün arttırmaktadır. Lakin “denge politikası” düzleminde yürütülen bu atılımlar, inişli-çıkışlı bir seyir izlediği gibi, Türkiye’nin ekonomik yapısı nedeniyle ciddi darbelerle de karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla da “Vesayetci” yapının bir sonucu olan askeri darbelerin yerini, Türkiye’nin değişim ve dönüşümü süreci sonrasında, ekonomik operasyonlara, özellikle küresel finansçılar eliyle “dolarizasyon”/doların uluslar arası rezerv para olmasının açtığı alanda güçlü ekonomik darbelere maruz kalmaktadır, Türkiye…

Her ne kadar, değişen dünya ve bölge şartlarında, uluslararası kurum ve yapıların etkinliği giderek azalıyor olsa da Türkiye ekonomisi, hala öncelikle yapısal sorunları nedeniyle, bu darbeler karşısında derin sorunlar yaşamaktadır. Aynı zamanda bölgesel güç olmaya kendini mecbur hissettiği görülen Türkiye, bahse konu ekonomik/parasal operasyonlar karşısında “güvenlik ve gelecek kaygıları” ile ilgili ciddi handikaplarla da karşı karşıya gelmektedir. Ne var ki yeni denge arayışı süreci yaşayan bir dünyada, sistemik okumalar yapmak, küresel ve yerel sistemin niteliklerini doğru analiz etmek yerine, yaşananları “kişi merkezli okuyan anticiler”, “sistem-içi” savaşın iç ve dış boyutlarını ve bunlar arasındaki hedef birlikteliğini hatalı okumakta ısrar etmektedirler…

Bu vesileyle hemen belirtelim ki G-20’nin yaptığı bir araştırmada, “küreselci” misin? , “ulus-devletci” (Milliyetçi…) misin? sorusuna, Türkiye’deki gençlerin önemli bir kesimi, “Milliyetçi” olarak cevap vermişler. Üstelik bu gençlerin “algı yönetimi manipülasyon” teknikleriyle, farkında olmadan, “küreselci”lere yakın durduklarını, “sosyal medya” kullanıcıları olarak ortaya koymaktadırlar. Küreselciler ile ulus-devletciler, güç ve strateji savaşı verirlerken, onların yerli işbirlikçileri de kendilerine has “ulusculuk” bağlamında bir duruş sergilemektedirler. Uzun süredir altını çizdiğimiz gibi bu yeni dönemdeki mücadelenin bir sağ-sol mücadelesi olmayıp “küreselci”-“ulus-devletçi” mücadelesi olduğu ve bunun içeriye yansımasının da “eski Türkiye”-“yeni Türkiye” mücadelesi olduğunun açık göstergesidir… Dikkatli gözlerle bakıp, algı yönetimlerinin ve/veya “öğretilmiş yanlışlar”ın dışına çıkarak, yaşananları analiz ettiğinizde ne demek istediğimizi anlamakta zorlanmayacağınıza eminim.

“1944-BRETTON WOODS”dan Sonraki Para Sistemi Eksenindeki Son Yaşananlar…

Uzun sayılabilecek bir süredir anlatmaya çalışmaktayız… Küresel-bölgesel ve yerel sistemleri doğru tanımlamalı, doğru anlamlandırmalı diye… Ve ilave etmek gerekirse “Değişen dünya ve bölge şartları”nı dikkate almadan/sistemik okumalar yapmadan, hangi “duruş”a sahip olursanız olunuz reel-politik okumalarınızı doğru yapamazsınız. Sistem analizi gereken konuları kişi ya da “sistem-içi”nde parti merkezli anlamaya çalışarak aynı yanlışları tekrar tekrar yapmaktan kurtulamazsınız… Zira öyle konular vardır ki “yapısal”dır; öyleleri vardır ki “ilkesel”dir, toplumsal mutabakat gerektirir; ve öyle konular/sorunlar vardır ki temel referansınız niteliğinden kaynaklanır…  Yani yaşananları, olayları ve sorunları doğru tanımlamak ve doğru anlamlandırmazsanız hep aynı yanlışlara, hem de belirleyici yanlışlara, düşersiniz! Nitekim  klasik olarak “yüzyılda bir” diye söylenen küresel ve bölgesel değişim sürecinin yeni bir aşamasından geçerken, hem doğru okumanın gerekleri yerine getirilmiyor, hem de değişen şartların dikkate alınmadığı çok net olarak görülüyor.

Dikkatli bir şekilde okumaya çalıştığımız,Ⅰ.Dünya Harbi sonrasında temelleri atılan,Ⅱ.Dünya Harbi sonrası netleşen bir küresel sistem, değişen şartlar gereği, hızla geçerliliğini yitirmekte ve buna karşın yeni bir denge arayışı süreci devam etmektedir.    Dolayısıyla uluslararası kurum ve kuruluşlar, artık eski işlevlerini yerine getirmekte zorlanmakta ve “dünya beşten büyüktür” benzeri değişim/revizyon talepleri birbirini izlemektedir.Tabiidir ki bu gelişmelerin arkaplanında küresel güçlerin, güç ve strateji savaşları bulunmaktadır.Aynı zamanda “yükselen” ve “düşüşe geçen” ülkelerin, yeni şartların açtığı alanda, avantajları ve açmazları da bulunmaktadır….

Ⅱ.Dünya Savaşı’nın sonlarında gündeme gelen, “1944-Bretton Woods”da alınan kararlarla ABD  doları’nın “uluslararası rezerv para” olması süreci başlamıştı.Değişen şartlarda, tıpkı diğer uluslararası kurum ve kuruluşların yapısı ve niteliği gibi ‘para sistemi’ de tartışılmaktadır…Bir başka ifadeyle 1944-71 arasındaki geçiş döneminden sonra doların uluslararası sistemdeki hakimiyeti halen devam etmektedir.Değişen şartlarda söz konusu hakimiyet zayıflamış olsa da halen yerine yeni bir para sistemi de ikame edilmiş değil.Ne var ki değişen dünya ve bölge şartları, yeni bir uluslararası sistemin oluşumunu gerektirdiği gibi, bahse konu sistemde en önemli araçlardan biri olan “para sistemi” de yeni “güç dengesi” bağlamında şekillenecektir….ABD ve AB’nin hızla düşüşe geçtiği, Çin başta olmak üzere Rusya ve Türkiye’nin öne çıktığı yeni güç dengesi arayışında, bu güçlerle birlikte yeni devletlerin de hamleleri beklenilebilir.Ancak şu gerçekliği de açıkça ifade etmeliyiz ki “güç”, “ Batı”dan “Doğu” ya kaymaktadır.Ama bu değişim temel referansları, Batı ve Doğu ifadelerinden anlaşıldığı gibi değildir.En azından şimdilik bir netleşmeden söz etmek mümkün değildir.

Bu bağlamda, bir süredir; RAND Corporation, küresel güçlerin istihbarat örgütlerinin kontrolündeki “sözde düşünce kuruluşları” ve medya, yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinde, bazı ülkeleri ve/veya liderleri öne çıkarmaktadır.Tabii ki durdukları yere paralel olarak ya övmekte ya da “şeytanlaştırmak” için her imkanı kullanmaktadırlar.Bu ülkelerde biri de şüphesiz Türkiye ve Recep Tayyip Erdoğan’dır.Nitekim yakın geçmişteki benzerleriyle birlikte okunduğunda, daha da manidar olan, İngiliz (Küreselci)medya organı Financial Times’ın son yazısı da yukarıdaki düzlemde okunmalıdır.

Bahse konu yazıda, ilginç ve aynı zamanda manidar ifadeler birbirlerini takip etmektedir lakin, ‘Erdoğan gitmeden’ Türkiye ekonomisi’ndeki gidişin düzelmeyeceği iddiasının, küresel finans odaklarının sesi bir yayın organında manşete çekilmesini, reel-politik olarak, doğru okuma zarureti vardır… Öyle ki bir süredir,-iç ve dış- bileşenlerin ortak hareketleriyle devam eden ‘algı yönetimi ve manipülasyon’ teknikleriyle küresel güçler/küreselci finansçılar, Erdoğan’ı hedef alıyor gibi gözükseler de aslında, Türkiye’nin kontrolden çıkıp bölgesel güç olmanın ötesine yönelmesini hedef almaktalar. Bu sürecin kendi çıkarlarına ve stratejik hedeflerine zarar verdiğini bilerek saldırmaktadırlar. Ancak bu saldırı/savaş, yeni dönemin savaş araçlarının öne çıktığı bir düzlemde yürütülmektedir…

Daha öncesi olsa da bu savaş, ABD’nin başına Biden’in geçmesiyle yeni bir ivme kazanmış durumda… “Dostlarımızla birlikte Erdoğan’ı devireceğiz” ifadelerini hepimiz hatırlıyoruz. Ama ABD’nin bu müdahale girişiminin, eskiden olduğu gibi klasik askeri darbelerle değil ‘ABD’nin dostları’ ile yapılabileceği bilinmektedir. Hiç şüphe yok ki ABD’nin dostları denildiğinde de Türkiye’deki “küreselci”leri anlamak gerekir. Ve bunlar, başta NFETÖ, PKK/PYD  vb. örgütlerin yanı sıra bunların ‘kanuni zemin’deki siyasi yapıları,  sivil toplum örgütleri(STK) ve bunlarla ittifak kuran muhalefet partilerinin büyük bir kesimi akla gelmektedir…Ve uluslararası kurum ve kuruluşlardaki devam eden ağırlıkları, özellikle de küresel para sisteminin ortaya koyduğu imkanlar Biden ve dostlarının önünü açmaktadır.Bazıları algı yönetimi ile toplumu yanıltsa da ve sistem analizi yapanları, “cahillikle”, “komplocu” olmakla suçlasalar da yaşananların ”küreselciler” ile “ulus-devletçi”unsurlar arasında olduğunu gizleseler ve kendilerinin küreselci güçlerden destek aldıklarını sütreseler de gerçekler ortadadır…Söz konusu gazetenin haberi dikkatlice okunduğunda açıkça görülecektir ki yaşananlar, ekonominin kuralları içinde gelişmemektedir…

‘Türkiye’de yaşanan parasal/ekonomik sorunlar-döviz kurlarındaki artış kesinlikle Erdoğan’ın politik tercihleriyle alakalıdır’ denilmektedir. Erdoğan’ın”ekonomik kurtuluş savaşı” açıklamasına da atıfta bulunulan gazete, yazısında, “Erdoğan’ın tercihinde ısrar edeceği ve döviz kurlarındaki çıkışın devam etmesinin kaçınılmazlığı’ vurgulanmaktadır. Yani küreselci güçlerin sözcülerinden olan gazete, bir analiz yapmaktan öte, Erdoğan’ı ve mevcut şartlarda bir çıkış arayışının gereği olan ekonomi politikası tercihini hedefe koymakta ve biz bu politikalardan memnuz değiliz,  ‘Eğer yola gelmezsen’ bedel ödetmek için her yolu deneyeceğiz, denilmektedir.

Buna karşın Erdoğan yönetimindeki kadro, yeni bir ekonomi programıyla, -tüm risklerine rağmen- Türkiye’nin çıkarlarına uygun bir çıkış aramaktadır. “Düşük faiz”, yatırım, üretim, istihdam, ihracat ve büyüme hedeflediklerini deklare etmektedirler… Özet olarak, değişen dünya ve bölge şartlarında “küreselciler”, kontrollerinden çıkmakta olan Türkiye’yi “hizaya” getirmek üzere operasyon üzerine operasyon yapmaktalar. Ve bunları algı yönetimi ve manipülasyonlarla sütrelemekteler. Konuyla ilgili yukarıda belirtilenlerin yanında, “küresel sermaye ile paralel hareket eden” iç unsurların düşündürücü değerlendirmelerinden de birkaç örnek vermekte yarar var…

Öncesi bir tarafa, özellikle “Kemal Derviş”ten bu yana küresel finanscı odaklarla paralel hareket edenleri, dikkatli bir gözle baktığımızda, söylemleri ve uygulamalarıyla fark etmememiz mümkün değildir. Bunlardan Durmuş Yılmaz; -küresel finanscılarla paralel hareket eden bir kişi-  Merkez Bankası başkanlığına atandığında ve MB, (güya)bağımsız olduğunda, dolar, hemen, en az 2 tl düşer diyebilmektedir…Keza Durmuş Yılmaz’ın (biraz daha) “okumuş”u olan Ali Babacan ise, küresel sistemdeki değişim sürecinin dinamiklerini yok sayarak, yapılan tercihin, ‘bir ekonomi politikasından çok bilgisizlik/doğru yönetememe’ olduğunu iddia edebilmektedir. Alemi “ahmak”, kendini “akıllı” sanarak malum odakları arkasına alan bir politikayı topluma tartışılmaz gerçekler olarak sunmaya çalışmaktalar. “2001’de Kemal Derviş’in -uçağa bindiğinde- Merkez Bankası Başkanı olacakken, indiğinde “Ekonomiden sorumlu” devlet bakanı olması serüvenine şahit olan Bülent Ecevit’in yakın kadrosundan Masum Türker’e de kulak vermekte yarar var. Bu vesileyle Kemal Derviş’in uçaktayken, ünlü bir iş adamının kulisleriyle bakan olduğunun altını çizen Türker, Türkiye’de “kitap/anayasa fırlatma” krizinden önce bir çok kriz yaşandığının altını çizmektedir. Devamla, İMF ile imzalanan “anlaşma” gereği Türkiye’ye aktarılacak paranın, -İsrail’e tank revizyonu ihalesi netleşmediği için- aktarılmadığı konusundaki şahitliğini aktarmakta… Ve Türkiye ile uğraşmak isteyenler, ‘paranın kontrolünü ellerinde tutmak isteyenler’ tespitini de bu vesileyle ortaya koymaktadır…

Birleşik Arap Emirlikleri/Körfez Ülkeleri, Katar…Katar!..

Değişim ve dönüşüm süreci’nin aşamaları… Körfez ülkelerinin, ABD’nin strateji değişimi ile birlikte duruşlarının değişimi… “Kaos stratejisi süreci’nde, Mısır’da diktatör Sisi’ye açık destekleri ile ABD-İsrail ikilisiyle “Ilımlı İslam” sapkın ideolojisinin “Suud versiyonu” eksenindeki operasyonları ve “İbrahim Anlaşmaları”… Ve ABD’de Trump’ın yerine Biden’in seçimi kazanmasıyla değişen politikalar…ABD’nin Afganistan’ı terk etmesi, Avrasya’da yeni denge arayışı sürecinin hızlanması ve İran ile nükleer anlaşma görüşmelerinin yeniden başlamasının oluşturduğu bölgesel etkiler…En fazla dikkat edilmesi gereken husus ise küresel, dolayısıyla bölgesel kavganın en önemli virajlarından birinin yaşanıyor olmasıdır.Tüm bu gelişmeleri dikkate olarak şu soruyu sormamız gerekir: Körfez ülkeleri, geleceklerini Avrasya’da mı arıyorlar? Ki özellikle BAE(Birleşik Arap Emirlikleri) ve Suudi Arabistan, 2011’den bu yana çok net bir şekilde ortaya koydukları politikalarını değiştirmekte bu kadar acele etmekteler…

Şüphesiz, bu süreçte, her türlü melanetin arkasında olan, küresel güç odakları adına Türkiye’nin güvenliği ve geleceğine kasteden operasyonları destekleyen BAE, ne oldu da Türkiye ile ilişkilerini düzeltmek, hatta daha ileri düzeylere taşımak istedi, doğru anlamlandırmak gerekir. Aynı zamanda, Türkiye’nin de BAE ve körfez ülkelerinin bu adımlarının önünü açması doğru okunmalıdır…

Öncelikle belirtelim ki Türkiye’nin bu yaklaşımı, tüm yüzeysel muhalefete karşın, anlaşılabilir bir durumdur. Zira Türkiye, bu bölgeyi, kendi “etki alanı”nda görmektedir. Keza, Katar’da askeri üs bulunduran Türkiye, körfez ülkeleriyle çok boyutlu ilişkilerin gelecek beklentileri açısından gerekli olduğunun da farkındadır. Aynı zamanda,unutulmamalıdır ki “güç”, “Batı”dan “Doğu”ya doğru kaymaktadır. Ve bu yönde denge arayışı sürecinde, son zamanlar da önemli gelişmeler yaşanmaktadır.ABD’nin bölge politikalarında başarısız olması, bu çerçevede ABD’nin Afganistan’daki çıkış yöntemi, özellikle bölge ülkelerini tedirgin etmiş bulunmaktadır.

Dolayısıyla İngilizlerin üzerlerindeki etkisi devam etmesine rağmen bir süredir, ABD kontrolünde hareket eden söz konusu ülkelerin rotası, şimdilik, konjonktürel olarak değişme eğiliminde gözükse de bölge gerçekleri daha “derin” gelişmelere işaret etmektedir…

Pandemi sonrası yeni dengelerin gündeme geldiği tüm alanlarda olduğu gibi “güvenlik ve gelecek” kaygılarında da yeni arayışları şaşırtıcı bulmamak gerekir.Öyle ki kısa bir süre öncesine kadar ABD-İsrail politikalarına aşırı yakın olan körfez ülkelerinin, gelinen aşamada tehdit algılamaları farklılaşmaktadır…Petrol ve doğalgaz zenginliklerinin sonunun yaklaştığını da fark eden bahse konu ülkeler, Türkiye’nin attığı güçlü adımlarla bölgenin güvenilir ülkesi olduğunu da görmekteler.Ve söz konusu ülkelerin, Katar, Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı ile ilişkilerini geliştirmek yolunda daha önemli kararlar almaları beklenilebilir.Ve bu yönelimlerinde İngiltere’nin bir kesiminin de destek verdiğini düşünmek yanlış olmayacaktır…

Ezcümle küresel ve bölgesel değişim sürecinin kritik bir virajından geçilirken kimilerinin beklemediği gelişmelerin yaşanması kaçınılmazdır.Değişim ve dönüşüm sürecinde olan küresel sistem/küresel finans sisteminde şüphesiz, tüm aktörler gibi Türkiye de etkilenmektedir.Ne var ki Türkiye, gelecek beklentilerini, değişen şartların açtığı alanda ve “sistem-içi”nde kalarak gerçekleştirmek istemektedir.Yani herhangi bir eksen değişikliğine gitmeden yoluna devam etmektedir.Ancak Türkiye, özellikle ABD gibi vesayeti altında yaşadığı güçlerin sık sık tehdidine maruz kalmaktadır.Özellikle 2011-2015‘den bu yana bunun örneklerini yaşayarak görmüş olduk.Bu çerçevede Obama, Trump, Biden dönemlerindeki açık ve örtülü tehditleri hatırlamamak mümkün değildir…

Son planda şu hususu açıklığa kavuşturmak gerekir ki küresel güçlerle paralel politikalarını terkedip, kendi “güvenlik ve gelecek” beklentilerinin gereğini yapan Türkiye’nin aldığı bu karar, bir tercih değildir…Çok açıktır ki bu bir zorunluluktur…Aksi takdirde, hiçbir iktidar, yeni seçime ‘iki yıldan az’ bir süre varken böyle riskli bir karar almaz!.. Ne var ki muhalefet, iç ve dış unsurları ile birlikte algı yönetimi ve manipülasyonlarının ötesinde, yaşananları doğru anlamlandıramadığından ve tutarlı bir analiz yapamadığından, bu kararı doğru okumalarını beklemek yanlış olacaktır.

Küresel sistem… Küresel sistemin yerel uzantıları… Uluslararası kurum ve kuruluşların işlevleri… Rezerv para sistemi…. Dünya Bankası-IMF ile Merkez Bankaları’nın bağlantıları ve liberal ekonomik sistem gibi kavramları doğru okumadan yaşanan süreçlerin anlaşılabileceğini düşünmek saflık olacaktır…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı