GenelYazarlardanYazılar

Tarihteki Pandemiler ve Din

“…5 Mart 1520’de küçük bir İspanyol filosu Küba’dan Meksika’ya doğru yola çıkmıştı. Gemiler, atları ve silahları ile beraber 900 İspanyol askeri ve yanlarında birkaç Afrikalı köle taşıyordu. Kölelerden Francisco’nun üzerindeyse çok daha ölümcül bir yük vardı. Francisco farkında olmasa da trilyonlarca hücresinin arasında biyolojik bir bomba patlamaya hazır bekliyordu: “Çiçek virüsü”. Meksika’ya vardığında vücudunda çoğalarak artan virüs, sonunda döküntü halinde tüm cildine yayıldı. Ateşlenen Francisco Cempoallan kasabasında yerli bir ailenin yanına bırakıldı. Hastalık evdekilere, sonra da onlar aracılığıyla tüm mahalleye bulaştı. Kasaba on gün içinde mezarlığa dönmüştü. Kaçanlar ise hastalığı dalga dalga tüm Meksika’ya ve ötesine taşıyordu. Meksikalılar kötü tanrıların geceleri köy köy dolaşıp insanları hasta ettiğine inanıyordu. Rahip ve doktorlarına danıştılar. Onlar da dua etmek, soğuk banyo yapmak, vücudu katranla ovmak ve yaralara ezilmiş hamamböceği sürmek gibi tavsiyelerde bulundular. Kimse yaklaşmaya cesaret edemediğinden on binlerce ceset sokaklarda çürüyordu. Nüfusun yarısı ölmüştü. İspanyol filolarının ilk kez görüldüğü Mart 1520’de Meksika nüfusu 22 milyon iken Aralık ayına gelindiğinde sadece 14 milyon insan hayattaydı. 1580′ de ise nüfus 2 milyonun altına düşmüştü…” (1)

&&&

Bazı konular vardır ki fark ettirmeksizin diğer tüm gündemleri değersizleştirir. Gerçekleştiğinde sadece o konuşulur. Bu geçmiş yüzyıllarda da böyleydi. Çünkü lanetli günlerde tüm başka şeyler, sanki Moğol saldırıları her yanı kasıp kavururken üzeri pirelerle kaplı bir seccadede kılınan namazın caizliğini tartışmanın absürtlüğüne dönüşür.  Salgınlar böyledir. Başladığında uğradığı her yeri yok ederek ilerler, çaresiz bırakır, tüm insanlığa hayatın değersizliği üzerine uzun lirik ilahiyat dersleri verir. Yenilmez denilen güçlü orduları tarumar ederek krallar öldürür, saltanatlar yıkar, nüfus dengelerini değiştirir.

Pandemiler işte böyle tarih boyu milyonlarca insanın ölümüne neden olarak İmparatorlukları çökertip sınırları yeniden çizdi. Orduları yenilmiş ekin yaprakları gibi kırarak yeryüzü haritalarını değiştirip önemli roller üstlendi. Küçücük fareler ve pireler kâh evden eve gezinerek, kâh gemilerle kıtalar dolaşarak hastalıkları dünyanın her tarafına taşıdı.

Yüksek ateş, kan kusma ve solunum güçlükleri hastalığın neticeleriydi. Yakalananların çoğu iki ila yedi gün içinde ölüyordu. Uğradığı şehirler ölü birer kent hâline gelir; sokaklar çürümüş ve hayvanlar tarafından parçalanmış cesetlerle dolar, gökyüzünden akbaba sürüleri eksik olmazdı. Büyük çukurlar kazılarak cesetler gömülür, bazen de kayıklara doldurularak denizde yakılırdı.

Yuval Noah Hararı “Homo Deus” aslı eserinde o günleri şöyle betimliyor: “…Antik dönemde Atina’da ya da ortaçağ Floransa’sında yaşayanlar, hayatlarını her an hastalanıp bir sonraki hafta ölebileceklerini düşünerek ya da aniden patlak veren bir salgının tüm ailelerini yok edebileceğini bilerek geçirirlerdi. Kara Veba olarak da bilinen meşhur salgın, 1330’larda Doğu Asya ya da Orta Asya’nın bir bölgesinde ortaya çıkmıştı. Bu felakete bakteri taşıyan ve ısırma yoluyla insanlara bulaştıran pireler sebep olmuştu. Hastalık, sıçanlar ve pirelerden oluşan bir ordunun sırtında hızla tüm Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılarak yirmi yıldan kısa sürede Atlantik Okyanusu’nun kıyılarına dek ulaştı. Avrasya’nın toplam nüfusunun dörtte birinden fazlasının canına mal olmuş, 75 ila 200 milyon arasında insan ölmüştü. Yöneticiler böylesi bir felaket karşısında elleri kolları bağlı, çaresiz bir şekilde bırakın hastaları tedavi etmeyi, salgını durdurmak için toplu dualar ve ayinler düzenlemek dışında ne yapacaklarını bilmiyorlardı. İnsanlar modern çağa dek hastalıklardan kötü havayı, şeytanları ve kızgın tanrıları sorumlu tuttu ve bakterilerle virüslerin varlığından asla şüphelenmedi. Onlar melek ve perilere inanmaya hazırdırlar ama minik bir pirenin ya da tek bir damla suyun katil avcılardan bir ordu oluşturabileceğine asla ihtimal veremiyorlardı…”

&&&

Tarihin bilinen ilk salgınlarından biri Hitit/Hatti ülkesinde yaşanmıştı. Kral I. Şuppililuma MÖ.1322 de Babil seferinden dönerken beraberinde veba hastalığına yakalanmış esirleri de farkında olmaksızın başkent Hatuşa’ya getirmişti. Bir süre sonra krallıkta salgın yaygınlaşmış ve Kral ölmüştü. Yerine gelen oğlu II. Murşili ölüme yol açan salgınla ilgili: “Babam, prensler, komutanlar, binbaşılar, subaylar hep öldüler. Hatti ülkesi felakete sürüklendi. Artık şimdi salgın o kadar güçlendi ki…” diyerek hastalığın ülkesini nasıl yok ettiğini büyük bir hüzünle anlatıyordu…

Ancak Hatti ülkesindeki bu salgın maalesef tarihteki tek ya da en kötü salgın değildi. Yeryüzü öyle salgınları barındırdı ki bünyesinde milyonlar toplu ölümlerle can verdi. Ve bu ölümler çoğu zaman sessizce, fark ettirmeden geldi. Salgın hastalık taşıdığından habersiz kaşif ve göçmenler kıtaları gezerek yerli halkları daha önce hiç karşılaşmadıkları hastalıklarla tanıştırıp gittikleri ülkelerde yerel nüfusun büyük kısmının yok olmasına neden oldu.

Salgın karşısında hiç kimsenin; ne hekimlerin ne de din adamlarının yapacak hiçbir şeyi yoktu. Papazlar salgınları ahlaki bozulmaya bağlıyor, tanrının bir cezası olarak görüyor, dünyanın sonunun geldiğine inanıyordu. Din adamları ve hekimlerin yaşananlar karşısında uzun dualar, muskalar ve baharat karışımlarından başka önereceği hiç bir şey yoktu. Hastalığın tıbbi tedavisi olmayınca sadece cesetler kaldırılmaya çalışılıyor, görüldüğü evler içlerindeki insanlarla birlikte tahtalar ile örülerek birer mezarlığa dönüşüyordu. Salgınlar karşısında çaresiz kalan halkta sadece büyü, sihir ve efsunlardan yardım umuyordu.

&&&

Eski Ahit’te salgınlar Rabb’in emirlerine itaatsizlik yapan İsrailoğullarına bir ceza sadedinde zikredilirken(2) İslam dünyasında da bazı müfessirler Kuranda Firavun ve Mısırlılar’ın üzerine gönderildiği bildirilen tûfan, çekirge, haşere, kurbağalar ve kan gibi musibetlerden kastın veba olduğunu tefsir ediyordu. (3)

Hz. Peygamber de önlem kastıyla, vebanın önceki milletlerden bir gruba ve İsrâiloğulları’na ceza olarak gönderilen bir hastalık olduğunu belirtmiş; bir yerde veba çıktığını duyanların oraya gitmemelerini ve ayrılmamalarını söylemişti (4)

Cahiliye döneminde Mekkeli Arapların çocuklarını sütanneye vererek çöle göndermelerinin sebeplerinden biri de, yine onları veba gibi bulaşıcı hastalıklardan korumaktı. Kaynaklarda Allah Elçisi’nin yaşadığı dönemde, 627 yılında Sasanilerin başkenti Medain’de görülen vebadan bahsedilmekte. Hz. Ömer devrinde de salgınlar anlatılmakta ve Belazürî o dönem Hayber Yahudileri arasında veba salgını çıktığını haber vermekte.  639 yılında salgında içlerinde Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Muaz b. Cebel gibi sahabenin ileri gelenlerinin de bulunduğu 25-30.000 kişinin ölümünden söz edilmekte. (5)  Yine 688 yılında Basra’da meydana gelen salgının üç gün devam ettiği ve her gün 70.000 insanın öldüğü rivayet ediliyor. Hatta burada ikamet eden Enes b. Malik’in ailesinden seksene yakın kişi hayatını kaybettiği belirtiliyor.

Sonraki yıllarda da yüzlerce salgın yer almakta İslam dünyasında ve salgınlarda karantina uygulanması rutin tedbirlerden. Müslüman hekimler salgınların nedenini bozulmuş havaya bağlıyor, yüksek yerlerde temiz hava getiren, havadar evlerde oturulmasını tavsiye ediyordu. Sağlığı koruma yöntemleri arasında en yaygın olanı hacamattı. Yanı sıra hastalığın tedavisinde merhem, şurup, yakı vb. de yer alıyordu. Veba duaları, büyü reçeteleri, muskalar, tılsımlar vb. de keza…

&&&

Osmanlıda da o dönem yazılan veba risâlelerinde hastalığın bulaşıcılığı belirtilerek ilginç tedavi yöntemleri önerilmekte idi. Mesela bunlardan biri veba hastalığında çıbanların üzerine canlı tavuk ya da canlı güvercin konmasıydı. Hayvan eğer ölürse o zaman hastalığın zehrini çekmiş olarak kabul ediliyor, hastanın iyileşeceği düşünülüyordu. Bu sadece Osmanlı’da değil, Avrupa’da da uygulanan bir yöntemdi ve beraberinde merhemler, haplar, şuruplar ve bunlarla ilgili yüzlerce ilaç reçetesi bulmak mümkündü.

Ayrıca Limni adasında yer altından özel bir killi toprak çıkarılarak tablet haline getiriliyor ve bu toprağın vebaya iyi geldiği söyleniyordu. Hamamda kullanılan tasları üzerinde de Kuran’ı Kerim’den ayetler yazılıyor; bu tasların içine su koyarak vücudun yıkanmasının şifa vereceği düşünülüyordu. Yine tılsım ve muska da vardı tedaviler arasında…

Osmanlı hanedan üyeleri ise genellikle şehri terk ediyordu salgınlarda. Güvenli bölgelerde bekliyor, hastalık geçince tekrar şehre dönüyorlardı. Bazı padişahların ölümünün veba nedeniyle olabileceği tahmin ediliyor.  Osman Bey’in oğlu Orhan Gazi ve Yavuz Sultan Selim gibi…

&&&

Şunu görmek lazım ki salgınların gözle görülemeyecek kadar küçük organizmalar tarafından bulaştığı bilgisi, 19. yüzyıla ait çok yeni bir bilgi ve o güne kadar dünyada hiç kimse bu hastalıkların nedenini bilmiyordu. Bu dönem hijyen koşullarının kötü olması,  bakımsızlık, surlarla çevrili şehirlerin kalabalık oluşu, batıl inançlar ve savaşlar salgın hastalıklar için uygun bir zemin hazırlamıştı. Avrupa’da yaşayan insanlar, Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde ruhlarını kurtarmak için beden temizliğini ihmal ederlerdi. Evlerinde banyo, hela ve su bulunmazdı. Oysa İslam dünyasındaki şehirler havadar ve temiz olup burada yaşayan insanlar hamamları bedenlerini temizlemek için kullanıyorlardı.

Bugün yaşadığımız salgın da aynı geçmiş yüzyıllarda yaşanan benzerleri gibi bir zamanlar cadde, sokak, alışveriş merkezleri, AVM ler ve diğer platformlarla dolu meydanlarda kalpleri panik, bedenleri de korkuyla dolduruyor.

Haber merkezleri ve sosyal medyadan dakika dakika naklen izlediğimiz korku dolu sahneler karşısında bizler, dünyanın sonu, kıyamet alametleri ve güneşin batıdan doğması hakkında anlatılan rivayetleri hatırlayarak tedirgin dokunuşlarla bekleşip duruyoruz.

Kitapta kıyamet alametleri bahislerinde anlatılan ölümler gibi virüs salgınları ile gelen ölümler de aynı öyle korku, dehşet ve olağanüstülük barındırıyor.

Beyazlar içerisinde yüzlerinde maskelerle etrafımızda gezinen sağlık çalışanları da, şehirlerin ıssız yalnızlığı da, haber kanallarında duyarsız mimiklerle zikredilen vaka sayıları ve ölüm adetleri de sanki hepimize bir kıyamet arifesinde olduğumuzu çağrıştırıyor. Tüm dünyanın anlattığı günümüz Pandemi hikâyeleri de aynı eski çağlara ait salgınların çaresiz hüznünü yansıtan dehşet tablolarını anımsatıyor.

Avrupası, ABD’si, İngiltere’si, Afrika’sı, Ortadoğu’su tüm insanlık hangi dinden olursa olsun  korku içerisinde. Ortak kanı ise insanlığın tüm dünyada mazlumların mağduriyet, açlık, kıtlık, savaş ve ölümlerine kayıtsız kalmalarının bir neticesi olarak Allah’ın gazabını hak ettiği yönünde.

Dünyanın dört bir köşesinde modern laboratuvarlar, büyük imkan ve zengin bütçelerle gece gündüz koordineli çalışarak bir aşı bulmanın savaşını verirken; tüm dünya halkları çıplak gözle göremeyecekleri kadar küçük canlıların tüm insanlığı istila teşebbüsü karşısında sessiz, çaresiz ve suskun bir bekleyişle bekliyor.

Bilim insanları virüse karşı bir aşı bulmak için yoğun çaba ve koordinasyon sergilerken “dervişlik artıyor, sosyal paylaşım siteleri “dualarla” dolup taşıyor.

Bugün hiç görmediğimiz şeyler gördük. Kâbe’nin kapatılması, umre ziyaretlerinin askıya alınması, cuma namazlarının ertelenmesi ve Papa’nın Kiliselerde dua için bile olsa cemaat olmayı yasaklamasına tanık olduk.
O halde tüm dünyayı etkisi altına alan bu Pandemi tüm insanlık aleminde bir özeleştiri ve muhasebeye yol açabilecek mi?

Yaşadığımız bu büyük musibet zihinlerimizi ıslah ederek, bizleri mezhep savaşlarından, işkenceden, adaletten, hak ihlallerinden uzak tutabilecek mi?

Umalım öyle olsun…

“ İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar, düzen bozulur; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını kendilerine tattırır.” Rum 41

Selam ve dua ile…


Notlar:

(1) Yuval Noah Hararı, (Homo Deus)

(2) (Sayılar, 16/44-48; Tesniye, 28/20-21; Mezmurlar, 78/50; 106/29)

(3) (Araf 130-135)(Taberî, VI, 41)

(4)(Buhârî, Ṭıb, 100; Müslim, Selâm, 92- 97; Müsned)

(5)(İbn Kesir, VII, 79)

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı