
Tıbb-ı Nebevi Vahye mi Gözlem ve Deneye mi dayanıyordu?
Doç.Dr.Zeki BAYRAKTAR-Kitap ve Hikmet Dergisi
Tıbb-i Nebevînin vahye dayalı olup olmadığı daima tartışılmıştır. Aslında bu tartışma, Muhammed (as)’ın tüm amellerinin vahye dayalı olup olmadığı konusunda yapılan bir tartışmadır. Dolayısıyla da Kur’an dışı vahyin var olup olmadığı (vahy-i metluv ve vahy-i gayr-i metluv meselesi) ile ilgilidir. Hatta peygamberlerin masum olup olmadığı meselesi ile de.
Bu konudaki izahlara girmeden önce hemen belirtmek isteriz ki Tıbb-i Nebevi- vî, vahye değil gözlem ve analize dayanıyordu. Tıpkı günümüz modern tıbbında olduğu gibi. Bu sonuca (Tıbb-i Nebevînin vahye dayanmadığına) şu iki kanal üzerinden varılabilir;
- Kur’an üzerinden,
- Hadisler üzerinden.
Biz, Tibb-i Nebevînin vahye dayanmadığını, daha çok onun metodolojisini inceleyerek ve bunu da modern Tıbbın metodolojisi ile kıyaslayarak göstermek istiyoruz. Bu nedenledir ki bu yazımızın ana konusu, bu iki disiplin arasındaki benzerliği göstermeye imkân veren bazı hadisleri incelemek olacaktır. Ancak konunun izahı, kısa bir özetle de olsa (ilgili ayetlere atıflarla) öncelikle Kur’an üzerinde yapılacak ve ardından da ilgili hadisler üzerinden daha detaylı izahlara geçilecektir.
- Kur’an Açısından Tıbb-ı Nebevî
Muhammed (as), hem Nebi hem Resul idi. 0, vahyi (Kur’an’ı tebliğ ederken Resul Muhammed, diğer tüm zamanlar da ise Nebi Muhammed idi (sav). Bu nedenle kendisine, konunun bağlamına göre bazı ayetlerde ‘Ey Resul şeklinde bazı ayetlerde ise ‘Ey Nebi şeklinde hitap edilmiştir:
“Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun risaletini tebliğ etmemiş (Resullük yapmamış) olursun. (Bu göre vin için) Allah seni insanlardan koruyacaktır.” (Maide 5/67) Görüldüğü üzere ‘Ey Resul’ diye hitap edilen bu ayette, Resul’ün, kendisine indirileni tebliğ etmesi emredilmiştir.
Demek ki Resul’ün görevi kendisine indirilen Kur’an’ı tebliğ etmektir. Zaten bu husus birçok ayet ile net olarak bil dirilmektedir:
“Bilin ki Resul’ümüze düşen görev yalnızca apaçık tebliğdir.” (Mâide 5/92)
“Resul’ün görevi yalnızca apaçık tebliğdir.” (Ankebût 29/18)*
“Resul’lerin görevi apaçık tebliğden başka nedir?” (Nahl 27/35)
Demek ki Kur’an’ı tebliğ eden Resul Muhammed’dir. İşte bu nedenledir ki Kur’an (Nebiye değil) Resule itaati emretmiştir. İtaatin emredildiği onlarca ayette kullanılan kelime daima Resul olmuştur. Hiçbir ayette Nebi kelimesi kullanılmamıştır. Kur’an’da Nebiye itaat i emreden herhangi bir ayet yoktur.
Resul, kendisine vahyedilen ayetleri (Kur’an’ı) olduğu gibi iletmiştir. Ayetle re hiçbir ilave veya eksiltme yapmadığı gibi içtihat da yapmamıştır. Bu nedenle de asla yanılmamıştır. Ayrıca tüm bunları ilahi koruma altında yapmıştır.
Buna karşı Nebi içtihat yapmıştır. İlahi koruma altında olmadığı için bazen hata da yapmıştır. Kur’an, Nebinin bazı hatalarını ve bu hataları nedeniyle aldığı uyarıları bize bildirmiştir:
“Ey Nebi! Neden Allah’ın helâl kıldığını eşlerinin rızasını kazanmak kendine haram kılıyorsun?” (Tahrim 66/10)
“Ey Nebi! Allah’tan kork. Kafirlere ve münafıklara itaat etme.” (Ahzab 33/1)
“Hiçbir Nebi’ye, kesin zafer elde edinceye kadar (fidye karşılığı) esirleri bırakması yakışmaz/olacak şey değildir. Siz dünya malını istiyorsunuz. Allah ise ahireti kazanmanızı istiyor. Allah azizdir, hakimdir. Eğer Allah’tan bir yazı (hüküm) bulunmasa idi aldığınız (bu) fidyeden dolayı büyük bir azaba uğrayabilirdiniz.”(Enfâl 8/67,68)
Demek ki, ilahi koruma altında olan ve vahye dayalı hareket eden (bu nedenle de hiç yanılmayan) Nebi Muhammed değil Resul Muhammed idi. Nebi Muhammed vahye dayalı hareket etmiyordu. Öyle olsaydı Nebinin de hiç yanılmamış olması gerekirdi. Resul Muhammed ise Kur’an’daki ayetleri tebliğ ve tatbik ettiği için (vahye dayalı hare ket ettiği için) hiç yanılmadı.
Muhammed (as)’ın bir ameli vahye da yalı olarak mi yoksa kendi içtihadı ile mi yaptığını anlamanın yolu Kur’an’a bakmaktır. Eğer o amel Kur’an’da tavsiye ediliyorsa Resul olarak (yani vahye dayalı olarak), Kur’an’da yer almıyorsa Nebi olarak (yani kendi içtihadı ile) yapmış demektir.
0 halde sadece hadislerde zikredilen (Kur’an’da yer almayan) Tibb-i Nebevî uygulamaları Resul Muhammed’in değil Nebi Muhammed’in uygulamalarıdır.
Bunlar, vahye değil içtihada (gözleme) dayalı uygulamalardır. Ancak hem hadislerde zikredilen hem de Kur’an’da yer alan bazı Nebevi Tıp uygulamalarının vahye dayalı olduğu söylenebilir.
Mesela Nebi, ağız ve diş temizliği başta olmak üzere beden temizliğine önem vermiştir. Buna karşı asır beslenme değil dengeli beslenmeyi tavsiye etmiştir Nebinin aşırı beslenmeden kaçının tavsiyesi ‘yiyin, için ama israf etmeyin’ ayeti ile; Nebinin diş fırçalama (ağız ve diş temizliği) tavsiyesi ise ‘elbise ve beden temizliğini emreden’ ayetleri ile tavsiye edilmiştir. Dolayısıyla Kur’an’da tavsiye edilen bu uygulamaların vahye dayandığını (bunları Nebi Muhammed olarak değil Resul Muhammed olarak yaptığını söyleyebiliriz. Ama Tibbi Nebevînin geneli için bunu söyleyemeyiz. O halde Kur’an’da zikredilmeyen Tibbi Nebevî uygulamalarının vahye dayanmadığını (tecrübe ve gözlemlere da yandığını) söylemek mümkündür. Bu, Kur’an’daki Nebi ve Resul kavramları üzerinden (Kur’an üzerinden) varılan bir sonuçtur. Lakin aynı sonuca hadisler üzerinden de varılabilmektedir.
- Hadisler Üzerinden Tibb-i Nebevî
Tibbi Nebevînin tıpkı modern tibbi araştırmalar gibi gözlem ve analize da yandığını hadisler üzerinden göster bilmek için, öncelikle modern tibbi araştırmalar hakkında bazı literal bilgi leri vermemiz gerekmektedir ki Tibb-i Nebevî metodolojisi ile modern Tibbi metodolojiyi karşılaştırabilelim.
Günümüzde, bilimsel çalışmalar ile elde edilen tibbi bilgiler güvenilirlik bakımından şöyle tasnif edilmektedir:
Kanıt düzeyi ve tipi (en güçlüden zayıfa doğru);
1a Kanit randomize (rastgele seçilen) çalışmaların meta-analizinden elde edilmiştir.
1b Kanıt en az bir randomize çalışma dan elde edilmiştir.
2a Kanıt randomize olmayan iyi tasarlanmış kontrollü bir çalışmadan elde edilmiştir.
2b Kanıt iyi tasarlanmış en az bir diğer yarı-deneysel çalışmadan elde edilmiş tir.
- Kanıt karşılaştırmalı çalışmalar, bağıntılı çalışmaları veya olgu bildirimi gibi iyi tasarlanmış deneysel olmayan çalışmalardan elde edilmiştir.
- Kanıt uzman komitesi raporlarından veya saygın otoritelerin görüşlerinden veya klinik deneyimlerinden elde edilmiştir.
Öneri derecesi (en güçlüden zayıfa doğru);
A Özgül önerileri ele alan en az bir randomize çalışmayı içeren, iyi kalitede ve tutarlı klinik çalışmalar temel alınır.
B İyi yapılmış, ancak randomize klinik çalışma içermeyen klinik çalışmalar temel alınır.
C Doğrudan uygulanmış, iyi kaliteli klinik çalışmaların yokluğuna karşı yapılan öneri.
Görüldüğü üzere en güvenilir tıbbi bilgiler, özgül önerileri ele alan klinik çalışmalarla elde edilir. Bu tarz çalışmaları yapmak için geliştirilen hipotezler uygun çalışma gruplarında test edilir.
Elde edilen sonuçlar da özgün (orijinal) bir bilgi içeriyor (üretiyor) ise hakemli bilimsel dergilerde yayımlanır. Ve böylece çalışma tibbi literatürdeki yerini alır. Ancak bunun için çalışmanın hem özgün bir bilgi ihtiva etmesi hem de bilimsel yayın kurallarına göre yazma si gerekir (makale formatında). Aksi halde yayımlanamaz. Buna göre her bilimsel makale ve bu makalenin özeti Abstract) su dört ana kategoriyi (bilgiyi) ihtiva ediyor olmalıdır
- Amac (Objective).
- Metod (Materials and Methods),
- Bulgular (Results),
- Sonuç (Conclusion).
Amaç bölümünde (araştırılacak hipotezin ne olduğu) ve belirtilir. Metod bölümünde hipotezin çalışmanın amacı nasıl test edildiği (hangi çalışma grubu bunda ve hangi yöntemlerle); Bulgular bölümünde ise elde edilen bulguların ne olduğu ve bunların nasıl yorumlandığı belirtilir. Sonuç bölümünde de
Şimdi, Tıbb-ı Nebevî uygulamaları ile modern Tibbî uygulamaların hangi noktada paralellik arz ettiğini bu bilgiler ışığında ve şu hadis üzerinden izah etmeye çalışalım;
Cüdame bin Vehb (ra) rivayet ediyor:
Resulullah (sav)’in şöyle buyurduğunu işittim; ‘Çocuk emziren kadınlarla cinsel ilişkiyi (çocuklara zarar gelir düşüncesiyle) yasaklamayı düşünmüştüm. Ama Farisilerin ve Rumların böyle yaptıklarını ama buna zarar gelmediğini görünce bu düşüncemden vazgeçtim!!
Görüldüğü üzere Nebi, emziren kadınlarla cinsel ilişki hakkında herhangi bir vahiy almış ve bu nedenle bir yasak koymayı düşünmüş değildir. O, böyle bir yasağı, zihninde gelişen bir hipotez nedeniyle (emziren kadınlar ilişki kurar ve yeniden gebe kalırsa acaba bebeğe bir zarar gelebilir mi düşüncesiyle) koymayı düşünüyor. Ama bu düşüncesinden de yine herhangi bir vahiy aldığı için değil gözlem ve analiz sonu cunda elde ettiği bulgular vazgeçiyor. Takip ettiği yöntem (metodoloji) nedeniyle modern tibbi metodoloji ile tıpa tıp aynı. Şöyle ki;
Nebinin zihninde önce özgül bir hipotez gelişiyor. Nebi, zihninde gelişen bu hi hipotezini test etmek için uygun bir gözlem/çalışma grubu (Rumlar ve Farslılar) belirliyor. Bu toplumdaki çocukların gelişimini takip ederek elde ettiği bulguları analiz ediyor. Sonuç olarak da bu çocukların gelişiminde toplumun diğer kesimlerine göre herhangi bir anormallik bulunmadığını (kurduğu hipotezin doğru olmadığını) tespit ediyor. Dolayısıyla da emziren kadınlarla ilişkiye girme konusunda bir yasağa (böyle bir tavsiyeye) gerek duymuyor.
Hadisin metninde yer alan bu bilgiler, adeta konu hakkında yapılmış bilimsel bir çalışmanın (makalenin) özeti gibi.
Şimdi bu durumu daha somut olarak gösterebilmek için hadisin metnindeki bilgileri kullanarak (sanal bir) bilimsel makale özeti dizayn ediyor ve elde ettiğimiz bu metnin bilimsel bir makale özetinde bulunması gereken tüm bilgileri verdiğini göstermek istiyoruz:
Özet (Abstract)
Amaç (Objective): Bu çalışma ile em emzirme döneminde kadınlarla girilen cinsel ilişki nedeniyle çocuk gelişiminde meydana gelen herhangi bir olumsuzluğun var olup olmadığı araştırılmıştır.
Metod (Materials and Methods): Çalışma grubu olarak emziren kadınlarla cinsel ilişki bakımından herhangi bir kısıtlama uygulamayan Rum ve Fars toplumu belirlenmiştir. Bu toplumdaki çocuklar, gelişim parametreleri açısın dan takip edilmiş ve elde edilen bulgu lar kontrol grubu olarak belirlenen diğer toplumun çocukları ile mukayese edilmiştir.
Bulgular (Results): Çalışma grubundaki çocukların fiziksel ve ruhsal gelişim parametreleri normaldi. Gelişim parametreleri bakımından bu çocuklarla toplumun diğer kesimlerindeki çocuklar arasında istatistiksel) bir fark yoktu.
Sonuç (Conclusion): Emzirme dönemindeki kadınların eşleri ile ilişki kurmaları çocuk gelişimi bakımından her hangi bir olumsuz sonuca neden olma maktadır. Bu konuda herhangi bir kısıtlamaya gerek yoktur.
Görüldüğü üzere, tibbi literatür tekniğine göre yazılmış bu (sanal) özetin içindeki tüm bilgiler, inceleme konu muz olan hadisin metninden alınmıştır.
Elbette ki bu metin (hadis) bilimsel bir makalede yer alması gereken bazı istatistiksel analizleri (detayları) ihtiva etmiyor. Ama ana yöntem olarak bilim sel bir metodolojiyi takip ediyor. Nebi, adeta yaptığı bilimsel bir çalışmayı (gözlemi) yine bilimsel bir metodoloji ile bize özetliyor.
Nebevî Tip metodolojisini gösteren benzer bir diğer hadis şöyledir:
İmran bin Husayn (ra): Nebi (sav) dağlamak suretiyle tedaviyi yasakladı ve böyle buyurdu: Bizim başımıza bir hastalık geldi, dağlamakla tedavi ettik fakat ne kurtulabildik ne de başarılı olabilirdik. Görüldüğü üzere Nebi, dağlamayı, bazı hastalıklarda bir tedavi yöntemi olarak denemiştir. Nitekim Esad bin Zürare Nin vücudunda çıkan kızıllıkları dağlama suretiyle tedavi ettiğine dair bir başka rivayet daha mevcuttur. Ama dağlamanın (en azından her türlü cilt lezyonları için) başarılı bir tedavi yöntemi olmadığını gözlemlemiş ve bu nedenle de dağlama yapmaktan vaz geçmiştir.
O’nun bu yaklaşımı da (emziren kadınlarla ilgili konuda olduğu gibi) vahye dayalı değildi. O, dağlama yapmak için vahiy almadığı gibi dağlama yapmaktan vazgeçmesi için de vahiy almış değildi.
Dağlamayı, tıpkı modern tıpta olduğu gibi tecrübeye dayanarak ve faydalı olabilir kanaati ile uygulamıştı. Ama elde ettiği sonuçları tatminkar bulmadığı için bunun faydalı bir tedavi seçeneği olmadığına karar verdi. Ve bu kararını da gerekçeleriyle birlikte (adeta bilimsel bir makale özeti gibi) ilan etti.
İlan ettiği şey (kestirme bir yasak değil) konu hakkındaki tecrübe ve gözlemleri idi (dağlama yasağını haram olarak değil, faydası olmadığı için tavsiye et meme şeklinde anlamak gerekir).
Demek ki Nebevî Tıp, vahye değil günümüz modern tıbbın da olduğu gibi tecrübe, gözlem ve analize dayanıyordu. Bu amaçla hem geçmiş tecrübeler dikkate alınıyor hem de bazı özel gözlemler yapılıyordu. Yapılan bu gözlem ve analizlerde elbette ki bazı hatalı sonuçlara da varılmış olabilirdi. Lakin bu durum (hatalı sonuçlar elde edilmesi), sadece 14 asır önceki Nebevi gözlem ve analizler için değil günümüzdeki modern tıbbi araştırmalar için de geçerlidir:
Nitekim günümüzde de bazı bilimsel çalışmalar, ayni konudaki diğer bazı bilimsel çalışmalarla birebir mutabık değildir. Aynı konuda çelişkili sonuçlar bildiren çalışmalar vardır. Demek ki bazı çalışmalar, eksik veya hatalı gözlemlere dayanmaktadır. Bu, çalışma grubunun yanlış seçilmesi, yanlış ve/veya eksik gözlem yapılması, farklı değişkenlerin devreye girmesi vs gibi nedenlerden kaynaklanabilir. Ama bu durum, genel olarak tüm bilimsel çalışmaların hatalı olduğunu göstermez.
Bu nedenle, tıpkı modern araştırmalar da olduğu gibi Tıbbi Nebevînin bir bölümü de hatalı gözleme dayanmış bilir. Hatta 14 asır önceki şartlar altında tecrübe edilmesi nedeniyle Tıbb-i Nebevinin bir bölümü günümüzde güncelliğini yitirmiş olabilir. Bu gayet tabii olan bir durumdur. Ama buna rağmen bir çoğunun hala güncelliğini koruduğu da (aşağıda izah edileceği üzere) bir vakıadır.
Tıbbi Nebevî uygulamalarını üç ana kategoride değerlendirebiliriz;
- Tıbbi Hukuk (Etik)
- Koruyucu hekimlik (Halk Sağlığı)
- Tedavi ve ilaç uygulamaları
Tıbbi Hukuk (Etik) ile ilgili Nebevî uygulamaların hiçbir zaman değişmez yiyecek evrensel tıbbi ilkelerle aynı paralelde olduğunu görüyoruz. Mesela Nebinin, ölüm/yaşlılık hariç her hastalığın şifasının (tedavisinin) var olduğunu bildirmesi ve tabiplere/ilaçlara müracaat edilerek) tedavi olunmasını emretmesi, hastalığın durumuna göre ihtiyaç duyulan uzmanı (cerrahı) görevlendirmesi, uzmanlık alanlarına itibar etmesi, tedavinin ehliyetli tabipler (uzmanlarca) yapılması gerektiğini bildirmesi, tabip olmayan kimsenin tedavi yapamayacağını ve birinin yaptığı tedavi sonucu meydana gelen zararın tazmin edilebileceğini bildirmesi hiçbir zaman değişmeyecek olan evrensel tıbbi ve hukuki ilkelerdir.
Koruyucu hekimlik (halk sağlığı) ile ilgili Nebevî uygulamalar da hala geçerli olan tıbbi uygulamalardır. Mesela Veba gibi salgın hastalıklarda izolasyon (karantina) uygulaması, Cüzzam gibi bulaşıcı hastalıklardan korunmak için hastalarla temastan kaçınmayı emretmesi, hijyen için kapların üzerinin örtülmesini tavsiye etmesi, başta ağız ve diş temizliği olmak üzere tüm beden temizliğine (hijyenine) önem vermesi ve bunu şiddetle tavsiye etmesi gibi uygulamaları bunlara örnek verilebilir.
Bugün tıbben sabittir ki hem kişisel hem de kurumsal (hastane) enfeksiyonlara karşı yapılan mücadelede en etkili yöntem elleri yıkamaktır. Tıbb-i Nebevî bu hususu 14 asır önce bildirmiş ve uygulamıştır. Keza, modern tıbbın ‘aşırı beslenmeden (obeziteden) kaçının ve günlük optimal sıvı ihtiyacını mutlaka alın’ gibi tavsiyelerini de ‘midenin üçte birini yemekle, üçte birini su ile ve üçte birini de hava ile doldurun (boş bırakın)’ sözü ile Tıbb-i Nebevî 14 asır önce tavsiye etmiştir.
Buna karşı, Nebevî ilaç ve tedavi yön temlerinin bir bölümü güncelliğini yitirmiş olabilir. Ama önemli bir bölümü hala güncelliğini korumaktadır. Mesela Nebinin bazı hastalıklarda beslenme kısıtlaması nekahet dönemindeki hastaya sindirimi kolay sıvı gıdaları tavsiye etmesi sıtma ve humma gibi ateşli hastalıklarda su ile fizik soğutma yapılması tavsiye etmesi başın bitlenmesinde saçların tıraş edilmesini istemesi, anjinli hastalarda bademciğin sıkılmasını men etmesi, bunun ağız ve burundan alınan bazı ilaçlarla tedavi edilmesini emretmesi, alkolün ilaç ve tedavi amacıyla bile olsa içilmemesini emretmesi, gerekli hallerde uygun cerrahi operasyonları yaptırması (mesela kesilen damarın bağlanması) gibi Nebevî uygulamalar hala güncelliğini koruyan tıbbi uygulamalardır.
Ayrıca, Tibb-i Nebevînin 14 asır önceki imkanlar altında uygulandığı dikkate alınmalı ve bu uygulamaların güncel dilinin ne olduğu iyi hesaplanmalıdır.
Mesela bal ve çörek otu gibi doğal ürünlerle beslenmeyi tavsiye eden Nebevî ilkeler, tüm doğal besinlerin faydalı olduğunu (beslenmenin doğal besinlerle yapılması gerektiğini) bildiren ilkelerdir. Keza Nebinin muhtelif zamanlarda kan aldırması ve bunu tavsiye etmesi günümüzdeki kan bağışı yapan hastaların (donörlerin) durumuna benzer.
Bugün, bazı hastalıkların sadece ilaç ve ameliyatlarla tedavi edilemeyeceği, psikolojik destek ve motivasyonun da tedavi sürecinde çok önemli bir role sahip olduğu tıbben bilinmektedir. Nebi, ziyaret ettiği hastalara hem hastalığın günahları için bir kefaret olacağını hem de hastanın iyi olduğunu (şifa bu alacağını söyleyerek (her hasta için de bunun yapılmasını tavsiye ederek) tüm hastalara psikolojik destek sağlamıştır.
Buna karşı, bazı Nebevi Tıp uygulamaları güncelliğini yitirmiştir. Mesela deve sütünün ve idrarının şifa olduğu nu (içilmesini tavsiye eden) bir rivayet vardır. Bize göre bu rivayet (deve idrarı nedeniyle sahih değildir. Ama böyle bir uygulama yapılmış olsa bile bunun 14 asır önceki şartlarda tecrübe edildiği unutulmamalıdır. Zira 20-30 yıl önce yapılan bazı modern tip uygulamaları bile günümüzde güncelliğini bile yitirmiş iken 1400 yıl önce yapılmış bazı Tıbbi Nebevî uygulamaların güncelliğini yitirmiş olması, Tıbb-i Nebevînin genel olarak yanlış bir metodolojiye dayandığını göstermez. Tıp yakın geçmişteki bazı bilimsel çalışmaların güncelliğini yitirmiş olması gibi. Sonuç olarak Tıbb-i Nebevi, tecrübe, gözlem ve analize dayanıyor ve evren sel doğru ilkeleri (bilimsel metodolojiyi) kullanıyordu. Bu nedenledir ki, 14 asır önceki şartlar altında tecrübe edilmesine rağmen hala önemli ölçüde güncelliğini korumaktadır.


