
Vahyi gayr-i metluv nedir?
SORU: Vahye uygun ve paralel olan hadislere, “vahyi gayr-i metluv” denir mi? Peygamberimizin vahiy dışı, ama vahye uygun olan sözlerinin olması tabii değil midir?
CEVAP: Öncelikle sorunuzun birinci bölümünde yer alan “vahyi gayri metluv” kavramı üzerinde durmak istiyoruz. Ne peygamberimizin ne de bir başkasının vahye uygun olan sözlerine “vahiydir” demek mümkün değildir.
Allah vahyine elçisinin şahsi gayretini bile karıştırmamak için, kendisine vahiy geldiğinde tekrar etmeye çalışan Peygamberi şöyle ikaz ediyor: “Cebrail sana Kur’an okurken, çabuk ezberlemek için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle. Muhakkak ki vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutmak bize aittir. Biz onu Cebrail’e okuttuğumuz zaman, onun okumasını takip et. Sonra onu sana açıklamak bize düşer.” (75/16-19) Bunun ötesinde en ufak bir ilaveye bile şöyle karşılık veriyor: “Eğer o (Muhammed), Bize karşı, ona bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra onun şah damarını koparırdık. O zaman sizden hiç biriniz de buna Engel olamazdınız.” (69/44-48)
Allah elçisine bile böyle karşılık veriyor. Ona bir şeyi ilave etmek kimsenin haddi değildir. İslam’da “vahiy” denildiği zaman sadece Kur’an akla gelir. Kur’an’ın dışında ne metlüv ne de gayr-i met lüv vahiy vardır. Vahyin hepsi Kur’an’dadır. Peygamber görevinin gereği olarak vahye bir ilavede bulunmadığı/bulunamadığı gibi, onda olması gereken bir vahyi de eksiltemez, eksiltmemiştir. Bu konuda Hz. Aişe (R.A.)’dan şöyle bir haber gelmektedir: “Amir b. Mesrûg Aişe validemize şöyle dedi: Ey Anacığım! Muhammed (as) Rabbini gördü mü? Bu soruyu işiten Hz. Aişe validemiz şöyle buyuruyor: Söylediğin şey tüylerimi ürperti. Senin şu üç meseleden haberin yok mu? 1-Kim sana Muhammed (as)’ın Rabbini gördüğüne dair bir rivayette bulunursa yalan söylemiştir. “Gözler O’nu idrak edemez; O gözleri idrak eder; O Latif’tir, her şeyden haberdardır.” (6/103) “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (42/51). 2- Kim sana peygamberin yarın ne olacağını bildiğine dair bir nakilde bulunmuşsa yalan söylemiştir. “Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”(31/34)
- Kim sana Resul’ün (as) bir şeyler gizlediğine dair bir haber verirse yalan söylemiştir. “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”(5/67)
Şimdi elimizi vicdanımıza koyup düşünelim! Bu ayetleri insanlara okuyan bir elçiden bu ayetlere muhalif bir davranış sadır olur mu? İnsaf ile düşünüldüğü zaman o elçinin en az eşi Hz. Aişe validemiz kadar bu ayetlere vakıf olduğu değil, daha fazlasına vakıf olduğu teslim edilecektir. Bu ayeti takip eden ilahi ikaz ise şöyle devam ediyor: “Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir” de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kâfirler topluluğuna üzülme.”(5/68)
Bu ikaz elbette ki bugün bizi de kapsamaktadır. Bizler de Allah’ın bize indirdiği Kur’an’ı hakkıyla okuyup, anlayıp, hayata uygulamaz isek, bizler de bir şey üzerinde değiliz demektir. “De ki: Ben, sadece, vahiy ile sizi ikaz ediyorum. Fakat, sağır olanlar, ikaz edildikleri zaman bu çağrıyı duymazlar.(21/45)
Sorunuzun ikinci kısmına, yani “Peygamberimizin vahye uygun olan sözlerinin” olması konusuna gelince, böyle bir sorunun tamamen gereksiz olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bir peygamberin bütün sözleri vahye uygun olur, olmak zorundadır. Aksi halde yukarıda meallerini verdiğimiz ayetlere önce peygamber maruz kalmış olurdu.
Allah elçisini Kur’an’ı ahlak edindiği için insanlığa en güzel örnek şahsiyet olarak göstermiştir. O hayatı boyunca Kur’an’la konuşmuş Kur’an’ı konuşmuştur. Onu sünnet edinmiş ve hiçbir zaman bu sünnetini terk etmemiştir. Sorun ne peygamberde ne de peygamberimizin sözlerindedir. Sorun O’ndan sonra bu sözleri işitip nakledenlerden kaynaklanmaktadır. Onların karşısında Allah’ın elçisi varken, bizim karşımızda bir yığın rivayetler var. Kur’an’a uymayan, Peygamberin söylemesi mümkün olmayan, Müslüman’ın içine sindirmesi mümkün olmayan rivayetler. İşte bunları Kur’an eleğinden geçirerek almalıyız. Aksi halde biz de, peygambere söylemediğini söyletenlere katılmış oluruz. İşin püf noktası burasıdır ve iyi düşünmeliyiz. Bu sözler peygamberimizin söylediği kelimelerle yazılmamıştır. Ondan dinleyen kendi anladığını kendi kelimeleriyle zapt etmiştir. Bu iş her ravi için böyle devam etmiş; sonunda en son ravinin anladığı şey kitaba kaydedilmiştir. Bu nedenle bize ulaşan peygamberin dediği olmaktan çıkmış; en son ravinin anlayıp ifade ettiği söz olmuştur. Bunların aslına döndürülmesi Kur’an’a döndürülmesiyle mümkündür. Uyanı alır, uymayanı bırakırız. Bu konuda en doğru yöntem budur.


