
İktibas Dergisi/İktibas Çizgisi okuyucuları yakinen bilirler ki bizler, Müslümanlara “komplo teorileri” temelli okumalar/analizler sunmamaya dikkat ettik. Ama “komplo teorileri” olarak nitelenerek üzeri örtülmeye çalışılan bazı gerçeklikler düzlemindeki hakikatleri de sizlerle paylaşmaktan da imtina etmedik. “Sistem analizini” önemsedik. Küresel sistem ile bölgesel ve yerel sistemlerin güçlü ilintisini -her fırsatta- gündeme taşıdık; “dönemsel”/ “konjonktür el” resimler üzerinde yorum yapmak yerine, daima “süreç analizi” ile yaşananları anlamaya ve anlatmaya çalıştık. Ki tarihi bir kırılmanın söz konusu olduğu bu dönemde, altını çizmeye çalıştığımız hususlar, çok daha kritik anlamlar taşımakta, “Müslümanların” “öze dönüşü” bağlamında önemsenmek durumunda…
Değişen dünya ve bölge dengeleri, dolayısıyla yeni denge arayışlarının hızlandığı bir zamanda; maalesef yine bazı süreçler ıskalan makta, çoğu tanımlamalar, anlamlandırmalarda ciddi hatalar yapılmaya devam edilmektedir. Dolayısıyla çok ciddi hatalarla melül okumalar yapılmakta ve “duruş”lar sergilenmektedir. Özellikle kendilerini İslam ile tavsif edenlerin (“sistem-içi”) mücadelelerindeki çeliş- kileri ve haliyle birlikte hareket ettikleri rejimlerin; ideolojileri, temel referansları, kavramları -kaçınılmaz olarak- çelişmektedir. Hiç şüphesiz söz konusu grup ve yapılarla hatalı yöntem tercihlerinin bir araya getirdiği devlet ve örgütlerin konjonktür el birliktelikleri bu sonucu doğuracaktır. Lakin burada anlaşılması zor olan ve/veya ironik bir nitelikte olan husus, bahse konu çevrelerin “sistemiçi” şikâyetlerindeki çelişkileridir…
Böyle garabetlerin var olduğu, haliyle düşünsel ve siyasal duruş sorunlarının hakim olduğu bir vasatta, bazı “aktör”lerin/küresel güç odaklarının adeta sesi konumunu hala devam ettiren kişilerin yaklaşımlarını dikkatlerinize sunma ihtiyacı duyduk. Ki belki bu vesileyle bazı gerçeklikler doğru anlaşılır; küresel güç odaklarının dönemsel bazı tanımlamaları -esasta- değişmese de süreç içerisinde nasıl kendi stratejilerine paralel olarak farklılık arz ettiği görülebilir. Algı yönetimi teknikleri kullanılarak, insanımızın manipüle edilmeye çalışıldığı fark edilebilir…
Bu bağlamda eski dünya düzeninde çok kritik bir öneme sahip, küresel odakların bir kısmının hala önemsediği, stratejik aklına değer verdiği Henry Kissinger’in bazı değerlendirmelerini bu sayfalara taşıdık. Kissinger’in değerlendirmelerini içeren makalenin kötü bir tercümesinden yararlanarak ve alıntı yapmaktan çok ne demek istediğini aktarmaya çalışarak bunu yapmaya gayret ettik. Bu arada kısa kısa değerlendirmelerle bazı önemli hususların arka planının anlaşılmasına katkıda bulunma gayretinde olduk. Söz konusu makalede, Modern Ortadoğu’da artık geleneksel/eski politikalar geçerli değil diyen Kissinger bizce çok önemli ve yaşananların nirengi noktası/ideolojik göstergesi olarak anlaşılması gereken bir hususun altını çizmektedir.
Ve Batı’nın hesabı, bir zamanlar önemli bir “ılımlılaştırıcı” etkisi olan Türkiye’nin laik bir devletten ideolojik olarak İslami bir versiyona doğru dönüşümüyle karmaşıklaştı. Aynı zamanda, hem Ortadoğu’dan gelen göçmen ağı üzerindeki kontrolüyle Avrupa’yı etkileyen, hem de güney sınırı üzerindeki petrol ve öteki ürünlerin hareketiyle (ilgili) Washington’u kızdıran Türkiye’nin, Sünni davasına desteği, içindeki grupların çoğunun bu zamana kadar Batı tarafından desteklendiği Kürtler’in ekonomisini zayıflatan çabalarıyla yan yana gidiyor…
Dikkat edilirse Kissenger, 1. Cumhuriyeti ve 2. Cumhuriyeti ile, eskisi ve yenisiyle laikliği “Jakoben”(Radikal) ve Anglosakson (Ilımlı) versiyonuyla içselleştiren iki farklı paradigma (model) üzerinde yürüyen Türkiye’nin “ılımlı laik” çizgisini, “…ideolojik açıdan İslami bir ‘versiyon’a doğru dönüşüm…” olarak, özellikle niteleyerek, bir algı oluşturarak değerlendirme yapma gereği duymakta. Dahası “…içindeki grupların çoğunun bu zamana kadar Batı tarafından desteklendiği “Kürtler”in … (Ki bunlara Ergenekoncuları, Nitelikli Terör Örgütü FETÖ başta olmak üzere ‘Türkler’i ve diğerlerini de dâhil etmek gerek…) ifadesiyle bir proje olarak ABD’nde ki güç odaklarının başlangıçta önünü açtığı; ta ki “kontrollü demokratik değişim” stratejisi konusundaki içlerindeki anlaşmazlıklar ve ortaya çıkan kaygıları nedeniyle 2010’lı yıllar itibarıyla karşı karşıya gelmeye başladıkları bir “Türkiye” tanımıyla kamuoyunu yönlendirmek istemektedir. Demokratik değişim stratejisinde “stratejik ortak” oldukları Türkiye’nin ABD/Batı’nın kaos stratejisine geçmesiyle kendi geleceği ve güvenliği nedeniyle Batılı müttefikleriyle birlikte hareketinin mümkün olmadığı alanlarda karşı karşıya gelmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir. Yeni konumu ve misyonuyla Türkiye, küresel odakların çok boyutlu yürüttüğü algı yönetimi çabalarına rağmen, bölgedeki tarihi ve stratejik derinliğini de arkasına alarak kendi geleceği ve güvenliği çizgisinde yol almaktadır. Tabii ki göründüğünün ötesinde olsa da sınırlı gücü elverdiğince. Ve “çok kutuplu” bir dünya dengesi arayan küresel ve bölgesel şartların açtığı alanda…Aynı çerçevede şu hususun da altını çizmek gerekir ki belirli bir zamana kadar Batı’nın “ılımlılaştırıcı” misyonu ile önemsediği Türkiye, (ılımlı) laik-demokrat çizgisinde ısrarla yürümesine rağmen bölgede stratejik olarak ABD/ Batı ile karşı karşıya bir görüntü vermektedir…
Kissenger, yazıda -Margaret Thatcher üzerinden- önemli gördüğü diğer hususlarda da tespitler ve analizler yapmaya devam etmekte…
ABD/Batı açısından Rusya, potansiyel bir tehdit olarak mı, yoksa partner olarak mı görülmeli?..
NATO dikkatini”bölge dışı meselelere yöneltmeli midir? Ve NATO Orta Avrupa’nın yeni demokrasilerini tam bir sorumlulukla, mümkün olduğunca hızlı ve “sağ görülü” bir şekilde kabul etmeli midir?” Avrupa NATO içinde kendi “savunma kimliğini” geliştirmeli midir?!.
‘Batı’nın 1648 yılında Otuz Yıl Savaşları’nı sonlandırmak için kurguladığı dünya düzeni, devletlerin bir dizi topluluk arasındaki güç dengesiyle emniyet altına alınan egemenlikleri fikrine dayanıyordu…’ Şimdi farklı tarihsel ve kültürel deneyimlerden çıkarılan ve kıtasal ve evrensel dini boyutlara iliş- kin versiyonları da içeren düzen konseptiyle (geniş kavramsallaştırmayla) karşı karşıyayız. Bu yüzden uzun vadeli mesele, bu konuların “ulus-devlet”in düsturlarıyla mı yoksa daha “küreselleşmiş konseptlerle mi? çözümleneceği ve bunların gelecekteki dünya düzeni için ne tür sorunlar getireceği meselesi haline geliyor…’
Çin, Doğu Çin Denizi’nden İngiltere Kanalı’na uzanan ve siyasi, ekonomik, kültürel ve güvenlikle ilgili sonuçları olan büyük bir tasarım olarak «Kemer ve Yol» inisiyatifini başlattı. Yani «İpek Yolu», Çin’i Orta Asya’ya ve son kertede Avrupa’ya bağlamaya çalışarak fiilen dünyanın ağırlık merkezini Atlantik’ten Avrasya anakarasına taşıyacaktır…
(İpek Yolu) Devasa bir çeşitlilik içinden geçiyor: ‘Öteki büyük kültürler Rusya, Hindistan, İran ve Türkiye onun üzerinden yol alırken diğer ucunda Batı Avrupa ülkeleri yer alıyor ki bu ülkelerin her biri ona katılma , işbirliği yapma veya onu reddetme arasında bir seçim yapacak ve bunun hangi biçimlerde olacağına karar verecektir. Bu girişimin uluslararası siyaset açısından taşıdığı karmaşalar, sersemletici olduğu kadar zorlayıcıdır da’…
“Kemer ve Yol” inisiyatifi, Batı’nın düzen felsefesini tanımladığı haliyle”Vestfalya” tipi bir uluslararası stratejik çerçevede ortaya konuluyor.’Ancak Çin, bir “Vestfalya devleti” boyutunu aşan bir eşşizliğe sahip. Aynı anda hem bir kadim medeniyet, hem bir devlet, hem bir imparatorluk, hem de küreselleşmiş bir ekonomi…Çin, kaçınılmaz olarak, tarihsel deneyimi, büyüyen gücü ve stratejik vizyonuyla uyumlu bir uluslararası düzen adayı olarak bir arayışta olacaktır…’
Avrupa; ‘Böyle bir dünyada Avrupa’nın rolü ne olacak? Atlantik dünyasının bir parçası mı? Yoksa kendini yeniden tanımlayan ve kendisini çevreleyen dalgalanmalara kendini özerk bir şekilde uyarlayan bir oluşum mu?’…
Ortadoğu; ‘Avrasya’da ve Rusya sınırları boyunca dünya düzeni konsolidasyonunun meydan okumasıyla karşı karşıya. Dünya düzeni Ortadoğu çeperinde, dağılma kargaşasının tehdidi altında.1. Dünya Savaşı’nın sonunda Ortadoğu’da ortaya çıkan Vestfalya temelli(Ulus-devlet/laiklik temelli) düzenler sistematiği şimdi darmadağınık halde. Ve bölgede dört devlet, egemen olarak işler olmaktan çıktı: Suriye, Irak, Libya ve Yemen, “kendi yönetimlerini dayatma” arayışında olan kesimlerin (güçlerin) savaş sahalarına dönüştü. Ortadoğu, ideolojilerin uçuculuğuyla olduğu kadar özgün eylemleriyle de dünyayı etkiliyor…’
Rusya; Rusya’nın yeni rolü, ortaya çıkacak düzen türünü etkileyecektir. Rusya’nın amacı DEAŞ’ın yenilgiye uğratılmasına destek vermek ve benzer toplulukların ortaya çıkmasını engellemek mi? Yoksa buna stratejik tahakküm yönündeki tarihsel arayışların nostaljisi mi yön veriyor? Eğer ikincisiyle Batı’nın Rusya’yla işbirliği politikasına gitmesi yapıcı olabilir…’
Sözde evrensel/Batılı değerler ile “Müslümanların değerlerini uzlaştırma esasına dayanan ve çeşitli versiyonları olan Laiklik/Sekiler felsefi çizginin “ılımlı” yorumu insanımızın kafasını karıştırmaya devam etmekte. Dolayısıyla “Laik-demokratik”, Batıcı çizgisinde yoluna devam eden Türkiye Cumhuriyeti’ndeki eski paradigma/model’in iflas etmesi ve değişen dünya ve bölge şartlarına göre “konumu ve Misyonunun” yenilenmesi de kafa karışıklığına neden olmaya devam etmektedir. Zira, Müslümanlar, tarihi süreçte “şeytanın soldan Yaklaşmasından çok “sağdan” yaklaşmalarında büyük tuzakların parçası olmuşlardır. Bu kural, “tarihi kırılmaların biri daha yaşanırken işlevini yerine getirmeye devam etmektedir.
Öyle ki Batı’nın «Ilımlılaştırıcı» bir partner/işbirlikçi olarak nitelediği Türkiye, eski ve yeni modelliğiyle bu fonksiyonunu devam ettirmektedir. Ne var ki değişen dünya ve bölge şartlarının Türkiye’ye yüklediği misyon, Kissenger’in de -ısrarla- algı yönetimi çabaları paralelindeki tanımlaması/ yönlendirmesinde olduğu gibi (‹…Türkiye›nin laik bir devletten «ideolojik» açıdan «İslami» bir «versiyon»a doğru dönüşümüyle…›) karmaşıklaşmıştır. Daha doğru bir ifadeyle «şeytanın sağdan yaklaşımındaki” “iki yüzlülüğü»/çeldiriciliği, sofistike niteliğiyle farklı hatalı okumaları beraberinde getirmiştir…
Ezcümle, değişen dünya ve bölge şartlarında küresel ve bölgesel yeni denge arayışında en önemli unsur olan “Müslümanlar”, “Sorunlu Tarihleri”nden taşıdıkları düşünsel bulanıklıkların etkisiyle net bir “duruş” sergilemekten bir hayli uzak gözükmekteler. Kimileri “etnik ve mezhebi” anlayışlarının oluşturduğu zaaflarından yararlanılarak kullanılmakta, kimileri de sözde/Batılılara göre “Aydınlanma dönemi” ile birlikte oluşan kafa karışıklığının tezahürleriyle bir sağa bir sola savrulmaktadır. Ve bunların büyük bir kesimi sözde evrensel/Batılı değerlerle “Müslümanlar”ın değerlerini telif eden, eklektik, sapkın düşünce sistematikleriyle malül gözükmekteler. Dolayısıyla da “sistem-içi” mücadeleyi tek çıkış görmekteler. Bu durumda Batı’nın, “sistem-içi” unsurları, değişik versiyonlarıyla “ılımlı” bir kategoride değerlendirdiği düşünülürse terör/tedhiş/ ilkesiz şiddet ile malul diğerlerini de “Radikal” olarak tasnif ederek insanlığa “İslam” etiketiyle sunulmasının ne anlama geldiği de doğru okunmalıdır. Yani bir tarafta Batı ile uyumlu “Ilımlılar”, diğer tarafta güya Batı’ya karşı bir “duruş” sergilediğini iddia eden, ama terörle birlikte anılan “Radikaller”. Ölümlerden ölüm beğen. Allah aşkına Kur’an’ın ve onu örnekleyen Resul’ün bize yaşayarak gösterdiği İslam, -mevcut şartlarda- insanlığa nasıl anlatılabilecek?! Akıl ile vahiy arasındaki engeller –öncelikle de “Müslümanların oluşturduğu- nasıl kaldırılabilecek?..
Hiç şüphesiz, Müslümanlar olarak, bu karmaşıklığın, esasta hatalı okumaların önüne geçilmesi gerekir ve safların netleştiği bir “hak-batıl” mücadelesinden bahsetmek için bir tek çıkış yolu vardır:
Müslümanların temel referanslarıyla ilgili okumalarını, “düşünsel ve siyasal duruşlarını netleştirmeleri dir. Ancak böyle bir perspektifle/bakış açısıyla; kişileri, olayları ve düşünce sistemlerini doğru tanımlayabilecek ler, doğru anlayabilecekler ve doğru kavramsallaştırarak “Müslüman’ca duruş” sergileyebilecekler Allah’ın yardımıyla…


