
Kur’an-ı Kerim’de ender zikredilen isimlerden birisi de Ebu Leheb’tir. Hz Peygambere ve vahye düşmanlık eden onlarca elebaşı varken neden sadece Ebu Leheb ismen anılır?
Bu soru, üzerinde önemle durulması gereken bir sorudur. Bu sorunun cevabını Ebu Leheb ve eşinin kim oldukları ve ne yaptıklarını ele alarak vermek mümkündür.
Ebu Leheb, Hz. Peygamberin amcasıdır. Araplarda amca, baba konumunda sayılıyordu. Yeğenin babası ölmüşse, amcanın, yeğenine kendi çocuğu gibi bakması beklenirdi. Ama Ebu Leheb, İslam’a buğzu ve küfre muhabbeti nedeniyle bu Arap geleneğini çiğnemişti.
Ebu Leheb’in lanetlendiği Tebbet suresi, davetin Mekke halkı tarafından iyiden iyiye bilinmeye başladığı, Ebu Leheb’in yeğenine yardım etmesi ve onu desteklemesi gerekirken ona eziyet etmeye başladığı bir dönemde inmiştir. Rivayetlerden bu sonucu çıkarmak mümkündür. Nüzul sebebi olarak zikredilen rivayetler de bunu doğrulamaktadır.
Resulullah’a, daveti genel olarak yayma emri verildiği ve “önce yakın akrabalarını uyar”[1] ayeti nazil olduğu zaman Resulullah, Safa Tepesi’ne çıkar ve Kureyşlilere şöyle seslenir:
“Dağın arkasında ‘size hücum edecek bir ordu var’ desem inanır mısınız?”
Oradakiler “Evet, çünkü biz senden hiç yalan söz işitmedik” derler. Bunun üzerine Resulullah şöyle dedi:İ
“Ben sizi ileride başınıza gelebilecek büyük azap ile uyarıyorum.”
Ebu Leheb, “Tebben leke, hel li hâzâ cema’tenâ? /kahrolası, bunun için mi bizi topladın?” diyerek Hz. Peygamberin vahyi tebliğ etmesini sabote eder.[2]
Bazı rivayetlere göre, Ebu Leheb eline taş alarak Hz. Peygamberi taşlar. Ebu Leheb başka yer ve zamanlarda da Hz. Peygambere taş atmıştır.
Ebu Leheb’in Hz. Peygambere nasıl davrandığı ile ilgili başka bir haber İbn Zeyd’den şöyle rivayet edilir:
Ebu Leheb bir gün Resulullah’a, “Eğer dinini kabul edersem benim için ne var?” diye sordu.
Resulullah, “Diğer iman edenlere ne varsa senin için de o var” buyurdu.
Ebu Leheb, “Benim için bir ayrıcalık yok mu?” dedi.
Resulullah, “Başka ne istiyorsun?” buyurdu.
Ebu Leheb şöyle karşılık verdi:
(tebben li hazeddin) “Kahrolası bu din, beni başkaları ile eşit kılıyor.”[3]
“Ateş Babası” anlamına gelen “Ebu Leheb” ifadesi Ebu Leheb’i tanımlayan en iyi ifade olduğu için Allah tarafından özellikle seçilmiş olsa gerektir. Çünkü onunla ilgili nakledilen bilgilere bakıldığında onun bu künyeyi ziyadesiyle hak ettiği görülmektedir.
Ebu Leheb’in künyesi küçümseme ve hakaret ifade eder. Maksat, ona değer vermek değil, bilakis Ebû Cehil künyesinde olduğu gibi, onu teşhir etmektir.[4]
Bu hususla ilgili Elmalılı, ilginç tespitlerde bulunarak şöyle demektedir:
“Ebu Leheb, şahsı gösteren bir künye olmakla beraber lügat itibarıyla asıl manası, alev babası demektir. O itibarla Peygamber’e ve İslâm’a karşı ateş püskürmek isteyip de, kendini cehenneme atmış olan kâfirlerin hepsinin temsilcisi olması sebebiyle onun helâki, hepsinin helâkine misal yapılmıştır ki, bu da, ‘Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemese de Allah, mutlaka nurunu tamamlamak ister’[5] ayetinin ifade ettiği anlama işaret olur. Asıl ismi, Abdüluzza b. Abdulmuttalib iken yanaklarının pek kırmızı olmasından dolayı ateşe benzetilerek, Ebu Leheb denilmiş ve bu künye ile meşhur olmuştur. Çok ateşli manasına gelen ‘alev babası’ künyesi ona başlangıçta, yüzünün parlaklığı veya canlılığı yahut hiddet ve şiddeti itibarıyla övgü manası düşünülerek verilmişti. Ancak bu vasfın hakikatinde ‘ateş kaynağı olmak’ veya ‘ateşi sevmek’’ manasının bulunması ve en şiddetli ateşin de cehennem ateşi olması dolayısıyla Ebu Leheb ismi, kendisini ateşe sürükleyen ‘cehennemlik’ unvanına dönüştürülmüş, fiil ve hareketleri itibarıyla da “cehennemin babası” manasına darbı mesel olarak kullanılmıştır.”[6]
İbni Mesud Ebu Leheb’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
“(Kıyamet günündeki azabı kast ederek) eğer kardeşim oğlunun söylediği doğru ise, kıyamet gününde malımı ve çocuklarımı fidye vererek kurtulurum.”[7]
Hz. Peygambere şu şekilde davranan Ebu Leheb’in adı ve zihniyeti Kur’an’da zikredilerek, kıyamete kadar bu zihniyeti tanımamız için ebedi bir ibret tablosuna dönüştürülmüştür.
Rahmetli Arif Nihat Asya, meşhur na’tında;
“Diller, sayfalar, satırlar ‘Ebu Leheb öldü’ diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” diyerek Ebu Lehebliğin ve Ebu Cehilliğin ölmediğine ve ölmeyeceğine dikkat çekmektedir.
Zira Firavunluk, Ebu Cehillik ve Ebu Leheblik yapanlarla tarihin her döneminde karşılaşmak mümkündür. Bunlar tarihi bir kimlik olmalarının yanı sıra zulmü ve istikbarı temsil eden birer semboldür. Bunların vasıfları iyi tanınmalıdır ki çağdaş versiyonlarına karşı mücadele edilebilsin.
Günümüz insanı da Ebu Leheb’in kınandığı vasıf ve eylemlerden uzak durmak zorundadır. Aksi takdirde Ebu leheb ve ona yardım etme durumunda olan herkes iyi bilmelidir ki “Hakka savaş açan bütün eller tebabtan/kuruyup helak olmaktan” kurtulamayacaktır.
Bu sebeple her daim;
“Tebbet Yeda Ebi Leheb…”in muhatapları olacaktır.
(YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜ)
Bir önceki yazımızda Ebu Leheb isminin neden Kur’an’ı Kerimde zikredildiği ve bu şahsın Hz. Peygambere ve onun davetine karşı takındığı tavır üzerinde durmuştuk.
Bu yazımızda ise onun böyle davranmasında etken olan amiller ve ona yardım edenler üzerinde durmaya gayret edeceğiz.
Ebu Leheb’in kibri ve servet düşkünlüğü nedeniyle davete karşı çıktığı ifade edilebilir. İbni Mesud’un Ebu Leheb’in söylediklerini rivayet ettiği şu haber de bunu destekler mahiyettedir:
“(Kıyamet günündeki azabı kast ederek) eğer kardeşim oğlunun söylediği doğru ise, kıyamet gününde malımı ve çocuklarımı fidye vererek kurtulurum.”[1]
Böyle düşünüp hesaplar yapan Ebu Leheb’e Allah, “Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı” karşılığını vererek onun hesaplarının tutmadığını ve tutmayacağını ironik bir üslupla ifade etmiştir.
Hz. Peygamberin fakir oluşuyla alay eden Ebu Leheb ve eşine, Allah; “Malı da, kazandıkları da kendisine bir yarar sağlamadı” buyurarak cevap vermekte ve ironik bir üslupla “hadi malınız ve kazandıklarınız sizi kurtarsın bakalım” denmektedir.
Ebu Leheb üzerinden mal ve servetin, soy ve sopun fayda vermeyeceği bütün insanlığa deklare edilmektedir. Çünkü bu zihniyete sahip olanlar güçlerini bu şeylerden aldıklarını zannetmektedirler.
Yüce Allah, hem bu ayette hem de Kur’an’ın başka ayetlerinde de[2] bunun yarar sağlamayacağını ifade etmektedir. Kurtuluş mal ve servet yığmakta değil, paha biçilmeyecek bir değere sahip bu vahye ve onun öğreticisi olan Hz. Peygambere tabi olmaktadır.
Ebu Leheb üzerinden uyarı ve tehditlere muhatap kılınan diğer bir grup da bu anlayışta olanlara yardım ve yataklık yapan onlarla aynı yolda yürüyüp onlara her türlü lojistik desteği sunanlaradır. Mesed suresinde bu tipleme Ebu Leheb’in eşi üzerinden verilir.
Ebu Leheb’in Eşi Ümmü Cemil, Kur’ân’da olumsuz davranışlarıyla anılan kadınlardan[3] biridir. Kur’ân’da adıyla anılmayan bu kadın kocası kınandığı sırada kendisinden de söz edilmiştir.
Bu kadın Kureyş’in ileri gelenlerindendir. Künyesi: Ümmü Cemil, adı Erva binti Harb b. Ümeyye’dir. Ebu Süfyan’ın kız kardeşidir. Aynı zamanda Ümmü Cemil, Hz. Peygamberin kapı komşusu, akrabası, dünürü, soylu, kibirli ve zengin biridir.
“Odun hamalı olarak” kadının bu şekilde anılmasında gerçek bir olaya da işaret vardır. O dikeni taşır ve gece vakti Rasulullah’ın yoluna serperdi. Peygamberle insanlar arasına düşmanlık tohumlarını ekmek için son derece çaba sarf ederdi. Fitne ateşinin odunlarını toplar, insanlarla Peygamber arasında bu ateşi tutuştururdu.[4]
“Odun hamalı” ifadesiyle ilgili yapılan bir başka yorum da: İnsanlar arasında husumete yol açan gerçek dışı sözler yaymasından kinaye olmasıdır.[5]
Ümmü Cemil, kendisinin taşıdığı odunla cehennemde kocasının yakılacağı hususunda uyarılmıştır. Bu durum kendisi ve eşi açısından bir yıkımdır. Çünkü onlar Allah için en değerli kul olan Peygambere eziyet için uğraşıyorlardı.
Ümmü Cemil bu kötü davranışı yaptığından dolayı, Allah, Ümmü Cemil açısından insanların en değerlisi olan eşine, kendisini yakıt tedarikçisi kıldı.[6] İnsanın kendi ayağına kurşun sıkması, kendi asılacağı ipini eğirmesi, kendi mezarını kendisinin kazması gibi kendi ateşine odun taşıması da onu küçülten daha doğrusu ahmakça bir fiildir.
Bu eylemiyle o, aslında başını ve sonunu hesap edemediği işlerin içinde demektir. Bir şeyin başını ve sonunu hesap edememek, ahmaklık ifadeleri ise Mekke burjuvazisinin kabulleneceği bir şey olmaktan öte onlara karşı açık bir alay ve hakaret anlamı taşır. Burjuvaziyi çileden çıkaracak şeyler içinde onu değersizleştirmek son derece önemli bir tutumdur.
Allah Teâlâ, Ümmü Cemil’in suretini daha çirkin bir şekilde tasvir etmek için bakınız ne buyuruyor:
“Boynunda hurma lifinden örülmüş bir ip vardır.”
Kadının bir gerdanlığı vardı, Resülullah’ın davetini engellemek ve O’na kötülük yapmada masrafları karşılamak üzere mücevherden oldukça değerli gerdanlığını Lat ve Uzza’nın adını anarak satmaya yemin etmişti.[7]
İşte Cenabı Allah o gerdanlığın yerine boynuna, sağlam ipli bir gerdanlık geçirdi ki, boynunu iyice sıksın. Cehennem ateşinde o bağdan kurtulamasın. Bu mana onu tahkir etmek ve onu odun hamalı suretinde tasvir etmek içindir. Çünkü o ve kocası son derece kibirli olup Peygamber efendimizin yoluna taş koyuyorlardı.[8]
Gerçekten ceza amelin cinsindendir ve İslâm Peygamber’ine düşmanlıkta çok ileri giden Ümmü Cemil ve Ebu Leheb bir misaldir. Cenabı Hak, inkârcı kincileri bununla uyarmakta ve ölmeden önce sırtlarındaki odun yükü misali küfür, günah ve vebal yükünü atmalarını istemektedir.[9]
Ebu Leheb örneğinden hareketle Peygamberi taşlamaya ve onun etkisini yok etmeye çalışan ellerin, taşlanacağı, kuruyacağı ve yok olacağı haber verilmiştir. Allah’ın lütfettiği nimetler ve elde edilen her türlü kazanç doğru bir amaç için kullanılmadığı takdirde hiçbir yarar sağlamayacaktır.
Hakka düşmanlıkta yardımcı olanlar hakka düşmanlığı yapanlarla aynı safta olduklarından onlar da aynı akıbete maruz kalacaklardır. Bu hakikat evrenseldir ve zamanlar üstüdür. Yani Hak ve hakikat düşmanlarını bekleyen acı son hep aynı olacaktır.
Peygamberin en yakını olsanız dahi ona tabi olmadıkça tebabtan/helakten kendinizi kurtaramazsınız. Peygambere tabi olup Allah’a iman eden kimselerin böylesi bir durumla karşılaştıklarında nasıl hareket edeceklerini Kur’an bize haber vermektedir:
“Allah’a ve âhiret gününe yürekten inanmış bir toplumun, Allah’a ve Elçisine düşmanlık edip başkaldıran kimseleri —bunlar kendi öz babaları, oğulları, kardeşleri ve akrabaları bile olsalar— sevip dost edindiğini göremezsin! İşte onlardır, Allah’ın, kalplerine imanı nakşettiği ve kendi katından hayat verici bir vahiyle desteklediği bahtiyâr müminler. Bu yüzden Allah, onları içlerinden ırmaklar çağıldayan ve sonsuza dek içinde yaşayacakları cennetlere yerleştirecektir. Allah onlardan hoşnut olmuş, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın tarafında yer alanlardır. İyi bilin ki, ebedî mutluluk ve kurtuluşa erişecek olanlar, ancak Allah’ın tarafında yer alanlardır!” (Mücadele, 58/20)
[1] Şuara, 26:214. [2] Buharî, Tefsîr, (Şuarâ) 2; Müslim, İman:335. [3] Taberi, el-Cami’ul Beyan, 14/716-717. [4] es-Sabuni, Safvetu’t Tefasir, 3/618. [5] Tevbe, 9:32. [6] Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, 10/48. [7] İbn Aşur, et- Tahrir ve’t-Tenvir, 30/604.
(İKİNCİ BÖLÜM DİPNOTLARI)
[1] Muhammed Tâhir İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-Tenvîr 30/604. [2] Al-i İmran, 3/91; En’am, 6/96; Mü’minun, 23/10-103; Şuara, 26/88; Mümtehine, 60/3. [3] Kur’ân, eşleri dört kategoride ele alır. 1.Hz. İbrahim ile Sare, Hacer (iyi-iyi). 2.Ebu Leheb ve Ümmü Cemil (kötü-kötü). 3.Hz. Nuh ve karısı ile Hz. Lut ve karısı (iyi-kötü). 4.Firavun ve karısı Asiye (kötü-iyi). [4] Muhammed Mahmud Hicazi, Furkan Tefsiri, 6/628 [5] Vehbe ez-Zühaylî, et-Tefsîru’l-münîr, 15/667-668. [6] İbn Aşur, age, 30/605. [7] Kurtubi, el-Cami’u li-Ahkami’l Kur’an, 12/554 [8] Hicazi, age., VI/628. [9] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, 13/7067.


