GenelYazarlardanYazılar

Kur’ân’da Din Adamları

Dünyada farklı dinlerin ve kültürlerin din adamı tariflerini ve ortak noktalarını dikkate alarak din adamları ile ilgili şöyle bir tanımlama yapabiliriz. “Mensup olduğu dinin kurallarını öğrenen, anlatan, onunla ameleden, törenleri, ibadetleri yönetmeyi vazife edinmiş, ibadethanelere bağlı, kendilerini özel konuma getiren veya getirilmiş kişilere din adamı denilir.”

Din Adamlığının oluşum süreci ve ortaya çıkışının pek çok sebebi vardır. Fakat temelde birçok kimse Rabbini, dinini öğrenmeyi yüklenmek yerine kendilerine kutsal görünen ve Allah’a yakın olduklarını düşündükleri insanların ve cinlerin peşine düşmekte ve onların özel konumda, güçte ve görevde olduklarına inanmaktadırlar. Böylece din konusunda birçok ihtiyacını onların aracılığıyla görmeye, tatmin etmeye çalışırlar. İşte bunlar din adamı sınıfını oluşturan toplum ve şahıslardır.

Yapılan araştırmalar ışığında İslam ve öncesi dinlerdeki ‘din adamları’ oluşum sürecini kişisel ve sosyal boyut olmak üzere iki temel açıdan inceleyebiliriz: Kişisel boyutta: İnsanın kendisinin Allah’tan uzaklaştığını ya da Allah’ın kendisinden uzakta olduğunu düşünmesidir. Bu sebeple kendisine Allah’a yaklaştırıcı aracılar edinir. Sosyal boyutta ise: İslam dünyasında önceleri din adamı tabirinin yaygın olmadığını, bilakis dini sahada meşgul olanların ilim adamı olarak nitelendirildiklerini kaynaklardan öğreniyoruz. “Din adamı” “Ricâlud-din” tâbiri ile Abbasiler zamanında devlet lisanına girmiştir. Türkiye’de ise toplumda kendini dinin dışında görmeye çalışanların gayretleriyle din adamı tabiri, Türkçede de yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Belli bir dönem sonunda Türkiye’de dini kitap okuyan, namaz kılan, sakal bırakan, helali haramı gözeten işçi, memur, doctor, bürokrat sayısında azalmalar olmaya başladı. Artık râhibi sadece kilisede, hacıyı sadece câmide ve dini ritüellerde görmeye alışan bir toplum, dinin onlara has bir meslek olduğunu, sadece dinle meşgul olanların din adamı çerçevesinde, meşgul olmayanların da bunun dışında olması gerektiğini algılamaya başladı. Netice olarak, “din adamı”, dini bilenle bilmeyenlerin bilerek veya bilmeyerek ortaklaşa oluşturdukları bir kavram veya sınıf olmuştur diyebiliriz. Dinini tahrif etmiş toplumlarda din adamlarının dini bilmeyenlerin üzerinde ki sömürüsüde böylece başlamış olmaktadır.

Kur’an’da Geçen Din Adamı İsimleri Ve Sınıfları:

Kur’ân-ı Kerîm’de, farklı din adamları isimleri ve sınıflarından zikredilmekle birlikte daha ziyade onların vasıflarına ve yaptıklarına dikkat çekilmektedir.

“Hâmân” adı Kur’ân-ı Kerîmde altı yerde (28 Kasas 6, 8, 38 – 29 Ankebut 30 – 40 Gafir 24, 36) Firavun’la birlikte zikredilir. Örneğin: Andolsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler. Sâmirî adı ise Kur’ân-ı Kerîm Tur’da ki buzağıyı yapanın ve insanları saptıran kişinin olduğu belirtilir.

Din Adamları Sınıfı:

Kurân-ı Kerîm bize Ehl-i Kitapla ilgili dört farklı din adamı kavramından bahsetmektedir. Bunların ikisi Yahudi din adamları ile ilgili, diğer ikisi ise Hıristiyan din adamları ile ilgilidir.

Yahudi Din Adamları: Kur’ân’da Yahudi din adamları taşıdıkları görevlere göre farklı isimlendirilmişlerdir. Allah Teâlâ, Yahudi Din Adamları Rabbânîlerle ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de şu öğütte bulunur;

“Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve nebilik verdiği bir kimsenin, insanlara “Allah’ı bırakıp bana kul olun!” demesi mümkün değildir. Aksine onun diyeceği şudur: “Kitabı öğrettiğinize ve okuduğunuza göre sadece Rabbânîler (Rabbe kulluk edenler) olun”. (3 Âl-i İmrân 79)

Ahbârlar ile ilgili ise genelde Yahudi şeriatını ve dini ilimleri bildikleri halde onları gizleyenler olarak Kur’ân-ı Kerîm’de;

Bizim indirdiğimiz apaçık kanıtları ve hidayeti; insanlara Kitap’ta açıkça gösterdikten sonra, onları gizleyenler var ya! Onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet edebilenler lanet ederler. (2 Bakara 159) şeklinde ifade edilmektedir.

Hıristiyan Din Adamları: Yahudi bilginlerine ‘ahbâr’ denildiği gibi, Hıristiyan bilginlerine de ‘Kıssis’ denmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de ‘Kıssis’ kelimesi sadece bir âyette geçer ve olumlu anlamda kullanılır:

“Göreceksin, insanlar arasında müminlere ileri derecede düşman olanlar Yahudiler ile şirk koşanlar olacaktır. Yine göreceksin, müminlere en yakın olanlar da biz Nasranîyiz diyenler olacaktır. Bunun sebebi içlerinde büyüklük taslamayan kıssislerin (araştırıcı âlimlerin) ve ruhbanların (din adamlarının) bulunmasıdır.” (5 Mâide 82)

Âyetten de anlaşılacağı üzere kıssis’lerle ruhban’ların Hıristiyan din adamları olduğu görülmektedir. Ruhban Kur’an’da Hıristiyan din adamlarını ifade etmek üzere kullanılan kelimelerden biri “râhib”tir. Râhibler, insanların Allah ile olan ilişkilerinde günahlara karşı adaklar ve kurbanlar sunmak üzere atanan kişilerdir. Katolik Kilisesinin din adamlarının yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşisi şöyledir: 1. Papa. 2. Kardinal. 3. Piskopos. 4. Patrik. 5. Râhib. 6. Papaz.

Sonuç olarak, farklı din ve din adamlarının, kavramlarının ortaya çıkmasında birbirine benzer tarihi sebeplerin olduğunu müşahede etmekteyiz. Aslında farklı isimlerle meşhur bütün dinlerin isminin, kökünün aynı olduğuna ve aynı kaynaktan tevarüs ettiğine inanıyoruz. İtikadi yönden aynı ilaha inanıyor, ameli yönden ise benzer ibadetleri; “namaz”, “oruç”, “zekat”, “hac” vb. yerine getiriyorlar. Sadece bu inanç ve ibadetlerin, müntesipleri tarafından özellikle de din adamları tarafından tahrif edilmesiyle Allah Teâlâ yeniden öncekileri tasdik eden kitabını ve elçilerini göndermiştir. Dolayısıyla Allah’ın gönderdiği elçilerin görevleri, din mensuplarını; din adamlarının dine yaptıkları tahriflerden dolayı düşecekleri yanlışlıklardan uzaklaştırmak olmuştur. Elçilerle din adamları arasındaki mücadele de hep bu sebeple başlamış ve devam etmiştir.

Aracı Yapılan Şahıslarla İlgili Kavramlar: Kur’ân-ı Kerîm’i incelediğimizde Onun en büyük amacının, insanları, Allah’la kendileri arasında aracı konumuna getirdikleri varlıklardan kurtarmak olduğu anlaşılmaktadır. Bu varlıkları aracı yapanların şirke kapı açtıklarını, şirkin ise asla affedilmeyeceği belirtilmektedir. (Bknz. 4 Nisa 48)

Kur’ân’ın en çok uyardığı, İblis’in ise insanları azdırmak için kullandığı bu aracı kavramları ve şahısları Evliya, Şureka, Endad, Tâğut ve Cibt olarak tasnif edebiliriz. Verilen bilgilerden Tâğut ve Cibt’in birbirine yakın anlamları ve fonksiyonları olan varlıklar olduğunu görüyoruz. Kur’ân-ı Kerîm insanların birçoğunun; babaları, yakınları, arkadaşları ve geleneksel dinleri yüzünden yoldan çıktıklarını ve pişman olduklarını vurgulamaktadır (Bknz 14 İbrahim 21-22). Bunun nedeni kabullendikleri dini Allah’ın kitabından değil de, kendilerine yakın bildikleri şahıslardan öğrenmeleri ve bunları araştırmadıkları içindir. Tabî ki her öğrendikleri kişileri de din adamı olarak gördükleri söylenemez.

Kur’ân’da Din Adamlarının Özellikleri:

Kur’an, Müslüman din adamları ile ilgili isimleri belirterek kötü örnek olan herhangi bir din adamı sınıfından veya kurumundan bahsetmez. Çünkü Müslümanlar arasında o dönemde herhangi bir din adamı sınıfı veya kurumu mevcut değildi. Ancak Kur’an’da ifade edilerek övülen ve yerilen din adamları örneklerinin bazı özelliklerinin sonradan Müslümanlar arasında ortaya çıkan din adamlarında görmek mümkündür. Şimdi Kur’an’da geçen övülen ve yerilen din adamları örneklerini kısaca özetlemeye çalışalım:

Kur’an’da Din Adamlarına Yönelik Övgüler: Tarihi süreç içerisinde tabii ki, iyi örnek olan, Allah’ın kitabını, dinini anlatan din adamları örnekleriyle doludur. Bunların örnek vasıfları hem Kur’an-ı Kerîm’de anlatılmakta hem de geçmişte ve günümüzde bıraktıkları eserlerle, yaptıkları işlerle müşahede edilmektedir. Kur’an-ı Kerîm’e göre söz konusu olan din adamları özelliklerini:

1. Allah’a Gereği Gibi Boyun Eğmeleri.

2. İyiliği Emredip, Kötülükten Sakındırmaları

3. Allah’tan Korkmaları ve Kibre Kapılmamaları

4. Dini Değerleri Satmamaları ve Emanete Sadık Olmaları

5. Yardımlaşmaları ve İnfakta Bulunmaları

6. Müslüman Olmaları ve Allah Yolunda Savaşmaları şeklinde özetle sıralayabiliriz.

Kur’an’da Yerilen Din Adamları Kur’an’da yerilen din adamlarından daha çok bahsedildiği için, bu din adamlarının genel vasıfları üzerinde durarak açıklamaya çalışalım.

1. Allah’a İftira Etmeleri: Bütün ilâhî kitapların ortak amacı, Allah’ın birliği inancını iletmek ve insanların Allah’la kendi aralarına koydukları bütün nesnelerin şirk olduğunu bildirmektir. İnsanların Allah’a yaptığı en büyük iftira Allah’la beraber başka ilahlar uydurmalarıdır. Allah Teâlâ’nın en çok ikaz ettiği ve bağışlamayacağı bir günah olan bu iftira şirktir. En çok sakınılması gereken bu inanç maalesef, çoğu insanların savunduğu bir din haline gelmiştir.

Genelde müşriklerin yaptığı bu iftira ehl-i Kitap’a da bulaştığı için Allah Teâlâ, ehl-i Kitap’ı müşriklerle aynı dili kullanmalarından dolayı eleştirmektedir:

“Yahudiler; “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, onların dillerine doladıkları sözlerdir ki daha önce küfredenlerin sözlerine benzetiyorlar. Allah, kahretsin onları! Nasıl da saptırıyorlar.” (9 Tevbe 30).

Hayret içeren bu ifadeler, iftira olayının vahametini bildirmektedir. Yâni, Allah’ı kendi tarifinin dışına iterek O’na iftira edilmektedir. Bunların benzer örneklerini İslam’a sirayet eden birçok tasavvuf erbabında ve Şia’nın gulat kısmında görmekteyiz.

2. Haktan Saptırmaları: Kur’an’-ı Kerim’in birçok yerinde yerilen din adamlarının kendilerince verdikleri yanlış fetvaları ve din adına yaptıkları birçok eylemleri sebebiyle kınandıklarını müşahede etmekteyiz. Şimdi bu şekilde haktan saptırmalarını Kur’an’dan vereceğimiz örneklerle müşahhas hale getirelim. “Allah, kendilerine kitap verilenlerden kesin söz aldığında şunları söyledi:

Hani Allah, Kitap Ehli’nden, onu insanlara açıklayacaklarına ve asla gizlemeyeceklerine dair kesin bir söz almıştı. Fakat onlar, az bir çıkar karşılığı, bu sözlerine sırt çevirdiler. Bu ne kötü bir alışveriştir!” (3 Âl-i Îmran 187)

Kur’an, gerçekleri ve kurtuluşu kendilerine has kılan, aynı zamanda indirilen kitaptaki gerçekleri bildiği halde gizleyip, gereklerini yerine getirmeyen ve dünyadaki küçük menfaatler karşılığında bu gerçekleri gizleyen Yahudi ve Hıristiyan din adamlarına şöyle hitap etmektedir:

“Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir kısmını gizleyip, onu az bir değer karşılığında değiştirenler var ya, işte onlar, bununla karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah, onlarla Kıyamet Günü’nde ne konuşacak ne de onları temize çıkaracaktır. Ve onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (2 Bakara 174)

Tabii ki, bu uyarı Müslümanlara da aittir. Benzer hataları ve günahları Müslümanların işlediği görülmektedir. Çünkü Müslümanlardan önceki birçok din mensupları kendi din adamları tarafından yanlış eğitilmiş, kitaplarından alıkonmuş ve kandırılmışlardır. Bu yüzden Allah Teâlâ isim belirtmeden Müslümanları alıkoyan ve alıkoyacak olanları şöyle ikaz etmektedir:

“Bizim indirdiğimiz apaçık kanıtları ve hidayeti; insanlara Kitap’ta açıkça gösterdikten sonra, onları gizleyenler var ya! Onlara hem Allah lanet eder hem de bütün lanet edebilenler lanet ederler. ” (2 Bakara 159)

3. Farklı Olmaya Çalışmaları ve Şekilcilik Yapmaları: İsa aleyhisselam, insanlar arasında riyakârlığa özenen Yahudi din adamlarını şöyle uyarıyordu:

‘Sizler gösteriş yapmaktan hoşlanıyor, dini simgeler taşıyan giysiler giyiniyor, ancak söylediklerinizi ve gerekeni yapmıyorsunuz.’ (Yeni Ahit, Matta, 23/5-6) İnsanları etkilemenin, sömürmenin, yollarından biri de farklı gözükmek, çekici olabilmektir. Birçok din adamı bu sebepten dış görünüşe bir kutsallık atfeder.

Kendilerini başkalarından farklı, ayrıcalıklı veya üstün görme anlayışı, din adamı veya kurumunu ortaya çıkaran etkenlerden biridir. Bu anlayış; özel statü, özel kişilik, sınıf ve kuruluşları beraberinde getirmiştir. İnsanların günahlardan arınması, hakikate kavuşması, Allah’a yakınlaşması ve kurtuluşu gibi beklentiler bu kurumlar sayesinde mümkün gözükmektedir.(Eski Ahit, “Çıkış”, 39/35)

Maalesef, Yahudi ve Hıristiyan din adamlarının kendi nebilerinin giyim kuşamlarını kutsadıkları gibi, Müslümanların da birçoğu tarafından Muhammed (s.a.v.) giyim-kuşamı kutsanmıştır.

Hâlbuki Hz Nebi insanlardan özel bir kıyafete bürünmelerini istememiştir ve örnek alınan giysiler dinî değil, Arap örf-adetlerine mahsus olan şeylerdir. Çünkü aynı giyim şekli Ebu Leheb, Ebu Cehil ve orada yaşayan herkeste vardı. Elbette ki, bir Müslüman sevdiği birine benzemeye çalışır. Ancak bu benzerlik, kılık-kıyafetini kutsamakta, taşımakta değil, ahlak ve davranışlarda olması gerekir.

Allah’ın velileri asla sınıf oluşturmaz, kendini özel konuma sokmaz, kendi geleneklerindekinden farklı kıyafetler giymez ve sergilemezler. İnsanların farklı olma çabası, farklı davranışları ve tavırlarını da beraberinde getirir. Çünkü farklı olma çabası her kesimden insanı yoldan çıkarta bildiği gibi (İblis örneğindeki gibi) din de bunlar vasıtasıyla göstermelik bir şekilciliğe dönüştürülebilir. (Bknz. 7 Â’raf 12) Din adamlarının birçoğu, bağlıları tarafından kendilerinde olmayan meziyetlere; masumluğa, kutsallığa hatta bazıları ilahlığa kadar yüceltilebilirler.

4. Kendileri Gibi Olanların Cennete Gireceklerini Söylemeleri: Bu söz din adamlarının en büyük silahlarından biridir. Böylece kendileri dışındakileri cehennemlik ilan ederek, uydurdukları şeylere daha çok bağlı kalmalarını sağlarlar. Yahudi din adamları Allah’ın dinini evrensel niteliklerden çıkarıp kendilerine özgün bir dine dönüştürdüklerini ve Yahudi olanların dışında kimselerin doğru yolda olmadıkları ve dolayısıyla kendileri gibi olmayanların cennete giremeyecekleri iddiasını Kur’an şöyle haber vermektedir. Aynı iddianın Hıristiyan din adamları tarafından da ileri sürüldüğü görülür:

“Dediler ki, Yahudi veya Hıristiyan olandan başkası cennete giremeyecektir. Bu onların kuruntusudur. De ki, doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.” (2 Bakara 111)

Allah Teâlâ, buna benzer iddiada bulunanların, -yâni Allah’ın dostları oldukları, cennete kavuşacakları gibi- dünya hayatına ve malına önem vermemeleri gerekirken neden daha çok ölümden korkan ve dünya malını toplayan şahıslar olduklarının izahını kendilerinden istemektedir. (Bknz 62 Cuma 6)

5. Irkçı ve Mezhepçi Olmanın Önemini Vurgulamaları: Bakara suresi daha çok din adamlarının iyi ve kötü özelliklerinden, örnekler vererek bahseder. (Bknz 2 Bakara 40-163) Aslında din adamı diye bir sınıfın olmadığını, dini sadece belirli şahısların, ırkların temsil etmediğini ve Allah’la kul arasına herhangi bir aracının olmaması gerektiğini Kur’an bize farklı ayetlerinde işaret etmektedir. Dini özelleştiren, belli bir millete has kılan Yahudiler, bu inançlarını Tevrat’a isnat ederler: “Eğer Rabb’ın koyduğu kuralları ve ilkeleri kabul edip bunlara uyarsanız, Rabb sizi bütün uluslardan üstün kılacağına söz vermiştir.” (Eski Ahit, “Yasanın Tekrarı”, 26/16-19)

Hâlbuki Allah, Tevrat’ta da İncil’de de kitabına uyanları, inanıp iyi işler yapanları diğer uluslara hâkim kılacağına söz vermiştir. Uymayanları ise kötü akıbet beklediğini bildirmiştir: “Yok eğer Rabbin sözünü dinlemezseniz lanetler üzerinize gelecektir. Yeryüzündeki bütün uluslar için dehşet verici kötü bir örnek olacaksınız.” (Eski Ahit, “Yasanın Tekrarı”, 28/25)

Buna benzer ifade Kur’an’da da yer almaktadır. (Bknz. 24 Nur 57) Kur’an aynı zamanda Yahudi ve Hıristiyanların şahısları dayanak yaparak kendilerini haklı çıkarma çabasından, bu konuda aralarındaki tartışmalarından bize haber vermektedir. Örneğin:

İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan idi; fakat o, Allah’ı birleyen ve O’na teslim olandı. O müşriklerden değildi.” (3 Âl-i Îmran 67)

Kendi aralarında fırkalara bölünen ve ırkçılığa meyilli Müslümanlarda da böyle bir zihniyetin hâkim olduğu görülmektedir. Örneğin; Araplar kendi ırklarından olmayanları mevali olarak adlandırıp onlara ikinci sınıf muamelesi yapmışlardır.

6. Kötülüğü Engellememeleri: İnsanlar bir arada yaşadıkları için karşılaştıkları kötülükleri de birlikte engellemeleri önemlidir. Nitekim Kur’an-ı Kerim, insanları kötülükten nehye dip, iyiliği emreden bir grubun oluşturulmasını emretmektedir. (Bkz. 3 Âl-i Îmrân 104, 110; 11 Hud 116)

Maalesef yukarıda da belirtildiği gibi tahrif olunmuş dinin din adamları; kendilerini dinin insanların muhafızları, aracıları konumuna getirmekte ve onların işlediği kötülüklere genel af çıkarmakla kötülüklerini biraz daha yaygınlaştırmaktadırlar. Bunu Yahudiler özel kul oldukları inancıyla, Hıristiyanlar ise günahlarını İsa’ya yükledikleri için yapmaktadırlar. (Bknz 62 Cum’a 6) Bu yanlışları engellemekten ziyade, din adamları sanki bir anlamda bu kötülüklerini onlara resmileştirmiştir. Allah Teâlâ, kötülüğü engellemeyen din adamlarının, bilakis bunu yapanları arkadaş edinenlerin daha büyük kötülük yaptıklarını, bunun için Davud ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlendiklerini, dolayısıyla kendisinin de onlara gazab ettiğini bildirmektedir:

“İşledikleri kötülüklerden dolayı biri diğerine karşı çıkmazdı. Yapmakta oldukları şey ne kötüydü.” (5 Mâide 79)

Kur’an-ı Kerîm’in en çok üzerinde durduğu konulardan biri de iyiliği emretmek kötülükten nehy etmeğe teşviktir. İslam ümmetinin içinde böyle bir zümrenin varlığı şart olarak görülmüştür:

“İçinizde insanları iyiliğe çağıran bir topluluk olsun, marufa uygun olanı istesin, kötülüklere karşı dursun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (3 Âl-i Îmrân 104)

7. İnsanları Aldatmaları ve Dini Değerleri Satmaları: Kur’an bize yaptıklarıyla kendilerini avutan, işledikleri günahlar konusunda; bundan bir şey olmaz, nasıl olsa bağışlanacağız fikrine kapılanlardan bahseder. Hıristiyanlara ve Müslümanlara da zamanla sirayet eden bu iddianın asıl sahipleri Yahudi din adamlarıdır:

“De ki: ‘Ey Yahudiler! Bütün insanlar bir yana, yalnız kendinizin Allah’ın velileri olduğunuza inanıyor ve bu iddianızda samimi iseniz, haydi hemen ölümü dilesenize!” (62 Cuma 6)

“(Onlar1, Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışıyorlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar da bunun ayırdında değiller. ” (2 Bakara 9) 1- İnanmadıkları halde inanmış gibi görünenler.

Arkalarından gelen Hıristiyanlar da aynı suçu işlemişlerdir. Hatta bunlar daha da ileri giderek Allah’ın insanlar için verdiği öğütleri, koyduğu kuralları, sorumluluğu ve bütün günahlarını Hz. İsa’ya yükleyerek cennete gideceklerini düşünmektedirler. Bunun için sadece din adamları sınıfından olan rahiplerine gelip itirafta bulunmaları gerekir. Çünkü onlara göre Rahipler Tanrının hizmetçileri, kendileri ise Onun sevdiği bağlılarıdır:

“Yahudiler ve Hıristiyanlar, “Bizler Allah’ın oğulları ve O’nun sevgilileriyiz.” dediler. De ki: Öyleyse niçin suçlarınızdan dolayı size azap ediyor? Doğrusu, siz de yarattıklarından bir beşersiniz. Allah, bağışlanma yolunu tercih edeni bağışlar; azabı hak edecek bir gayret içinde olana da azap eder. Gökler, yer ve bunların arasındaki her şey Allah’ın hâkimiyeti altındadır. Dönüş onadır.” (5 Mâide 18)

Kur’an’ın ifadesiyle geleneksel dini benimsemiş toplumların din adamlarının birçoğu dini menfaatlerden beslenirler. Bu menfaatlerini korumaları için gerçek dini gizlemeleri gerekmektedir. Ehl-i kitap ve Müslümanlar arasında sonradan oluşan birçok fırkaların din adamlarının da yaptıkları budur. Kur’an-ı Kerim’in verdiği örneklerden, Allah’ın dininin öğrenilmesinin önündeki en büyük engellerden birinin de bir kısım din adamları olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple Cenabı Hak tüm din mensuplarını şöyle ikaz etmektedir:

Rabbaniler1 ve ahbar2 olanlar da Allah’ın kitabından ezberletilmiş olmasından dolayı, ona tanıklık ediyorlardı. Öyleyse siz insanlardan değil, Bana karşı gelmekten sakının. Benim ayetlerimi az bir bedele değişmeyin! Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, Kâfirlerin ta kendileridir. (5 Mâide 44) 1- Rabb’e adanmış olanlar. 2- Din bilginleri, haber getiren.

Tarih boyunca (ister din adamı olsun ister olmasın), insanların aldanmasının, dini değerlerini satmasının en büyük nedenlerinin dünya menfaatleri olduğunu söyleyebiliriz.

8. İnsanların Mallarını Haksız Yere Yemeleri: Ahbâr (Yahudi din adamları) kendi cemaatlerinin iyi niyetini, okuma-yazma bilmemelerini istismar edip durumu kendilerine maddi gelir veya haksız nüfuz sağlayacak şekilde kullanmıştır. Kur’an yağmacılık yapan din adamlarını şöyle uyarmaktadır:

“Ey iman edenler! Ahbarlardan ve Rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yerler ve Allah’ın yolundan çevirirler. Altın ve gümüşü biriktirip te onları Allah yolunda harcamayanlar var ya işte onlara elem dolu bir azaptan haber ver.” (9 Tevbe 34)

Dinden ve halktan beslenen hemen hemen bütün toplulukların önde gidenleri (din adamları) yeniliklere ve Allah’tan gelen gerçeklere karşı aşırı tepki vermişlerdir. Bu tür tavırlarının asıl sebebi de; onların Allah’ın dinine ve halka bağlılıklarından, saygılarından değil, kendilerine olan saygınlığının kaybolmasından, menfaatlerinin, makamlarının elden gitmesinden korkmalarıdır. Kaynaklarda da görüleceği gibi, mesela Hz. İsa’nın, bu tip din adamlarından çektiğine dair birçok örnekler vardır:

“Sözlerinden caymaları, Allah’ın âyetlerini görmezlik edip kâfir olmaları, nebileri haksız yere öldürmeleri ve ” Bizim kalplerimiz örtülüdür!” dedikleri için; evet Allah, Küfürlerinden dolayı, onların kalplerini mühürlemiştir. Bu nedenle pek azı hariç, iman etmezler.” “Bunun bir sebebi de kâfirlik etmeleri ve Meryem’e büyük bir iftirada bulunmalarıdır.” “Bir de Meryem oğlu İsa Mesih’i; yâni Allah’ın Elçisini biz öldürdük demeleridir.” (4 Nisa 155-157)

Sonuçta; Bütün bunlar gösteriyor ki, her dönemde din adamlarının bir kısmı, kendi düzenlerini şeriat, kendi inançlarını din diye sunarak, Allah’a ve Resulüne karşı savaş açmışlardır. Bunu da Allah’ın dini ve şeriatı adına yaptıklarını söylemişlerdi. (Bknz En’âm, 6/112) Allah’ın elçilerini kendi dinlerini ayakta tutmak (!) için öldürmüşlerdir. (Bknz Maide, 5/70) Örneğin, Yahudi din adamlarının Hz. Meryem’e iftira atmaları ve Hz. İsa’yla alay etmeleri ve birçok peygamberi öldürmeleri yüzünden Allah’ın onları lanetlediği görülmektedir:

Kur’an ve elde edilen tarihi verilere göre denilebilir ki: Din adamlarının birçoğu bilerek veya bilmeyerek Allah’ın kutsal kitaplarının en büyük engelleyicileri olmuşlardır. Tevrat’ın karşısındaki en büyük engel hahamlar, İncil’in karşısındaki en büyük engel ruhbanlar, Kur’an’ın karşısındaki en büyük engel de genelde kendi din adamları olan bir kısım imamlar, şeyhler, mollalardır. Ancak tekraren şunu da belirtmemiz gerekir ki; Yukarıda ki bölümlerde de niteliklerinden bahsettiğimiz, her ümmetin kötü din adamları olduğu gibi iyi din adamları da olmuştur. Bunları birbirinden ayırt etmemiz için Allah’ın gönderdiği kitapları iyi okumamız ve elçilerini iyi anlamamız gerekmektedir. Tarih boyunca bütün bunlar iyi analiz edilemediği için insanlar yanlış yola sürüklenmiş, dinleri tahrif edilmiştir. Sürekli olarak, Allah’ın yardımıyla yeni kitaplar ve elçiler gönderilmekle meydana gelen ihtilaflar giderilmiş ve insanlara asıl gerçekler yeniden öğretilmiştir. Artık bir daha kitap ve resul gönderilmeyeceği için son kitabı olan Kur’an’ı ve elçisini bütün insanlığın iyi anlaması ve algılaması gerekmektedir

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir