GenelYazarlardanYazılar

Laik Türkiye Kıskacında Tercih Bunalımı

“Toplumsal ve tarihi sorumlulukları üstlenmekten vazgeçen bir İslam algısı olabilir mi?” sorusuna bu günün cevap verme olanaklarıyla verebileceğimiz cevaplara göre, tarihe ve kamuoyuna müdahale yeteneğimizi kaybediyoruz.

Modern/seküler ve liberal talepleri meşru kabul edip, bunların meşruiyet kaynaklarını sorgulayamıyoruz. Devleti her şeyin üzerinde tutan seküler bir değerler hiyerarşisi, İslami meşruiyeti ve bağlılıkları görmezden geliyor. Ülkenin gündemine girerek, yer yer sistem içerisindeki pozisyonunu tahkim eden laiklik, nur topu gibi yepyeni argümanlarıyla Yeni ve Sivil Anayasa tartışmalarında baş köşede kendisine yer beğeniyor. Büyük Türkiye Modeli, laik paradigmanın şekillendirebileceği bir manevra alanı oluşmasına yönelik hamleler yapıyor.

Laiklik bahsinde, konunun mahiyeti/kapsamı ve gidişatı bir çok kalem ve kelam sahibi tarafından yeterince arz edilmiştir. Kavramsal ve tarihsel çerçevesi çizilmiş, etki ve tepki alanları tespit edilmiş bir mevzuyu yeniden ısıtıp sunma kaygımız yoktur. Müslüman camialar öncesinde bu tartışmaların neresindeydi, şimdi neresinde, sonra neresinde olacak gibi sorular nitelikli cevaplar bulabileceği bir zemin bekliyor.

Koşullara göre, koşullar için uygun tercihler yapmak, Müslümanlar olarak ahlaki zaaflarımızdan kaynaklanmaktadır. İlkesel konumlanış/tercih meselesi siyasi içeriğinden arındırılmış ferdi bir deneyim olarak kabul edilebilir hale gelmiştir. Oysa tüm peygamberlerin ve sembol şahsiyetlerin müşterek sünneti ilkeli olmak ve bu hale hayatiyet vermektir.

Seküler ideolojiler, inançların bireyselleşmesi, kandil geceleri, ramazan temaşaları ve hayır-hasenat gibi ibadetlerle sınırlı bir gündem bulabilen din algısı, İslami bilincin ölümüne işaret ediyor. Müslüman camialar, vakıf ya da dernek sitelerinden veya sosyal medyadan geçtikleri bir iki yazı haricinde bu laiklik tartışmaları gündemiyle ilgili olarak siyasal bir iradesizlik ve sessizlik içerisinde bulunuyorlar.

Modern mitlerin ve yapıların baskılarıyla bağımsızlaşamadığımız içindir ki, yeteri kadar açık olmayan, edilgen ve bulanık bir dini söyleme yaslanıyoruz. İslam’ı yalnızca kalp/gönül ilgisine indirgeyen bu bulanık söylemlerle tevhidi sınırlara kayıtsız kalıyoruz. “Devlet dindar olmaz, birey dindar olur.” çözümü, dini olanı uhrevi olanla sınırlandırmak anlamına geliyor. Bu utanç verici sessizliğimizden kurtulmak zorundayız. İslam’a ve ümmete yabancılaşma pahasına İslami cemaatler, içerisinde yaşadığımız küresel koşulları mazeret olarak değerlendirmek suretiyle, ölçüsüz bir irade-i maslahatçılığı bir yöntem olarak tercih edebiliyorlar.

Müslümanlar olarak, meselelerimizi derinleştirmek ve tarihin sorunlarına nüfuz edebilme yeteneğini yeniden kazanabilmeliyiz. Bunu için de tercihlerimizi ilkesel bir zemine çekmek zorundayız

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir