Yazılar

Değerlerimiz-Değerlendirmelerimiz Ve (Savunma) Yöntemlerimiz

Kritik bir dönemden geçtiğimizin farkında olmak durumundayız.Müslümanların ciddi kafa karışıklığının yanı sıra Müslümanlara ve dolayısıyla İslam’a yönelik saldırılar, algı yönetimi çabaları en sofistike(karmaşık, anlaşılması kolay olmayan; yanıltıcı; amacı ve şartları aynı olan bilgi yönetimi…) ve küresel düzlemde yürütüldüğünün bilincinde olmalıyız.Aynı zamanda bu “ideolojik savaş”ta, algı yönetiminin, en kritik ve etkileyici boyut olduğu gerçeğini de ıskalamamalıyız.

Değişen dünya ve bölge dengeleri, kaçınılmaz olarak, küresel ve bölgesel düzlemdeki yeni denge arayışlarını beraberinde getirmektedir.Soğuk savaş döneminin hemen sonrasında ortaya çıkmaya başlayan ekonomik ve siyasal güç merkezlerindeki kaymalar devam etmekte, giderek daha görünür ve belirleyici hale gelmektedir.Yaşanan süreç henüz tamamlanmasada, dikkatli gözlerle bakıldığında, küresel düzlemde yeni eksenler oluştuğunu, eski dünya-yeni dünya tanımlamalarının yetersizliğine rağmen dünyada yeni bir güç ve çıkar mücadelesi sistematiği oluştuğunu görmemek mümkün değil.Ancak bir geçiş döneminin tüm komplikasyonlarının ortaya çıktığı dünyamızdaki gelişmeleri okurken bazı önemli hususlara dikkat etmemiz gerekir.Bunlardan birincisi eski dünyanın parametreleri (değişkenleri) ile yeni dünyanın parametrelerinin farklılaştığının farkında olmak ve bunların zaman zaman iç içe geçmesinin ne anlama geldiğini doğru okumak.İkincisi ise gelişmelerde dönemsel/konjonktürel olanla ilkesel olanın ayırtına varmak…

Malum Westfalya anlaşması sonrası oluşan ulus-devlet modelleri giderek gevşemekte, ulus devletleri aşan üst birlikler, ittifaklar daha etkin hale gelmektedir.Bunun yanı sıra ulus-altı kimliklerin kendilerini ifade edebilecek kanalları /alanları daha rahat bulabildikleri bir dönemi yaşamaktayız.Bu durum, ilk bakışta bir kaos görüntüsü versede yeni dünya dengesi arayışında öncü olan küresel odakların, bu yapıları kontrollü bir şekilde kullandıkları da bir gerçeklik.Dolayısıylada bu yeni durum, uluslararası ilişkilerdeki sistem-içi ihtilafları ve ittifakları daha karmaşık hale getirmiş bulunmaktadır…

Küresel ve bölgesel düzlemdeki bu yeni denge arayışlarına Müslümanlar bağlamında bakıldığında ise karşımıza iç açıcı bir manzara çıkmamaktadır.Zira Müslümanların büyük bir çoğunluğu, değişen bölge ve dünya dengelerinin Müslümanları konumlandırdığı yeri ve yeni “düşman konsepti”nin ne anlama geldiğini doğru analiz edememekte, Müslümanca bir duruşla yeni şartlarda kendi stratejilerini belirleyip ilkesel bir yaklaşımla yollarına devam etmek yerine bugüne kadar yaşadıkları düşünsel savrulmaların sonucu olarak “sistem-içi” mücadeleyle çıkış arayışlarını kontrol edilemeyecek çizgiye taşımaktadırlar.Kendilerini sistem-dışı olarak niteleyenlerin büyük bir kısmı dahi reaksiyoner düşünce yapıları ve bunun uzantısı olan yöntemlerle küresel sistemi kontrol etmeye devam etmek isteyen güçlerin alanında, onların kurallarının belirlediği bir mücadeleyi ya kaçınılmaz görmekteler ya da açılan alanların ne anlama geldiğini doğru okuyamamaktalar.Kısaca bir tarafta Müslümanların değerleriyle(sözde evrensel) Batılı değerleri uzlaştırmaya çalışan ve ucube bir kavramla tavsif edilen “Ilımlı İslamcı”ların sistemin merkezine yerleşmeleri süreci, diğer tarafta ise küresel odakların olumsuz çağrışımlarıyla hep gündemde tuttukları “radikal”; tehdişi “terörü” bir yöntem olarak kullanan ve hızla verili sistemin “kayıt dışı” bölgesinde hareket eden, en önemlisi de neye, kime hizmet ettiği çoğu zaman meçhul (son zamanlardaki bazı görüntülerde çok açık…) olan örgütlerin bir anlamda hızla “sistem-içi”ne savruluşları…Bu arenada Kur’an merkezli düşünce yapıları ve Nebevi yöntemleriyle “sonuç odaklı değil süreç odaklı” bir mücadelenin Müslümana yakışan yol olduğunu savunan, dönemsel değerlendirmeler yerine ilkesel çıkış arayışını tüm olumsuz şartlara rağmen sürdüren Müslümanlara yer olamazdı.Nitekim öylede oldu.Mücadele egemen güçlerin tanımladığı, kurallarını koyduğu bir zeminde yol almaya devam etmekte.Ve maalesef, değişik versiyonları bulunsa da temel yaklaşımları itibariyle iki kategoride tanımladığımız söz konusu  “Müslümanlar”ın kendilerini meşrulaştırıcı yorumları ve öncelikle Müslümanların, sonrada tüm mazlumların yaşadıkları katliamlar, sürgünler ve tüm zulümler insanımızın büyük bir kısmının kafasını karıştırmaktadır.Aynı zamanda, küresel ve bölgesel düzlemde yeni düzen arayışlarının karmaşıklığı içinde oyun kurucu küresel güç odaklarının, kimi zaman net bir görüntü versede, karşı karşıya gelmeleri, kimi zamanda birbirlerine yakın gözükmeleri insanımızın kafa karışıklığını daha da arttırmaktadır.

Oysa küresel odaklar ve bölgesel işbirlikçilerinin ilişkilerinin temelinde, yeni dünyaya bakış ve hedeflerine varmak üzere oluşturdukları stratejileri bulunmaktadır.Ve bu ilişki sistematiğinde oyun kurucu güçler olduğu gibi bu kurguyu etkileyici unsurlar ve bu oyunda gücü çok sınırlı oyuncularda bulunmaktadır.Ve burada bir tarafın tamamen belirleyici diğer tarafların edilgen olduğu bir uluslar arası ilişkilerden söz edilmemektedir.İlişkileri belirleyen iç ve dış dinamikler, güç dengeleri, yönetim becerileri gibi etkenlere dikkat çekilmektedir.Değerlendirmemizin bu aşamasında bazı kardeşlerimizin şahsımıza ve dergimize yönelik yanlış algılamalarını düzeltebilmek üzere bir hususun daha altını çizmekte yarar ummaktayız.

Komploların esiri olmak, yüzeysel ve gerçeklerle bağdaşmayan değerlendirmelerde bulunmak kadar küresel güçlerin hedeflerine ulaşmak adına oluşturdukları projeleri, stratejileri ve bunların uzantısı olan eylem ve davranışları analiz etmemeninde insanımızı hatalı sonuçlara götüreceğinden şüphe yoktur.Müslüman olayları, gelişmeleri değerlendirirken, mutlaka arka planda var olan hesapları, kurguları anlamaya çalışmalıdır.Ve mutlaka bunların ideolojik, metodik ve stratejik bağlantılarını kurmaya çalışmalıdır.Bunları yaparkende kesinlikle malum taraflardan biri olmamak, “sistem-dışı” bir duruşa sahip olmak durumundadır.Manipülatif ve algı yönetimi çabalarının bir ürünü olan komplocu yaklaşımlardan mutlaka uzak durulmalıdır.Ancak komplocu yaklaşımlardan uzak duracağız diye belirli odakların kurguladığı komplolarıda çeşitli gerekçelerle görmemek gibi bir zihinsel yanılgıyada düşmememiz gerekir…

DURUŞUMUZ VE SAVUNMA YÖNTEMİMİZ

Tarihi süreçte Müslümanların temel değerlerine içeriden ve dışarıdan saldırılar olmuştur.Ancak bunlardan özellikle içeriden yapılanlarına karşı net bir duruş, ilkesel bir karşı çıkış örgütlü olarak yapılamamıştır.Dolayısıyla dışarıdan yapılan saldırılara karşıda çok etkili, sürekli ve kurumsal bir savunma yöntemi geliştirildiğini söyleyebilmek zordur.Özelliklede Müslümanların devletlerinin etkinliğini yitirdiği ve/veya devletsiz kaldığı dönemlerde bu tesbitin daha geçerli olduğunu ifade etmek gerekir.Bu konuda çok gerilere gitmeye gerek yok.Geçen yüzyılın son çeyreğinde Selman Rüşdi denilen sapkın, arkasında bulunan küresel güçlerin tetikçisi bir şahsa İmam Humeyni’nin net tepkisinin ötesinde ciddiye alınabilecek bir reaksiyon ortaya konulamamıştır.Entellektüel düzlemde etkili ve örgütlü bir karşıduruş sergilenmediği bilinmektedir.Keza rivayetlerden yola çıkarak İslam’a ve Müslümanlara saldıran, bunuda yaşadığı dönemin “sistem-içi” güç ve çıkar mücadelesinin bir parçası olarak yayınlarında bulunduran Turan Dursun’a ciddi, tutarlı ve etkili bir tepki gösterilememiştir.Ne varki dönemin şartları içinde öldürülmesi bir algı yönetiminin malzemesi olarak kullanılmıştır.

Müslümanların değerlerine; ana kitabına ve peygamberlerine yönelik içeriden direkt bir saldırıdan bahsetmek mümkün değildir.Ama Kur’an’ın anlaşılmasının önüne konulan ve bir kısmı kurumsal hale gelen dolaylı saldırılar, Müslümanların büyük bir çoğunluğunca görülmemiş, hatta bir saldırı olarak bile telakki edilmemiştir…Konuyla ilgili iki örnek sanırım ne demek istediğimizi somutlaştırmak için yeterli olacaktır.Bunlardan birincisi;Kur’an’ın tedvini ile ilgili rivayetlerde; zımmende olsa Kitab’ımızın korunmuşluğuna şüphe uyandıran nakillere karşı ciddi bir duyarlılık gösterilmemiş, “recm” gibi Kur’an’da olmayan bir cezayı meşrulaştırmak adına tevil edilerek savunulabilmiştir bile.İkincisi ise İslam’a yönelik içeriden en büyük ve kurumsallaşmış saldırı olan ve felsefi arkaplanıyla tasavvufun, tarihi süreç içerisinde güçlenerek Müslümanlar nezdinde itibar görmesi, kurumsallaşmasıdır.Hicri 7. Yüzyılın tasavvufun asr-ı saadeti olguğu iddiasında bulunan tasavvuf büyükleri ve bunların ortaya koyduğu Kur’an ile bağdaşmayan din anlayışı karşısında bırakın tepki vermeyi, konuyla ilgili net tavır ortaya koyanlar tekfir edilmiş, marjinal bir pozisyona düşürülmeye çalışılmıştır…

Geçmişte olduğu gibi günümüzde de İslam’a yönelik saldırılar devam etmektedir.Ve bu saldırıların etkisi, korunmuş ana kaynağımıza rağmen devam etmekte, Müslümanların büyük çoğunluğunun zihin dünyasını belirlemektedir.Bir taraftan “Müslümanların Sorunlu Tarih”inden kaynaklanan açmazlar, diğer taraftan bunların kurumsallaşmış tortuları insanımızı kuşatmış bulunmaktadır.Bunlara birde modernizmin sistematik saldırıları eklendiğinde karşımıza bugünkü manzara çıkmaktadır…

Sonuç olarak, düşünsel ve siyasal netlikten ve biliçten uzak Müslümanlar; ya “sistem-içi” mücadele yöntemini bir çıkış olarak görmekteler ya da düşünsel sorunlarının/açmazlarının yanında mücadele yöntemlerindeki ilkesel yanlışlıklarının oluşturduğu sıcak atmosfer onlarıda hızla küresel sistemin istediği zemine çekmekte ve bir fasid döngü yaşanmaktadır.Öyleki kimilerince “radikal” çıkış olarak zannedilen bu tür çıkışlarda bilinçten derinlikten uzak yapılanmalarıyla, zamanla bilerek ya da bilmeden küresel sistem içindeki güç ve çıkar savaşlarının bir parçası olacak bir kıvama/yapılanmaya doğru hızla evrilmekteler.

Karşımızdaki malum küresel sistemlerin ve bu sistemlerle işbirliği yapan yerel uzantılarının yapısal özelliklerinin ve görünümlerinin eskiye göre daha aldatıcı ve karmaşık niteliğe sahip oldukları bilinmektedir.Söz konusu sistemlerle mücadele ettikleri iddiasındaki “sistem-içi” yapılanmalarında düşünsel ve siyasal duruş sorunları duyarlı Müslümanların dikkatinden kaçmamaktadır.Ve bu sorunlu yapıların, süreç içerisinde, güya değiştirme iddiasında bulundukları sistemlerle, daha güçlü ilişkiler ve kopmaz bağlar oluşturdukları çok açık görülmektedir.Sonuç itibarıyla bu yapılar, söylem ve eylemleriyle Müslümanlara yönelik algı yönetiminin en etkili araçları haline gelmektedirler.Dolayısıyla insanımızın zihinsel olarak kuşatılması gibi ideolojik tahribatın, düşünsel dönüşümün gerçekleşmesinede zemin hazırlamaktalar.”İslam’a Karşı İslam Stratejisi”nin değişik versiyonlarında misyon yüklenmektedirler.Bir bakıma Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in Zindandan Mehmed’e Mektup şiirindeki çarpıcı anlatımda ifade ettiği gibi “Baba katiliyle babam aynı safta!” dedirtecek görünür veya görünmez ilişkiler ve ittifakların tarafı haline gelmektedirler…

Müslümanların ciddi bir örgütlülüğe sahip olmadığı, Kur’an merkezli düşünsel ve siyasal netlik ile kendi çizgilerini, stratejilerini oluşturup “sonuç odaklı değil süreç odaklı” Nebevi bir anlayışı henüz etkin kılamadıkları bir dünyada yaşamaktayız.Bu durumun doğurduğu boşluk, mevcut sistemin koyduğu kurallar içinde kendilerine konum ve misyon tayin etmeye çalışan ya da kendine yüklenilen misyonu çeşitli gerekçelerle kabullenen, yani “sistem-içi” mücadeleyi çıkış olarak görenlerin Müslümanlar adına öne çıkmaları sonucunu doğurmaktadır.Bu da malum güç odakları ve onların işbirlikçilerinin stratejik yürüyüşlerine hizmet eden eylemler karşısında ilkesel söylemlerle karşı çıkışların ötesine geçilmesini zorlaştırmaktadır.Küresel hegemonik güçlerin zemininde; özgürlük, laiklik ve insan hakları kavramları çerçevesinde bir tartışmanın baskın olduğu bir vasat oluşturmaktadır.Terör, terörist gibi küresel odakların kendi stratejik hesaplarına göre tanımladıkları ; objektif kriterleri olmayan, ahlak ve ilkeden yoksun kavramsal içeriklerlede etkili algı yönetimi gerçekleştirilerek belirleyici, mahkum edici olabilmektedirler.

Tarihi süreç içerisinde oluşan ve günümüzdede daha sofistike çarpıklıklarla malül “Müslüman” algısıyla Kur’an’ın bize öğrettiği Müslüman arasındaki derin farka dikkat çekmek adına şu soruyla bitirelim değerlendirmemizi:”Müslümanları mı yoksa İslam’ı mı savunmalıyız?”Umarım bu kışkırtıcı ve demagojik yorumlara açık sorudan hareketle içinde bulunduğumuz zilleti Müslümanca bir bakışla kritik etmeyi aklederiz.”Duygusal ve reaksiyoner” yaklaşımımızı sürdürmeyiz…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir