
Kur’an’da bahsedilen Zülkarneyn kimdir?
Soru : Medya din ile ilgili bazı olayları ve kavramları gündem yaparak ya kavramın içini boşaltıp işe yaramaz hale getiriyor yada olayı hafife alarak gülünç durumlara düşüyor. Bunu inananlar açısından kaygı verici olarak görüyorum. Bu politikalarının gereği olsa gerek geçenlerde Zülkarneyn hakkında çok saçma şeyler dile getirildi. Kur’an’da bahsedilen Zülkarneyn kimdir? Bununla ilgili bilgiyi İsrailiyat karıştırmadan Kur’an’la sınırlandırarak anlatırsanız bu konudaki kaygılarımızı gidermiş olursunuz. Şimdiden Allah yar ve yardımcınız olsun diyorum.
Cevap: Zülkarneyn konusunun İslam’ın gündemine girmesinde politik oyunların yer aldığını görüyoruz. Mekke’nin ileri gelenleri Resulullah’ın ısrarlı davetleri karşısında tutunacak dal bulamayınca daha önce peygamberlere muhatap olmuş Medine Yahudilerine müracaat ederek yardım istemeye karar verirler. Bunun üzerine olay şöyle gelişir.
Kureyş’in ileri gelenleri, Haris oğlu Nadr ile Ebu Muayat oğlu Ukbe’yi huzurlarına çağırarak şöyle derler:
“Medine’ye gidin, Muhammed’in yaptıklarını, söylediklerini onlara anlatın. Bunların karşısında bizim ne yapmamız gerektiğini onlara sorun. Bununla nasıl başedeceğimizi onlar bilirler. Çünkü Yahudiler ilk kitap ehli bir kavimdir. Peygamberlerle ilgili bizim bilmediğimiz çok şeyi bilirler.
Bu iki şahıs gidip Medine Yahudilerinin hahamlarıyla görüşüp durumu arz ederler. Hahamlar da onlara şu tavsiyeleri yaparlar:
“Sizlere üç konu hakkında ona sormanızı öneririz. Eğer Muhammed bunlarla ilgili doğru bilgiler verirse o Allah katından gönderilmiş bir peygamberdir. Veremezse o boş konuşan biridir. Ona ne yapacağınıza siz aranızda karar verirsiniz.
- O’na ilk çağlarda kaybolan gençlerin haberlerini sorun. Zira onların çok acı hayret verici hikayeleri vardır.
- Seyyah bir adamı sorun ki o yeryüzünün doğusuna da batısına da varmıştır.
- Bir de ona Ruhtan sorun. Bu sorularla Mekke’ye dönen Nadr ve Ukbe, ileri gelenlerle durumu müzakere ettikten sonra uygun bulunur ve sualler peygamberimize sorulur.
Peygamberimizde Allah’ın takdir ettiği zaman içerisinde onlara bu ayetleri okur. Birinci sorunun cevabı (18/9-26) Kehf suresinin dokuz ile yirmi altıncı ayetleri arasında verilmiştir.
İkinci sorunun cevabının ise yine aynı surenin seksen üç ile doksan sekizinci ayetleri arasında verildiğini görüyoruz.
Üçüncü soruyla ilgili cevap ise İsra suresinin seksen beşinci ayetinde verilmiştir. Birinci sorudaki gençler gerçekten akıllara durgunluk verecek boyutta bir kahramanlık sergileyerek şöyle demişlerdi:
“Rabbimiz göklerin ve yerin Rabbidir. Onu bırakıp başka bir tanrıya yalvarmayız. Yoksa andolsun ki, batıl söz söylemiş oluruz. Şu bizim milletimiz Allah’ı bırakıp ondan başka Tanrılar edindiler. Onların gerçek olduğuna apaçık deliller getirmeleri gerekmez mi? Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir?
Bu sözler o toplumda o denli yankı yapmış ve infial uyandırmış ki bunları taşlamaya, linç etmeye kadar gidecek bir mücadeleye soyunurlar. Allah ise onlara şöyle buyurur:
“Siz, onlardan ve Allah’tan başka taptıklarından ayrıldınız. Bunun için mağaraya girin ki Rabbiniz size rahmetini yaysın ve size işinizde kolaylık göstersin” denildi. Ardından bu gençler, Allah’tan bir ibret olarak mağarada uzun süre uyutulmalarının ardından uyandırılıp aleme takdim ediliyorlar.
Tebliğciler için ne büyük bir kıvançtır. Allah gibi dostu olanın alem düşmanı olsa ne yazar. Allah düşmanın olursa alem dostun olsa ondan geleni senden savabilir mi? O galibi mutlaktır. Onun hesabı hep tutar. Yeter ki hesabın onunla olsun. Bu yolda olanlar da ölenler de mahzun olmayacaklardır.
İkinci sorunun konusu olan seyyah ise Zülkarneyn’dir ki onunla ilgili bilgiye geçmeden önce bu tabirle ilgili bir açıklamayı gerekli görüyoruz.
Zülkarneyn tabiri, kök itibariyle “kaf-ra-nun” harflerinden oluşan karn kelimesinden türeyen bir tamlamadır. “Karn” kelimesinin sözlük anlamları ise şunlardır:
Asır, insanın şakakları, erkeklerin perçemleri kadınların zülüfleri, güneşin ışık küresinin kenarı, ışıkların ok gibi uzandığı halka, bir kavmin başında olan efendisi, arzın doğusuna ve batısına sahip olan, (cihangir) aynı çağda yaşayan insanlar, nesil, yüzyıl.
“Karn” kökü iki anlamına gelen bir ek ilavesiyle Karneyn şekline getirip başına da sahip anlamına gelen “Zül” ekini getirince anlam daha da değişerek “Zülkarnenyn” olmakta ki buna benzer lakaplar yani sıfatlar vardır, “Zül Cenahayn” iki kanatlı, “Zül yedeyn” iki el sahibi gibi…
Bu duruma göre “Karn” kökünü hangi anlamda alırsanız mana da ona göre değişir. Asır, yüzyıl anlamına alırsanız iki asrın sahibi, nesil anlamına alırsanız, iki neslin sahibi, hakimiyet, hükümranlık anlamına alırsanız doğunun ve batının hakimi, yani güneşin doğduğu ve battığı her yerin hakimi anlamına gelir. Bu manalardan hangisinin kastedildiğini mevzu bahis olan ayetleri okuduktan sonra anlamak daha da kolay olacaktır.
“Ey Muhammed! Sana Zülkarneyn’i soruyorlar. ‘O’nu size anlatacağım’ de”
“Doğrusu biz onu yeryüzünde büyük bir kudret sahibi kılmıştık ve O’na her şeyin yolunu öğretmiştik.”
“O da bir yol tuttu!”
“En sonunda güneşin battığı yere vardığı zaman onu kara bir suda batıyor gördü. Orada bir kavme rastladı. ‘Zülkarneyn onlara azapta edebilirsin, iyi muamelede de bulunabilirsin’ dedik”.
“Fakat kim de iman eder ve salih ameller yaparsa ona mükafat olarak güzel şeyler vardır. O’na emrimizde kolay olanı da söyleyeceğiz.”
“Sonra o başka bir yol tuttu.”
“Nihayet güneşin doğduğu yere ulaştığında, onun güneşe karşı hiçbir siper yapmadığımız bir kavmin üzerine doğduğunu gördü.”
“İşte bunun gibi biz onun yaptıklarının hepsini baştanbaşa biliyorduk.”
“En sonunda iki dağın arasına varınca orada hemen hemen hiç bir söz anlamayan bir kavme rastladı.”
“Dediler ki ‘Zülkarneyn Ye’cüc ve Me’cüc bu ülkede doğrusu bozgunculuk yapıyorlar. Bizimle onların arasına bir sed yapman için sana bir bilgi verelim mi?’”
“Dedi ki ‘Rabbimin bana verdikleri sizinkilerden daha hayırlıdır. Bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir duvar yapayım.’”
“Bana demir kütleleri getirin. Bunlar iki dağın arasını doldurunca, ‘Körükleyin’ dedi. Nihayet o bir ateş haline gelince, ‘Bana erimiş bakır getirin üzerine dökeyim’ dedi”.
“Onlar artık onu ne aşabildiler, ne de delip geçebildiler.”
“Dedi ki ‘Bu Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin verdiği söz gerçektir.’”
Ayetlerin ifadesinden de açıkça anlaşılan odur ki Allah’ın seçip öğrettiği kimsedir. Toplumun efendisi, doğu ve batının hakimi, nesillerin selam olsun dediği bir insandır. İnanmayanların küfründen, cahillerin vasıflandırmalarından uzak Allah’ın seçkin kullarından bir kuldur. Bütün yaptıklarını Rabbinin bir rahmeti olarak bilip ona hamdeden ona sonsuz imanını arz eden bir insan olduğunu (18/98) görüyoruz.
“Onlar birer ümmettirler gelip geçtiler onların yaptıkları onlara sizin yaptıklarınız sizedir” hükmü uyarınca onlardan geriye kalan sadece bu kıssa olmuştur.
Zülkarneyn’in Ye’cüc ve Me’cüc olayıyla bağlantısı ise (18/99) da geçen “Biz o gün onları bırakırız dalgalar halinde birbirlerine girerler. Ve Sûra üflenir. Böylece hepsini bir araya toplarız”(21/95-97) ayetleriyle birleştirerek bu kavmin hala bu setin arkasında yaşayıp çoğaldığını ve kıyamete yakın, bu seti yıkarak yeryüzünü istila edecekleri iddiasıdır. Bu iddianın gerçekle bağdaşması mümkün değildir. Bugün dünyanın keşfedilmedik yeri kalmadığı gibi aya ve yıldıza gidilmeye başlanmıştır. Bilinen kara parçası üzerinde böyle bir toplumun varlığına rastlanmış değildir. Gidenler geri dönmediklerine göre onlarda geri dönmeyecektir.
Bu konunun doğru anlaşılması doksan üçüncü ayetin anlaşılmasına bağlıdır. Meselenin püf noktası oradadır. Zülkarneyn “hiç laf anlamayan bir kavme rastladı”. Bu laf anlamayan millet içinde laftan anlayanlar da olmalı ki veya dağın bu yakasında yaşayanlar laftan anlayan iyi insanlar, öbür yakasında yaşayanlar da laf anlamayan fitne çıkartan insanlardır. Yani Ye’cüc ve Me’cüc’tür.
Bu ifade fitne çıkartanların adıdır. O toplumu bozan, kural tanımayanları kasdeder. Enbiya Suresi’nde bahsedilen konu toplumsal bir yasadır. (92/97)
“Ey insanlar gerçek şu ki sizin ümmetiniz tek bir ümmettir. Çünkü hepinizin Rabbi benim. Öyleyse yalnız bana kulluk edin. Ama insanlar arasındaki bu birliği param parça ettiler. Hem de sonunda bize döneceklerini unutarak. Yinede kim iman ve salih amel işlemiş ve bir gayret ortaya koymuş ise onu inkar etmeyiz onu lehine kaydederiz.
“Fakat yok etmeye karar verdiğimiz toplumun (günahkarlık yolundan) bir daha geri dönmesi mümkün değildir.”
“Ta ki Ye’cüc ve Me’cücün (yani fitne çıkartan söz dinlemeyen Zülkarneyn’in mahkum ettiği insanlar gibilerinin) dünyanın her yerinde çıkarılacakları zamana kadar ki o zaman kaçınılması mümkün olmayan kıyamet gününün gerçekleşmesi de yaklaşmış olacaktır. O gün inkar edenlerin gözleri yuvalarından oynayacak ve birbirine yazıklar olsun biz bu güne karşı umursamazdık ve zalimdik diyecekler.
Bu ise kıyamet sahnesinin cereyan ettiği gündür. Vurgulanmak istenen, helakına hükmedilen bir kavmin kıyamete kadar tuttukları günahkar yollarından dönmeyecekleridir. Bu Kur’an’da sünnetullah çerçevesinde verilen bir ilkedir. Hiçbir kavim helak edilecek boyuta geldikten sonra asla itaate dönmemiştir ve yaptıklarından pişmanlık duymamıştır. Sonuna kadar kendisini haklı, yolunu da doğru olarak vasıflandırmıştır.
Ancak bu iddianın aksine haksız ve zalim olduklarını kıyamette kabul edecekler fakat iş işten geçmiş olacaktır… Burada geçen Ye’cüc ve Me’cüc ifadelerinin bir kavmin ismi olmaktan ziyade, kıyamet saatiyle ortaya çıkacak olan bir dizi toplumsal felaketlerin ve fitnelerin adıdır. Bu konuda Buhari ve Müslim’e dayanan bazı rivayetlere bakarak Arap dünyası Ye’cüc ve Me’cüc olayını orta çağdan beri bekleyip duruyor. Bazıları bunu Moğol istilası ile birleştirmiş ve bu ismi onlara vermiştir. Bir kısım müfessirler ise kıyameti haber verecek gaybi bir ihbar olarak takdim etmişlerdir.
Enbiya suresinin 96-97. ayetlerine dayanarak kıyamete beş kala meydana gelecek, insanlığı yok edecek felaketler zincirinin başlatılmasıdır ki hemen ardından insanların şöyle dediklerini görüyoruz:
“O zaman ki, Hakk’ı inkâra şartlanmış olan insanların gözleri yerinden oynayacak ve birbirlerine ‘vah bize’ bu kıyamet sözüne karşı hep umursamazdık çünkü biz zulüm ve kötülük yapmaya meyyaldik.”(21/97)
Doğrusunu en iyi bilen ancak Allah’tır. O’nun selamı rahmeti bereketi salih kullarının üzerine olsun…