Kur’an’da geçen namaz vakitleri hangileridir?
Soru:Kur’an’da geçen namaz vakitleri hangileridir?
Cevap: Kur’an’da geçen namaz vakitleri sorulurken, sanki Kur’an’da geçmeyen namaz vakitleri de varmış gibi bir anlayışı çağrıştırıyor. Kur’an müslümanın “Hayat bilgisi” kitabı olduğuna göre namaz gibi temel bir konuda elbette ilk baş vurulması gereken kaynak olacaktır. Nisa suresinde namazın kısaltılmasından bahsedilirken (101-103) “Huzura kavuşunca namazı dosdoğru kılın. Çünkü namaz müminler üzerine vakitleri belli bir farzdır” buyuruluyor. Vakitleri belirten ayetler ise şunlardır:
(Ey Muhammed!) “Onların dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini överek tesbih et. Gece saatleri ve gündüzün iki ucunda da tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin”(20/130). Bu iki ayette geçen “güneşin doğuşu ve batışından önce” ifadesi sabah ve ikindi vaktine, “gece secdelerin ardından da” ifadesi yatsı namazına taalluk ederken “Gündüzün iki ucu” da öğle ve akşam namazlarına taalluk etmektedir. “Sizler akşamlarken (akşam ve yatsı) ve sabahlarken (sabah), günün sonunda (ikindi) ve öğleye eriştiğinizde (öğle) göklerde ve yerde övgü kendisine mahsus olan Allah’ın şanı yüceltilir”(30/17-18).
Bu ayette de beş vaktin tek tek ifade edildiğini görüyoruz. Bununla birlikte, bir de İsra suresinde gündüzün güneşin eğilmesiyle başlayan “öğle vaktinden gece kararana kadar namaz kıl. Sabah okumasını da. Sabah okuması görülmeye değer şeydir” ifadesiyle öğleden sabaha kadar bütün gün yapılan ibadetleri bir defada ifade edecek biçimde sıraladığını görüyoruz. Buna Peygamberimiz’in şahsına mahsus olan gece namazını da ilave etmektedir.
“Yalnız sana mahsus olmak üzere geceleyin O’nun için (namaz kılmaya) uyan. Belki de Rabbin seni övülecek bir makama yükseltecektir”(17/79).
Namaz, insanı ruhen eğiten, olgunlaştıran ve bütün kötülük ve aşırılıklardan alıkoyan bir ibadet olması nedeniyle bütün ümmetlere aynı minval üzere farz kılınmıştır. Allah insanın fıtratı üzerinde herhangi bir değişiklik yapmadığına göre temel ibadetlerde de bütün İslam ümmetinde aynı olacağına inanıyoruz. Henüz yeni dünyaya gelmiş olan İsa (a.s)’ı Meryem validemiz kucağında taşıyarak kavmine gelince kavminin iğneleyici sözlerine Allah’ın izniyle İsa (a.s) şöyle cevap veriyor:
“Ben Allah’ın kuluyum. Bana kitabı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım beni mübarek kıldı. Sağ oldukça bana namaz kılmayı, zekatı vermeyi, ve anneme iyi davranmamı öğütledi. Beni asi bir zorba kılmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve dirileceğim gün bana selam olsun” dedi. (19/30-33)
“(Ey Muhammed!) kitapta İsmail’i de an. O sözünde doğru bir kimse idi. Tarafımızdan gönderilmiş bir peygamber idi.”
“Çevresinde bulunanlara namaz kılmalarını, zekatı vermelerini emrederdi. Rabbinin katında hoşnutluğa ermiştir.”(19/54-55)
Bununla beraber Ortadoğu coğrafyasında gelen bütün peygamberlerin atası olan Hz. İbrahim (a.s) şöyle dua ediyor:
“Rabbim! Beni ve soyumu namaz kılanlardan eyle. Rabbimiz bu duayı benden kabul buyur.”(14/41)
Bu ayetlerden öğreniyoruz ki Allah’ın gönderdiği bütün peygamberler ümmetlerine namaz kılmayı, zekat vermeyi ve oruç tutmayı (2/183) emretmişlerdir. Son peygamber Hz. Muhammed (a.s) ise yirmi üç yıllık peygamberlik hayatının son on yılını devlet olarak yaşamış, toplumun önünde cemaatle namazlarını eda etmiştir. Böylece namaz, oruç, hacc, zekat gibi İslam’ın şiarı olan ibadetler bütün yönleriyle topluma öğretilmiş, bilinmeyen bir yanı kalmamıştır. Kur’an’da zikredilen ayetlerin hayata tatbikinin peygamberin eliyle yapılmış olması, ondan neyin anlaşılması gerektiğini ortaya koymuştur. Böylece kalbinde eğrilik bulunup (3/7) fitne çıkarmak isteyenlerin yolları kesilmiştir.
Namaz gibi bir konu Hz. Muhammed (a.s) ile bilinen bir olay değildir. Bütün peygamberlerin namaz, oruç ve zekat gibi ibadetleri ümmetlerine tebliğ ettiklerine Kur’an tanıklık etmektedir. Mekke’de ve Medine’de Yahudi Hırıstiyan ve Hanifler ile birlikte yaşayan insanlar namaza daima tanık olmuşlardır. Buna rağmen muhtelif ayetlerde bu ibadetlerin rükünlerinden de bahsedilmiş olduğunu görüyoruz.
Kur’an’ın kendi içinde kendine özgü bir metodu ve mantığı vardır. Allahu Teâlâ toplum tarafından bilinenleri sadece hatırlatıyorken bilinmeyenleri veya yeni bir hüküm koymuşsa, o hükmü uzun uzun açıklıyor. Bu bağlamda namaz ve zekatı sadece “Namazı kılın, zekatı verin” şeklinde hatırlatıyor, abdest konusunu ve temizlenmeyi ise uzun ve etraflıca açıklıyor, insanları ona göre hesaba çekeceğini vadettiği bir kitapta bunların olması tabii iken olmaması her halde garip olurdu diye düşünüyoruz. Bu nedenledir ki Allah, “Nereden bilelim demeyesiniz diye bu kitabı kıyamete kadar aranızda tutacağız” buyurmuştur.
Namaz konusuyla ilgili gördüğümüz bazı ayetleri bilginize sunmak istiyoruz.
Önceki ümmetler de namaz ve zekatı gösteren ayetler, 19/31, 19/54-55, 5/12, 10/87, 31/17, 14/40.
Namazda kıyamla ilgili ayetler, 25/64, 4/101-103.
Namazda kıraatla ilgili ayetler, 29/45, 73/20.
Namazda rükû ve secde ile ilgili ayetler, 7/29, 25/64, 22/77, 2/43.
Namazın vakitleriyle ilgili ayetler.
Gece namazı, 73/20, 17/78.
Sabah, gündüz ve gece namazı, 50/39, 20/130.
Beş vakit namaz vakti, 30/17-18, 24/58.
Tehlike anında namaz, 2/238-239.
Tehlike anında namazı kısıtlamakla ilgili, 4/101-103.
Namaz için gereken temizlikle ilgili ayetler, 4/43, 5/6.
Namazda kıbleyle ilgili ayetler, 2/144-150.
Namazda rek’at sayısıyla ilgili ayetler, 4/101-103.
Kur’an’ı ahlak edinen bir peygamber on yıl devlet başkanı olarak cemaatinin önünde seferde ve hazerde namaz kıldırmıştır. İbadetle ilgili yaptığı uygulamaların yanlışlığı ile ilgili hiçbir ikaz almamıştır. Bunun anlamı, yapılandan Allah razı olmuş demektir. Bizlere kadar bu uygulama toplum tarafından yaşanılarak kesintisiz intikal etmiştir. İşin bu boyutunda herhangi bir problem söz konusu değildir. Ancak, bunları peygamber “Kur’an dışı vahiyle yapıyordu” demek zihinlere bir çok soruyu ve sorunu beraberinde getiriyor. Allah Kur’an’da Peygamberin şahsi kusurlarını (80/1-4), özel ailevi hayatının problemlerini (66/1-5), halkın levminden çekinmesini (33/37) zikrederken, ibadetlerin uygulamasını (şayet bilinmiyorsa) Kur’an’da açıkça zikretmesine mani bir durum mu vardı ki Kur’an dışı tutuldu?
Şayet bu doğru ise, Peygamberimizin hadislerin yazılmasına karşı çıkmasını (benden Kur’an’dan başka bir şey yazmayın şeklinde ki hadisi) ne ile izah ederiz?
Sonra üç nesil sonra muhadislerin toplayıp kitaplarına almadıkları yüz binlerce hadisin atıldığı ifade ediliyor. Bunlar dinden bir şeyler alıp götürdü ise, elde kalan dinin kaçta kaçı olurdu? Bunlar din adına bir şeyler ifade ediyorlarsa nasıl atılır? Etmiyorsa niçin söylenip nakledilmiş nesiller boyu? Yine din bunlarla açıklanıp anlaşılacak idiyse Peygamberin (a.s) vahyin bu kısmı için de aynı duyarlılığı göstererek kayıt altına aldırması gerekmez miydi diye düşünüyoruz?
Ayrıca, Kur’an dışı vahyin varlığı konusunda Mevdudi’den naklen, Kıyamet suresinin (16/19) ayetlerinin bu konuda delil olarak gösterilmesi konusuna gelince ayetlerin anlamı şöyle:
“Onu çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Şüphesiz onu toplamak ve onu okutmak bize aittir. O halde biz onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Sonra şüphen olmasın ki, onu açıklamak da bize aittir.”(16/19)
“Onu açıklamak bize aittir” sözünü Kur’an dışı bir vahiyle açıklandı şeklinde anlamak için insanın kendini fazlaca zorlaması gerekir diye düşünüyoruz. Allah;
“Anlayasınız diye biz onu Arapça bir Kur’an olarak indirdik”(12/2) buyuruyor. Anlaşılmak için Arapça gönderilen kitabı kim anlaşılmaz kıldı ki, ikinci bir vahiyle Allah elçisine anlatmaya çalışmış olsun? Vahyin ilk günlerinde Peygamberimizin ‘bir insan olarak unuturum’ korkusuyla söylenenleri acele acele tekrarlamaya çalışması üzerine: “Sen sadece okunanı dinle biz onu senin kalbine kaydetmeye ve yeri zamanı gelince de onu hatırlatıp açıklamanı temin etmeye muktediriz, biz buna kadiriz” (75/16-19) buyurarak Allah elçisini teselli ediyor.
“İnkar edenler ‘Kur’an ona bir defada indirilmeli değil miydi?’ dediler. Oysa biz onunla senin kalbini pekiştirmek için onu ağır ağır okuyoruz.”(25/32)
(Ey Muhammed) “Biz onu (Kur’an’ı) onunla (Allah’tan) sakınanları müjdelemen ve inatçı toplumu uyarman için, senin dilinde (indirerek) kolaylaştırdık.”(19/97)
“(İnsanlar) sakınsınlar diye pürüzsüz Arapça bir Kur’an indirdik.”(39/28)
“Ha, mim, apaçık kitaba andolsun ki, anlamanız için Arapça bir Kur’an kılmışızdır.”(43/1-2-3)
İnsanların anlaması için Arapça olarak kolaylaştırılmış ve pürüzsüz hale getirilmiş olan Kur’an’ı Peygamberin anlayamadığı için Kur’an dışı vahiylerle anlamasını temine çalışmanın mantığını anlamak mümkün değildir.
Mevdudi’den devamla “O halde teslim etmeliyiz ki, Kur’an-ı Kerim’in anlatımı, açıklaması, yorumlaması ile ilgili Allah tarafından Hz. Peygamber’e gelen ilham ve vahiyler, Kur’an’ı Kerim’de yer almamıştır. Kur’an-ı Kerim dışında yapılan bu açıklamalar Hz. Muhammed’e gizli vahyin gelişinin bir delilidir” diyor.
“Vahiy; gizli konuşmak, birine bir şey yazmak, melek göndermek, ilham etmek anlamındadır ve tabiatı gizlidir. Allah ile elçisi arasında ki iletişimin hususi adıdır. Bunun gizlisi de gizli, açığı da gizlidir.”
İkinci husus; Allah Kur’an’ın metinlerini elçisine anlatmak için ek açıklamalar yaparak anlamasını sağlıyor ise Peygamberin anlaması için gereken şeyin ümmeti için de gerekli olduğunun normal bir düşünceyle anlaşılabileceğini sanıyoruz. Kitabının anlaşılmasını defaatla isteyen Allahu Teâlâ bunları da koruma altına alırdı diye düşünüyoruz. Çünkü Kur’an için “Zikri biz indirdik onun koruyucusu da biziz”(15/9) buyuruyor iken gizli vahiyler(i) için böyle bir korumadan bahsedilmiyor. Ayrıca Peygamberimiz “benden Kur’an’dan başka bir şey yazmayın” diye uyarıda bulunuyor. Hz. Ömer ve Ebu Bekir (r.a) Kur’an’ı iki kapak arasına alırken başka bir vahiy türünden bahsetmiyorlar. Hayatta oldukları sürece de Kur’an’dan başkasına müsaade etmiyorlar. Hadis toplamaya dahi müsaade etmiyor, valilerine gönderdiği bir emirle toplananları da imha ettiriyor.
Bu insanlar Peygambere arkadaşlık etmiş, vahyin ortamında bulunmuş ve İslam’ı Peygamber (a.s)’dan görerek öğrenmişti. Bu nedenle İslam’a gölge düşürecek en ufak bir harekete dahi geçit vermemişlerdir. Ancak bunlar bir asır sonra ortaya atılan asılsız ve mesnetsiz iddialardan başka bir şey değildir diyor. Mevdudi ve Mutahhari’nin düşüncelerine katılmıyoruz. Biz tercihimizi böyle yaptık, okuyup araştıranlar da dilediği gibi yapma hakkına sahiptir diyoruz.