GenelYazarlardanYazılar

Bahane Var (mı?)

Biz insanlar ‘Hayr’ ve ‘Şer’ olmak üzere iki zıt kutuba sahip varlıklarız. Davranışlarımızla bazen melekleri dahi kıskandıracak haller sergilerken, bazen de şeytana pabucunu ters giydirerek şeytandan daha şeytan olmak suretiyle onu bile hayrette bırakabiliyoruz. Bu davranışları sergilerken de her hareketimize mutlaka bir sebep veya bahane ileri sürerek mazur görülmek isteriz.

“İddia sahibi iddiasını kanıtlamak zorundadır” diye güzel ve yerinde bir söz vardır.
Bu sözü Enfal suresinin 42. ayetinde “…..ölen beyyine üzerine ölsün, yaşayan da beyyine üzerine yaşasın…” ve Peygambere atfedilen bir hadisde “Kur’an sizin hem lehinize, hem de aleyhinize delildir.” şeklinde görmekteyiz.

Bu ayet ve hadise dayanarak “Mü’minin her hareketi geçerli delile dayanmalıdır” yorumunu yapabiliriz.
Düşünen, soran, sorgulayan, neyi neden yaptığını gerekçeleriyle ortaya koyan, davranışlarında geçersiz mazeret (bahane) belirtmeden, hata karşısında kendini temize çıkarmanın yollarını aramadan affını isteyip merhamet dileyendir mü’min.

Bu konuyla alakalı olarak, Allah bizlere insanın ilk yaradılış evresinden iki prototip sunmakta: Yaptıklarına haksız ve geçersiz bahaneler getiren ve azgınlaştıkca hayasızlaşan iblis; bir diğeri ise, hatasına, günahına bahane üretmek yerine, işin gerçeğini bilene karşı dürüst davranarak Ondan af dileyen, insanın atası Adem aleyhisselam.
Haddini bilen Adem aleyhisselam “Nefsime zulmettim” diyerek itiraf etti ve kendini affettirdi. (Bakara/30-38, Araf/11-27, Hicr/28-40…)

Yedi yaşındakinden tutun da yetmiş yaşındakine kadar – ünlü düşünür Nasreddin Hoca’nın “İpe un sermesi” misali – insanın istemediklerine bir bahanesi mutlaka vardır.
Bahane ve mazeret birbirine karıştırılır bazen. Bu ikisi farklı şeylerdir aslında. Bahane, verilen işi yapmamak için engeller, sebepler ortaya sürmektir. Yapmak istememektir. Mazeret ise, zaten var olan engeller, geçerli sebeplerdir. Yapamamaktır.

Bahaneler üretmek ruhsal ve zihinsel tekamülü tamamlayamamanın tezahürüdür ve insanı sorumluluk halinden kurtarmaz. Zira Allah müslümanlara, bahane üretmeden mücadele etmeyi emretmektedir.
“Melekler, kendilerine zulmeden kimselere canlarını alırken soracaklar: ‘Neyiniz vardı sizin?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde çok güçsüzdük’ diye cevap verecekler. ‘Allahın arzı sizin kötülük diyarını terk etmenize yetecek kadar geniş değil miydi?’ diyecekler. Böylelerinin varış yeri cehennemdir, ne kötü bir varış yeri! (Nisa/97)

Bizler bahane üretmek için harcayacağımız enerjiyi çareler üretmek için harcamalıyız. Herkesin kendi çapınca yapabileceği birşeyler mutlaka vardır. Peygamber efendimizin buna dair mü’minleri cesaretlendiren, acizlikten kurtaran “İçtihat eden kimse isabet ederse iki sevap, etmezse bir sevap alır” diye söylediğini zannettigimiz bir hadisi var.

Hata yaparken de doğruların öğrenilebileceğini unutmayalım. Önemli ve doğru olan, hatada israr etmemektir. Hatada ısrar iblisce bir tavır iken, hatasına sahiplenmek, yanlışı yalnış kabul edip, farkedildiği anda derhal terketmek ademi bir tavırdır.

Bahaneler üretmekten uzak durabilmek için: Hedefimiz, hedeflerimiz olmalı. Sosyal faaliyetlerimiz, ilişkilerimiz olmalı. Kendimizi geliştirmemiz için hayat kitabımızı ve hayata dair herşeyi okumalıyız. Öyle duruma gelmeliyiz ki, okumadığımız zamanlar rahatsızlık duymalıyız. Okuduklarımızı paylaşmalıyız. Seyahatlar yapmalıyız. Yeni insanlar tanımanın yollarını aramalıyız.
Yeryüzünü ıslah etmek için bir işten boşaldığımızda derhal başka bir işe koyulmalıyız ki, ancak bu şekilde sorumluluk bilinci kazanarak bahanecilikten kurtulabiliriz.

Bahanesini, Kur’an da geçen ve mü’minlerin özelliklerinden olan “Sabır” kavramını gerekçe olarak gösterenler de var. Oysa bahane umutsuzluğu, umutsuzluk bahaneyi doğurur. Sabır ise umuttur. Umut sabırdır. Sabır direnmenin mücadele etmenin adı iken, bu kavramı ters yüz ederek miskinliğin, zillete boyun eğmenin adına sabır dedik.

İş yapmamak için üretilen bahaneler cesareti kırarak insanı karamsar/korkak/kayıtsız yapar. Beden, beyin ve ruh tembelleşir. Bahanenin olduğu yerde çözüm olmaz. “Bu kadar olumsuzlukları değiştirmeye benim gücüm yetmez. Böyle gelmiş böyle gider. İnsanların büyük bir bölümü duyarsızken bana mı kalmış…” gibi sözler yeteneksiz ve dolayısıyla korkak insanların sergileyeceği davranış biçimidir. Akıllı insan, diğer insanların içinde bulundukları çaresiz durumların kendisi için bir bahane olamayacağını bilir.
“Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa/165)

Bize verilen her bir nefes, nefsimizde olanları değiştirmek için bir nimet, bir şanstır. Unutmayalım, islamda çareler asla tükenmez ve iradenin olduğu yerde çare de her zaman vardır.

Suçu başkasına atmak, suçlu aramak, sorumluluktan kaçmak, dürüst davranmamak demektir. Kişiyi küçülten bir davranıştır, kendisiyle yüzleşmekten kaçmaktır.

Kendini tanımayan eşyayı da tanıyamaz. Suçu başkalarında arama eşyayı ait olduğu yere koymamaktır ki, bu da zulümdür.

Eşyanın tabiatına uygun davranışlarda bulunmak bahaneleri ortadan kaldırır.
Korkaklığı, çekimserliği ve miskinliği bir kenara bırakıp : “Ben yoksam hiç kimse yok. Ben yapmasam hiç kimse yapmaz. Bu dava benim. Benim olan şeye nasıl sahip çıkmam gerekiyorsa öyle sahiplenmeliyim.” demeliyiz.
Düşüncenin pratiğe dönüşmesinin önünde en büyük engeldir bahaneler. Müslüman imanını salih amelle bütünleştirendir. Sadece düşünce üretmek, söz söylemek salih amel yoksa nakıstır. “Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz. Yapamayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap getiren bir iştir.”(Saff/2-3)

Allah (cc) insanı yeryüzünde halife kılarak, yeryüzünün işlerini insanlara havale etmişken, Allah’ın yeryüzündeki halifesi nasıl olur da bahaneler üreterek işleri tekrardan Allah’a havale eder. Ey müslüman, Allah’ın bize verdiği şerefli makamın, taşıdığımız emanetin farkında mıyız?
Bizler müslüman olarak, bırakın bahane üretmeyi, var olan mazeretleri ortadan kaldırmanın yollarını aramalıyız.
Şair N.F. Kısakürek,

Ana rahmi zahir şu bizim koğuş;
Karanlığında nur, yeniden doğuş… 
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! 
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! 
Kalk ayağa dim dik doğrul ve sevin.

demiş bir şiirinde.

Allah Kur’an’ın bir çok ayetinde mustazaflara vaatlerde bulunmakta;
“Biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle firavun’a, haman’a ve ordularına. Çekine geldikleri şeyleri gösterelim.” (Kasas/5-6)

“Ey Örtüsüne Bürünen Kalk ve Uyar…”
Ey iman edenler! Allah adına mücadele yapmamanın bahanesi asla olamaz. Kalkalım, uyanalım ve uyaralım. İnsanları hayra ve kurtuluşa çağıralım. Allah’ın bize sunduğu, bizim de kabul ettiğimiz emanet, hiç bir özür, bahane, banane, şaka… kabul etmeyecek kadar ciddidir.
Hiç bir bahanenin ve özürün geçerli olmayacağı hesap günü için, ecel kapımızı çalmadan evvel islami sorumluluklarımızı yerine getirme ve kitabı sağdan verilenlerden olma umuduyla…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı