
Elçinin İzinden Bir Avuç Almak
Araplar da meşhur bir deyim vardır: “ Külli şeyin yerciu ilâ aslıhî,” “Her şey aslına döner.” Allah Teâlâ eşyaya kendine özgü bir tabiat vermiştir. Bu tabiat her hal ve karda hükmünü icra eder. Bu yasayı keşfeden insan, tüm eşyadan azami derecede istifade etmeye yönelmiştir. Bunların tabi oldukları kanunlara uygun hareket ederek, ateşten suya, demirden kömüre kadar her birinden istifade etmenin yolunu bulmuştur. Bunu yaparken kimini birleştirmiş istifade etmiş; kimini ayrıştırmış istifade etmiştir. Kimini de atomlarına ayırmış, yetmemiş, atomlarını da parçalayarak müthiş bir enerji elde etmiş; belki de kendi felaketini elleriyle hazırlamıştır. Bunları yaparken gösterilen ihmal, yapılan yanlışlar asla kaybolmamış; yeri ve zamanı gelince insanla yüzleşerek, ihmal edilmenin sonuçlarını göstermiştir.
İnsan ve toplum da bu anlamdaki yasalara tabi olarak yaratılmış, benliğine fücur ve takva ilham edilmiştir. Hayatın seyri içerisinde her biri özelliklerini icraya yönelmektedir. Bu hususla alakalı olarak Musa (as)’ın tevhit mücadelesinde kendi kavmiyle alakalı olarak, açık ve anlaşılır bir örnekten bahsedilmektedir. Olay şöyle anlatılmaktadır: “
“ İsrail oğulları Mısır’dan çıkartılırken Firavun ve askerleri tarafından takip edileceği bilgisi de verilmişti. Tam yakalandıklarını sandıkları bir anda Allah Musa (as): “Asanı denize vur kup kuru bir yol olsun” buyurmuş ve selametle karşıya geçmelerini sağlamıştı. Onları yakalamak için peşlerinden gelen Firavun ve askerlerini ise, Allah onların gözlerinin önünde denizde boğmuştu.
“İsrail oğullarını denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: “Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim için bir tanrı yap” dediler. Musa: Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz; Şüphesiz ki bunların içinde bulundukları; yok olmaya mahkûmdur ve yapmakta oldukları şey de batıldır. Allah sizi âlemlere üstün kılmışken ben size Allah’tan başka bir ilah mı arayayım dedi?
Hatırlayın ki, size işkencenin en kötüsünü yapan Firavun’un adamlarından sizi kurtardık. Onlar oğullarınızı öldürüyorlar, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda sizin için Rabbiniz tarafından büyük bir imtihan vardır.” (Araf 7/138-141)
Bundan sonra emniyete kavuşunca Musa (as) halkının yanında kardeşini, Harun (as) bırakarak Tur dağına Rabbinin çağırdığı yere aceleyle ulaşmaya çalıştı. Beklenilen yere varınca Rabbi ona şöyle buyurmuştu:
“Ey Musa; seni, kavminden daha çabuk gelmeye sevk eden nedir? Dedi ki: Onlar benim izim/eserim üzerindedirler. (ve bu anlayışla Peşimden geliyorlar.) Rabbim, hoşnut olman için sana çabucak geldim.
Allah: “Doğrusu biz senden sonra kavmini imtihan ettik. Samiri onları saptırdı” dedi. Bunun üzerine Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü. Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadde bulunmamış mıydı dedi? Şu halde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan vaadinizden döndünüz?
Dediler ki: Biz sana olan vaadimizden kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin (Mısır’lıların) ziynet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Sâmirî de atmıştı.
Bunun üzerine Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya koydu. O (Samiri) ve adamları: “Bu sizin de Musa’nın da ilahıdır, ama o (bunu) unuttu” dediler.”
Görmüyorlar mıydı ki, o heykel onlara ne söz söyleyebilir, ne zarar ve ne de fayda verebilirdi? “Andolsun ki; daha önce Harun da onlara: Ey kavmim; siz, bununla sınanıyorsunuz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahman’dır. Bana uyun ve emrime itaat edin, demişti.”(Taha 20/83-90)
Buna rağmen bu toplum yanlarında Allah’ın elçisi bulunduğu halde nasıl olurda Allah’ı bırakıp da bir heykele tapınmaya kalkışırdı! Bunu anlamak için yeniden Mısır’a dönerek bu kavmin ne halde olduklarına bakmak gerekmektedir.
Yakub ve Yusuf (as)dan sonra haktan uzaklaşan toplum yeniden elleriyle yaptıkları putlara tapmaya başlamışlardı. Mısırlılar Putlarını apis öküzü olarak tasvir ediyorlardı. Musa ve Harun (as) ın tüm gayretlerine rağmen bu halkın içinden pek azı Müslüman olmuştu.
“Biz de Musa ve kardeşine: Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapın, namazlarınızı da dosdoğru kılın. (Ey Musa!) Müminleri müjdele diye vahyettik.“ (Yunus 10/87)
“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” (Yunus 10/83)
Bu ayetler gösteriyor ki İsrail oğullarının çoğunluğu henüz Müslüman olmadan Firavunun zulmünden kurtulmak için Musa ve Harun (as) ile gelmeye razı olmuşlardı. Bu durumlarını ortaya çıkaran olay, yol üzerinde gördükleri bir kavmin ilahları gibi, kendilerine de bir ilah getirmesini istemeleri olmuştu. Bu düşünceyi gören Samiri, Musa (as)ın ayrılışını fırsat bilerek planını uygulamaya karar vererek, bu yarayı kaşımaya başladı. Halkın bu isteğine cevap vererek kendisine bir paye çıkarmayı umuyordu. Bunu bizzat kendisi şöyle itiraf etmektedir:
“Bunun üzerine Musa «Ey Samiri, peki senin amacın neydi» dedi? Dedi ki: «Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp onu atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoş gösterdi.” (Taha 20/95-96)
Buradaki, “onların görmediğini gördüm” denilen şeyin tefsir kitaplarında zikredilen israiliyyaat kaynaklı bilgilere göre Cebrailin Samiri tarafından görülmesi ve devamındaki, “elçinin izinden bir avuç aldım” ifadesinden de “Cebrail’in bastığı topraktan bir avuç alıp potaya atarak böğüren buzağı heykelini elde etmesi” ile bir ilgisi yoktur. Elçiden kasıt Musa (as) izinden eserinden kastedilen ise yine Musa (as) verilen ilahi vahiydir. Bu eserden alınıp atılan ise, “Allah’tan başka ilah yoktur” diye ifade edilen tevhit düşüncesidir.
Burada onların görmeyip Samiri’nin gördüğü şey, halkın sinesinde gizlemiş olduğu Mısır’daki tapınmış oldukları gözleriyle görüp elleriyle dokundukları bir tanrı inancı ve isteği idi. Bunu yaparak onların yanında şerefli bir yer edineceği düşüncesi nefsine hoş gelmişti. Bunun için Elçinin, yani Musa ve Harun (as)ın getirmiş olduğu din anlayışındaki (eserindeki) her şeye kadir olan ve zatını görmek ve dokunmak imkânsız olan Allah inancını, tevhit düşüncesini terk ederek (bir avuç alıp) atarak, onlara görünen ve dokunulan (buzağı heykelinden) bir Tanrı getirmişti. Kabulünü kolaylaştırmak için de :
“Nihayet Samiri onlara böğüren bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Bunun üzerine Sâmirî ve adamları: “İşte sizin de, Musa’nın da ilâhı budur, ama o unuttu” dediler. Onlar görmüyorlar mıydı ki, o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık veremiyor; onlara ne bir zarar, ne de bir yarar vermeye sahipti.” (Taha 20/88-89)
Bu serüvende görülen iki boyut üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Birincisi, iyileşmemiş yaranın ağzı kapanmasına rağmen eğer içinde iyileşmeyen bir kısım varsa, zamanla apse yaparak tekrar nüksedip ortaya çıktığı gibi; sosyal veya kişisel olaylarda da fikren olgunlaşmamış, fikrin tabiatına uygun bir kabule sahip olamamış kimselerin, uygun ortamı bulduğunda mutlaka o çiğlik hükmünü icraya yönelerek gereken tahribatı yaptığını görüyoruz. Genelde bir yapının niteliğe dikkat etmeden aceleci bir yaklaşımla sayısal çokluğa ulaşmak istemesi durumunda bu sonuç kaçınılmaz olmaktadır. Elbette her türlü olumsuzluğun buna bağlanması doğru değildir. Fakat bu ihmalin bu işteki payı büyüktür. Bu nedenle istikrarlı yapılarda keyfiyet ön planda yer almalı; keyfiyetsiz büyümeye fırsat verilmemelidir.
İkincisi ise batılın hakka yaklaştırılarak sureti haktan gösterilmesi durumudur. Samiri, eliyle yaptığı buzağıyı, Musa (as)’nın görüşmeye gitmiş olduğu Rabbi olarak takdim etmesi, gerçeğin hilafına tam bir aldatmacadır. Bu gün de bütün aldatıcıların insanları, Allah ile aldattıklarını görüyoruz(Fatır 35/5) bu günün çağdaş Samirilerinin de halkı aldatmada en sık başvurdukları yöntem budur. İnsanların dini ve dinî duyguları istismar edilerek, siyasi, ekonomik, sosyal konularda hedefleneni elde etmeye çalışmaktadırlar. Bunu hem sistem kullanıyor hem de sistem içi mücadele yöntemlerini kabullenenler.
Kuruluşundan beri İslam’ı alternatifi olarak gören sistem, halka inmede dini ve dinî şiarları başarılı bir biçimde kullanmaktadır. Başarısı, halkın içinde makam ve mevki sahibi kılarak itibar kazandırdığı(!) kimselerin verdiği taktiklerden gelmektedir. Ormanı kesen baltanın sapının ağaç olması misali, bu insanların, sureti haktan görünüp batılda buluşarak rollerini başarılı bir biçimde oynamaktadırlar. Ancak Allah Teâlâ bunlar için de şöyle bir tehditte bulunmaktadır:
Bunlar, insanlardan (hainliklerini) gizlerler de, Allah’tan gizlemezler/gizleyemezler. Oysa O, geceleyin istemediği şeyi kurarlarken onların yanı başlarındadır. Allah, onların yaptıklarını (ilmiyle) kuşatmıştır.
“Haydi, siz dünya hayatında onları savunuyorsunuz (diyelim). Peki, kıyamet gününde Allah’ın huzurunda onları kim savunacaktır? Yahut onlara kim vekil olacaktır?” (Nisa 4/108-109)
Bunların yanında kişisel çıkarlar için kurulan şirketlerin güvenilirliğini artırmak, halkın itimadını kazanmak ve müşteri akınının devamını sağlamak için de benzer yöntemlere başvurduğunu görmek mümkündür. Hayat boyu gönüllerini hoş etmek için işlemiş oldukları günahları affettirmek, iş ve meslek hayatında başarılı olmak, isteyip ulaşamadığı arzularına erişmek için; kutsal yerlere giderek yapılacak dualarla, bunları elde edeceğine olan inancın uyandırılması, “bize gel kurtuluş buradadır” gibi temalar işlenmektedir. Ne kadar seyahat, o kadar sevap! Ne kadar zikir, o kadar himmet! Ne kadar gayret o kadar samimiyet anlayışı hedef gösteriliyor. Herkes halinden memnun aldığından razıdır.
Hiç düşünmüyorlar mı ki, Allah da bizim bu halimizden memnun mu? Yapmış olduğumuz iş, izlediğimiz yol doğrumu? Bizim çıkarımız için, bu insanları sürekli bu işi yapmaya teşvik için yakıştırdığımız bunca hurafenin vebalini taşıyabilecek miyiz? İslam bunlardan ibaret midir? Yapılacak hayır ve hasenat sadece bunlar mıdır? İslam’ı öğrenmek, öğretmek, yaymak ve yaşamak gibi bir mükellefiyetimiz yok mudur?.. gibi bir düşünceye de şiddetle ihtiyacımızın olduğunu bizlere bir hatırlatan olmayacak mı? Elçinin izinden bir avuç alıp atanların yanında elçinin eserini kuvvetle tutanlar da olmayacak mı? Elbette olacaktır. İnsanlık tarihi boyunca da hep olagelmiştir. Allah, dinini yüceltmek için kimseye ihtiyacı yoktur. Fakat yücelmek isteyen insanların Allah’ın dinine ihtiyacı vardır:
“Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter. Ey İnsanlar! Allah dilerse sizi yok eder, (sizin yerinize) başkalarını getirir, O, buna Kadir’dir. Kim dünya nimetini isterse, bilsin ki dünya ve ahiret nimeti Allah katındadır. Allah her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi görendir.”(Nisa 4/132-133)


