Yazılar

Zülum İle Abad olanın Ahireti Berbat Olur

Zulüm denilince insanın aklına birilerine eziyet edip acı çektirmesi gibi can acıtan davranışlar gelmektedir. Zulümden kastımız bu mudur? Hayır, bu da yerine göre zulüm olabilir ama mutlak manada zulüm değildir. Belki yerine göre yapılan bu eylem adaletin tecellisi de olabilir. Örneğin bir mazluma eziyet etmiş olan birine “kısas” olarak aynısının yapılması adaletin tecellisi olur. nitekim dönemin Mısır valisi Amr İbni As’ın oğlu bir kıptiyi kırbaçlamıştı. Hacca gelen Kıpti halifeye bu durumu şikâyet eder ve Hz. Ömer de onun eline kırbacı verir valinin oğlunu kırbaçlatır. Bu nedenle her gördüğümüz eziyet zulüm olmayabilir.

Mutlak zulüm ise, adaletin zıddı olan şeydir. Adalet, “bir hakkı ait olduğu yere koymak” olarak tanımlanabilir. Zulüm ise hakkı ait olduğu yere döndürmemek, koymamak demektir. Örneğin:

“Lokman (AS) oğluna öğüt vererek: Yavrucuğum! Allah’a ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür, demişti.” (Lokman 31/13)

Burada mutlak manada ilahlık Allah Teâlâ’nın hakkı iken, Allah’tan başkasına bu sıfatın verilmesinin büyük bir zulüm olduğu vurgulanmaktadır. Bu kabulün zulüm olmasının sebebi ise, İlahlık hakkını Allah’tan başkasına vermek veya Allah’ın sıfatlarından birini veya bir kaçını başka bir nesneye –şahsa vermiş olmaktır. Yani Allah Teâlâ:

“Eğer yer ile gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de muhakkak fesada uğrar yok olurdu. O halde Arş’ın Rabbi olan Allah, onların vasfetmekte oldukları şeylerden beridir, münezzehtir.” (Taha 20/22) buyurmaktadır.   Bir de “sadece bana kulluk edin ve sadece benden yardım isteyin” (Fatiha 1/5) ifadelerine rağmen; onunla birlikte bir ilah daha edinmek, Allah’a olan güven ve iman duygularını zedelemektedir. Külli şeyin âlim ve gadir olan Allah’a acziyet ve cehalet izafe edilmektedir.

Zulüm, sadece bunlarla sınırlı değildir. Allah’ı hiç tanımayıp kendisini yeryüzünün ilahı zanneden en büyüğünden en küçüğüne kadar müstekbirler ve onları temsil eden şahsiyetlerin, hem kendi halklarına hem de tüm müstezaflara yapmış oldukları muamele zulümdür. Kendi halkları bizzat olaya müdahil olmasalar da onlara bu gücü ve imkânı veren taraf olmalarından dolayı, yapılan tüm zalimliklerden payidar olacakları muhakkaktır. Bugün tüm dünyada ve bilhassa halkı Müslüman olan ülkelerde bu insanlara reva görülen muamele; ellerinden alınan yerüstü ve yer altı zenginlikleri sömürülerek, onları yoksulluk ve sefalete maruz bırakmalarının yanında; insanî bir muameleden ve haktan hakikatten uzaklaştırmaları, onlara yapılan zulmü katlamaktadır. Bunların yanında o halkların içinden işbirlikçi olarak onlara yardım edenlerin sırtlarını  “efendilerine dayayarak kendi halkına yaptıkları muamele işgalcileri aratmayacak durumda olduğundan, bu insanları daha derinden yaralamaktadır.

Ulus devletlerin kendi halklarını çeşitli entrikalarla uyutup avutarak, Allah’a kulluğu unutturup resmi ideolojiye kul etmeleri de, zulmün zalimliğin bir başka versiyonudur. Bu insanlara daha sofistike yöntemlerle yaklaşmaları zulmün niteliğini değiştirmemektedir. İnsanlara Allah’ın indirdiği hükümlerle hükmetmemek başlı başına zulümdür. Çünkü “Hakk’ın” ne olduğunu ve hangi hakkın kime ait olduğunu belirleyen ve kendi belirlediği yere konulmasını isteyen de Allah’tır. Hak ait olana verilmediği ve ait olduğu yere konulmadığı zaman yapılan iş kimin lehine kimin aleyhine olursa olsun zulümdür. Bu nedenle küresel müstekbirlere zalimlere kızarken, ferdi manada kendimizi, aşiretimizi, ulusal anlamda kendi toplumumuzu temize çıkaramayız. Yaptığımız her yanlışın ucunun bize de dokunacağını bilmemiz gerekmektedir. Sünnetüllahın gereği zulüm daima karşı zulmü doğuracaktır. Bizleri haktan uzaklaştıran her adım bilelim ki hakkın zıddı olan batıla, küfre ve zulme yaklaştırmaktadır. Bunun için Rabbimiz:

“Andolsun ki biz, sizden önce nice nesilleri, zulümleri sebebiyle helak ettik.” (Yunus 10/13)

“Biz onları günahları sebebiyle helak etmiş ve Firavun ailesini suda boğmuştuk, onlar hep zalimlerdi.” (Enfal 8/ 54)

“Biz halkı zalim olan nice memleketleri kırıp geçirdik, onlardan sonra da başka topluluklar meydana getirdik.” (Enbiya 21/ 11)

“Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle işledikleriniz yüzündendir. (Bununla beraber) Allah çoğunu da affetmektedir.” (Şura 42/30) buyurmaktadır.

Bir de işin ferdi boyutunu ele alarak günlük hayatımızda yaptıklarımızı düşünelim. Önce kendi nefsimizle alakalı olanlarından başlayarak bir günümüzü, bir haftamızı, bir ayımızı ve bir yılımızı değerlendirelim. Bu zaman içerisinde yaptığımız işlerde hakkı ve adaleti yerine getirebildik mi? En azından bunun kaygısını duyduk mu? Kendi hakkımızı gözettiğimiz gibi başkalarının haklarını da gözettik mi? Kendi menfaatimizi istediğimiz gibi başkalarının menfaatlerini de istedik mi? Kendi evlatlarımız için duyduğumuz kaygıları diğer evlatlar için de duyduk mu? Kendi namusumuzun korunmasını istediğimiz gibi başkalarının namusunun korunmasını da istedik mi? Kendimiz için cenneti istediğimiz gibi tüm insanlık için de istedik ve buna yönelik bir adım attık mı? İlânihaye bunları çoğalta biliriz…  “Müslüman kendisi için istediğini din kardeşi için de isteyendir” tanımını yapan peygamberimiz (as) olduğunu bilmeyenimiz yoktur.

Gelelim rutin işlerimizdeki yapmış olduğumuz zulümlere: Arabaya bindiğimiz zaman trafikte ihlal ettiğimiz her trafik kuralında, Park yerinde yaptığımız uygusuz park ile birilerini saatlerce beklettiğimizde, yerli yersiz çaldığımız kornalarla insanların hastasını, uykuda olan bebek ve yetişkinlerini nasıl rahatsız ettiğimizi,   evimizde komşularımızı hesaba katmadan yapmış olduğumuz davranışlarımızda, bize yapılan hizmetin karşılığını, işçimizin, borçlumuzun hakkını zamanında ödemediğimizde, gittiğimiz yolu, yaşadığımız çevreyi, piknik yaptığımız mekânı attığımız çöplerle kirlettiğimizde, mescide girdiğimizde boş bulduğumuz yere oturmayıp insanları çiğneyerek ilerlediğimizde,  Kâbe’de bile çağıra bağıra dua ederek diğer insanların huzur ve huşuunu kaçırdığımızda, yanımızda işlenen yanlışlara müdahil olmayıp sessizliğimizi koruduğumuzda, doğrusunu bildiğimiz halde gerçeği gizlediğimizde ve daha sayamadığımız bir dizi yanlışlarımızda da öncelikle kendimize sonrada ilgili olan insanlara zulmettiğimizi hiç düşündünüz mü?

Şapkamızı” önümüze koyup bunları da düşünelim, düşündürelim istiyoruz. Biz adil olmadan başkalarının adil olmasını beklemek; kendimiz düzelmeden dünyanın düzeleceğini zannetmek, sadece kendimizi aldatmaktan başka bir şey olmayacağını bilmemiz gerekmektedir. Bir toplumun değişmesi için Rabbimizin koymuş olduğu yasa şudur:

“Bir millet kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe; Allah da onların üzerindeki hükmünü değiştirmez. Gerçekten Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 8/53) Bu nedenle önce toplumun bulunduğu hali değiştirmesi gerekmektedir. Allah’ın yasası budur. Önce kul lehine veya aleyhine olacak şeyi isteyecek, bu konuda eyleme geçecek, Allah ta verecektir.

Elbette zulüm, hüküm anlamında adaletin zıddı olarak nitelendirildiği gibi sevabın meşruluğun karşıtı olan günah anlamında da kullanılmaktadır. Bu nedenle her günahkâr zalimdir, fakat her zalim müşrik, kâfir münafık değildir. Şöyle de söylenebilir: Her müşrik, kâfir, münafık ve ateist zalimdir ama her zulmeden kâfir, münafık, müşrik veya ateist değildir. Rabbinin emrini ihmal edip günah işleyen bir Müslüman da zulmettiğini, zalim olduğunu söylemesine rağmen Müslüman olmaktan çıkmaz. Nitekim Âdem (as) ilk hatasını yaptığında Rabbine şöyle dua etmişti:

“Eşiyle birlikte,  Ya Rabbi! Biz nefsimize /kendimize zulmettik. Eğer bize acımaz ve bizi bağışlamazsan hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (Araf 7/23)

Buradaki zulüm günah anlamındaki zulümdür. Her insan kazandığı günahla kendisine zulmetmektedir. Çünkü işin sonunda hesabını kendisi verecektir. Cenneti isteyende cehennemi isteyende insanın kendisidir.

“Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz» diyenlerin sözünü Allah işitmiştir. Onların (bu) dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!” “Bu, sizin ellerinizin dünyada iken yaptıklarınızın karşılığıdır. Yoksa Allah, kullarına asla zulmedici değildir.” (Ali İmran 3/182-183)    “

Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür. Fertlerin ve toplumların yükselmesi, alçalması, felâhı ve helâki iyi veya kötü davranışlarına, meşru veya gayri meşru bir hayat yaşamalarına bağlıdır. “Kullar hak eder, Allah ise halk eder” sözü toplumda bir deyim olarak kullanılmaktadır. Rabbimizde: “Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kazandığı kötülük de kendi zararınadır.” (Bakara, 286) buyurmaktadır. Bu nedenle “zulüm ile âbâd olanın ahiri berbat olur” sözü gerçekleşmiş olmaktadır.

Zulmeden de zalim olanda insanın kendisidir. Varılan neticede kimsenin bir dahli olmayıp kedi tercihinin sonucudur. Biz mazlumluğu tercih edelim ki, Allah’ın nusratı ve rahmeti bizim yanımızda olsun. Son söz Rabbimizindir:

“Bir kötülüğün cezası yine onun gibi bir kötülüktür, ama kim affeder, bağışlarsa onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah, zalimleri sevmez.” (Şura 42/

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir