
Peygambersiz İslam’ı Anlama Handikapı
Son zamanlarda özelliklede son elli yılda moda haline gelen peygamber siz İslam’ı anlama ve yorumlama sapkınlığına benim şahit olduğum gibi sizlerde şahit oluyorsunuz. Bizler ve bizim gibi düşünen kardeşlerimizin yıllarca efendim bunlar peygamberi hafife alıyorlar sünneti inkar ediyorlar, hadise ise hiç sıcak bakmıyorlar gibi haksız ithamlar ile suçlandığımızı bir daha hatırlatmakta fayda var. Oysa kardeşlerim şunu açık ve net olarak ifade etmeliyim ki peygamberleri hafife alan insan İslam ile olan ilgi ve alakasını kesmiş olur. Peygamberleri yanlış anlayanların Allah’ın dinini doğru anlamaları kesinlikle mümkün değildir. Özelliklede Peygamberi doğru anlayan Kuran’ı doğru anlar peygamberi yanlış anlayanların Kuran’ı doğru anlamaları kesinlikle mümkün değildir. Sözlerimi çok iddialı bula bilirsiniz. Fakat unutmayalım ki Allah göndermiş olduğu bütün vahiyleri içimizden bizler gibi bir insan olan elçilerinin şahsında uygulatmış sonrada kavimlerine o elçilere mutlaka uymalarını onlardan istemiştir. Unutmayalım ki elçiler gönderildikleri yerlerde kendilerini elçi seçen makamı temsil ederler o makam adına söz söyleyip icraat yaparlar. Bundan dolayıdır ki elçiye karşı gelmek veya inkar etmek elçinin gönderildiği makamı ret ve inkar anlamına gelmektedir. Bundan dolayı elçilere diğer bir ifade ile peygamberlere iman etmek kâmil bir mümin olmanın olmaz ise olmaz şartlarındandır. Burada bizler daha çok elçinin cisminden çok ona gönderilen mesajın vahyin önemine vurgu yapmak istiyoruz. Zira elçilerde belirli bir dönem yaşamışlar ve yaşamlarının sonucunda da her insan gibi rablerine kavuşmuşlardır. Fakat onların temsil etmekle veya tebliğ, tebyin, tatbik etmek ile görevlendirildikleri din hakkında ki görüş ve Kanaatları bizler için önemlidir ve bağlayıcıdır
Sizlerin de bildiği gibi Kuran indirilmiş olduğu toplumun dilinde onlara sunulan Arapça bir metinden oluşmaktadır. Şayet peygamberi ve onun anlayışını devreden çıkarır yok sayar iseniz işte o zaman dinde parçalanmanın bölünmenin, fitnenin, tefrikanın ve İslam’ı hayatın dışına atmanın da önünü açmış olursunuz. Zira önünüzdeki örnek insanı saf dışı bıraktığınız zaman elinizde kalan arapça bir metindir onu da efendim buradaki zamir ona değil şuna Raci’dir, buradaki vav atıf değil vavı takibiye, veya bu cümlede özne insan değil başka bir şey kast ediliyor diye ittifak edilmesi gereken kitabın üzerinde ihtilaflar ve şüpheler uyandırmış olursunuz. Bunun neticesinde ise her insan kadar din ve dini olduğunu zannettiğimiz görüş ve anlayışlar ortaya çıkar. Rabbimizin şu nezih ifadesi ile kendisinde çelişki olmayan din tam bir çelişkiler yumağına döner. “ Onlar hala Kuran’ı derinlemesine inceden inceye düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, kuran Allah’tan başkası tarafından indirilmiş olsaydı , onun içerisinde bir biri ni tutmayan bir çok çelişki bulurlardı.” (Nisa-82) Allah’ın gönderdiği elçileri saf dışı bırakarak yok sayarak dini, Kuran’ı anlamaya çalışmak ihtilafların kapısını sonuna kadar aralamak ve açmak demektir. Bizden önceki kitap verilenler hepinizin bildiği gibi önce peygamberlerine bakışlarını bozdular daha sonrada kendilerine gönderilen kitapları bozdular. Şöyle ki: Onlardan bir kısmı Allah’ın elçilerini Allah’ın oğulları gibi kabul ettiler: Üzeyir Allah’ın oğludur, İsa da Allah’ın oğludur dediler şüphesiz böyle diyenler kafir olmuşlardır. Yani bir şekilde peygamberleri insani konumlarından alıp beşer üstü özellikler vermeye çalışanlar aslında peygamber siz bir din anlamaya çalışanlardır. Bu anlayış kökten yanlış ve sakat bir anlayıştır.
Allah, insanlar için göndermiş olduğu elçilerini insanlar arasından seçip gönderdiği bir insan olarak takdim etmiştir. Bunun anlamı Allah’ın vahiyleri ancak bir insan şahsında ve hayatında uygulanıp tatbik edile bilir. Bu durum dinin anlaşılmasında önemli bir köşe taşıdır. “Yemin olsun ki, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün. O, müminlere karşı çok şefkatlidir.” (Tevbe-128) Evet, bizler gibi bir insan fakat bizden tek farkı rabbimizden vahiy almış olmasıdır. Onları farklı kılan yönleri de zaten burasıdır. Elçiler birer postacı değildirler. Onlar dinin anlaşılmasında önemli birer mihenk taşıdırlar. Bunun böyle olduğunu son elçi Hz. Peygamber üzerinden bir örnek ile açıklamaya çalışalım:
-Allah resulünün ahlakını soran bir grup sahabeye onun muhterime eşi Hz. Ayşe validemizin verdiği cevap çok çarpıcı ve düşündürücüdür.
-Ya Ayşe bize Allah resulünün ahlakından bahseder misin?
– Ayşe validemiz Resulün ahlakı kurandı. Siz hiç Kuran okumuyor musunuz? Diye cevap vermesi çok enteresandır. Burada ki okumaktan kastın o metinde söylenmek veya anlatılmak istenen manaya vakıf olmanın kast edildiğini sanırım söylemeye gerek bile yoktur. Çünkü Allah’ın bütün elçileri aldıkları vahiylerin yürüyen halleri idiler. Diğer bir ifade ile vahyin ete ve kemiğe bürünmüş halleri idiler. Peygamberlerin dindeki konumunu veya peygamber siz din anlamaya veya anlatmaya çalışanlar bu hareketleri ile İslam’a ait ne kadar kutsal var ise onu da tartışmaya açarak ümmetin vahdetini parçalamaktadırlar. Peygamberleri tartışanlar peşinden vahyi, Kuran’ı sonunda da Allah’ın yetkilerini tartışmaya açmaktadırlar.
Peygamber siz din anlayışının esas gayesinin ne olduğunu bize şu ayet net olarak açıklamaktadır ve bu tür insanların gerçek niyetlerini ortaya koymaktadır: “ Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki o inkâr edenlerin söyledikleri elbette seni üzüyor ve incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler bilebile kasten Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorlar.” ( Enam-33) Allah’ın bu ayeti peygamberi dinin anlaşılmasında önemsiz, yetkisiz, etkisiz gösterme gayreti içerisinde olanların art niyetlerini ve gerçek amaçlarını ortaya koymaktadır ki: o da Bir sonraki safhada Allah’ı ve gönderdiklerini tartışmaya açmaktır. Allah’ı tartışmaya açmaktan kastımız onun yetkileri ve otoritesidir. Mesela hüküm koyma ve hâkimiyet söz konusu olunca efendim İslam’ın devlet ve otorite olmak gibi bir talebi yoktur. Allah bu sahayı alanı yarattığı insanoğluna bırakmıştır türünden iddia ve görüşler ile toplumun karşısına çıkabilmekteler. Oysa Allah’ın son elçisi salat ve selam bütün elçileri üzerine olsun Medine’ye varır varmaz öncelikle devlet ve otorite olmanın gereği ne ise onu yapmış ve Medine İslam devletini kurmuştur. Peygamberleri yok sayarak veya hafife alarak ne İslam ne de onun kitabı Kuran’ı anlamak mümkün değildir. Bunları söyler iken birilerinin yaptığı gibi peygamberleri ilahlaştırmak veya Allah’ın ortakları konumuna getirmek gibi vahim bir hatada yapmak istemiyoruz. Zira peygamberler insan olmaları yönüyle yani biyolojik anlamda bizler gibi birer insan olup yerler içerler uyurlar evlenirler ve her insan gibi sonrada ölüm acısını tadıp rablerine kavuşurlar. Birilerinin dediği gibi: “Arafat yüce bir dağdır inanın Muhammed ölmedi sağdır” diyecek kadarda peygamber tapıcılığı yapmaz/ yapmamalıyız. Bu gün yukarıda verdiğimiz örnekten daha kötü ve saçma örnekleri sizlerde biliyorsunuz. Bu gün konjonktür gereği pareler kabul edilip hayat hakkı tanınmayan malum cemaatin meşhur Türkçe olimpiyatlarına şarkı ve türkü dinlemeye gelen ve kutsanan! Peygamber adına söylenen yalanları unutmuş değiliz.
Evet, peygamber muhatapları niçin peygamberi saf dışı veya yok sayarak Allah’ın gönderdiği dini anlamaya çalışırlar? Bunun da cevabını peygambere indirilen o kitaptan okuyalım. “Yemin olsun ki, Musa’ya kitabı (Tevrat’ı) verdik. Ondan sonra peş peşe peygamberler gönderdik. Meryem oğlu İsa’ya mucizeler verdik. Onu Ruhu’l Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip onların bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi? ((Bakara-87)
Biz insanoğulları bizlere bir şeyler söyleyen veya isteyen muhatabımızın bizler tarafından hoşumuza gidecek veya beğeneceğimiz şeyleri söylemesini ümit eder ve bekleriz. İsteriz ki konuşmacı bizlerin beğeneceği şeyler söylesin. Bu duyguyu insan fıtratından söküp atıp yok sayamazsınız. Allah’ın elçilerinin tamamı kendilerine vah yedilenleri muhataplarına götürmüşlerdir. Yani onlar kutsal metinleri seslendiren, canlandıran, sahneleyen, ayrıca konuşturan birer canlı özelliklede yürüyen Kuran idiler. Sizlerin de bildiği gibi metinlerin bir değer ve anlam ifade etmesi elçiler ile mümkün hale gelmiştir. Yoksa bir kutsal metnin veya başka bir metnin kendi başına bir yaptırım içermesi pek mümkün olmamaktadır.
Metnin içerisindeki emir ve yasaklar metnin kendisine indirilen elçi tarafından canlandırılır yoksa bu gün de olduğu gibi sadece okunur ve insanlar hayatında hiçbir yaptırımı veya etkisi olmayan bir kitap haline gelir. Bu gün sıkıntı peygamberin örnek alınamaz konuma getirilmesi veya örnek alınamayacak kadar onun basite alınmasıdır ki bu iki durumda Müslüman toplumun hayatın dışına atılması ve dünyadaki konumlarından uzaklaşıp her türlü iddiasını kaybetmesi anlamına gelmektedir. Eğer sadece Kuran yeterli olsa idi Peygamber sav. Medine’ye Kuran’ı gönderir kendisi oraya hicret etmez idi. Fakat durum tam bunun tersi oldu. Kendisi bizzat oraya kadar giderek bu tevhidi mücadelenin başkomutanı oldu. O Kuran ayetlerinin emrettiği şekilde siyasetini ve politikasın oluşturdu. Çünkü Kuran durmayı değil ondan ve bizlerden hep koşmamızı ve koşturmamızı istemektedir. Kuran peygamber üzerinden dünya ve ahirete yönelik siyaset ve politikalar üretir. Onun ilkeleri peygamber ile hayat bulur ve uygulana bilir hale gelir.
Evet, Kuran devlet ve otorite olma hedefini peygamberleri üzerinde bizzat uygulamak suretiyle gerçekleştirmiştir. Allah’ın elçisinin Medine’ye varması ile birlikte bu ilke yavaş yavaş uygulama alanı bulmuş ve nihayetinde kısa bir süre sonrada nihai hedefine ulaşmıştır. Peygamberi yok sayar veya hafife alır iseniz o zamanlar şunu rahatlıkla söyleye bilirsiniz: “İslam’ın devlet olma gibi bir isteği ve arzusu yok. Kuran herhangi bir devlet modeli önermez veya yönetim şeklinizin ne olduğu çokta önemli değildir” gibi yanlış çıkarımlara veya sonuçlara varmanız kaçınılmaz olacaktır. Bu düşünce sahiplerini hem bu dünyada hem de ahirette kaybedenlerden olmaya mahkûm edecektir. Bunun canlı örneği şu an yaşadığımız dünyada çok rahat görülmektedir.
Bir zamanlar İslam ile şereflenen ve onu hayatlarının kanunları yapıp uygulayan topluluklar tarihte eşine az rastlanır bir başarı elde etmişler. Tarihin ve zamanın oluşumunda özne konumuna gelmişler. Allah’ta onlara devlet ve otorite olma imkanı sağlamıştır onlar hayatın öznesi iken bu gün İslam’ı hayatlarından kovan topluluklar ise hayatın nesnesi konumuna düşmüşlerdir. Tekrar eski konumlarına gelmeleri de hayatlarının dışına attıkları Kuran’ı hayatlarının merkezine koymalarına bağlıdır. İşte o zaman kendileri için vade dilen başarıda gelecektir. Kıymetli kardeşlerim Kuran’ın içerisindeki her emir ve yasak Allah’ın elçilerinin şahsında yaşanıla bilir hale gelmektedir. Bununla ilgili bir örnek daha vermeye çalışacağım sanırım o zaman maksadımı daha net olarak sizler ile paylaşmış olurum.
Mesela, biran peygamberin veya peygamberlerin yok sayıldığı veya hafife alındığı bir anlayışla ticaret. Alış veriş konusunu irdeleyelim. Son örnek olması açısından yine son elçiyi örnek vermek istiyorum. Şöyle ki: Kuran’ın inmiş olduğu Mekke toplumunda ticaret yapılmaktadır ama ticaretin kurallarını insan aklının ürünü olan kanunlar belirlemektedir. Bundan dolayı da yaptıkları ticaretin ana eksenini faiz oluşturmaktadır. Bundan dolayı da ticarette faiz gibidir demek suretiyle kendilerine göre yaptıkları yanlış bir işe kılıf bulmaya çalışmaktadırlar. Kuran bu konuda kesin tavrını ortaya koyarak faiz ile yapılan her türlü alışverişi kesinlikle haram kılmıştır. Hatta bu emir geldikten sonra faiz ile alış veriş yapan, faiz alan veya verenlerin durumları karınlarına ateş dolduranların veya Allah ve peygamberinin onlara savaş açtığı kimselerin durumlarına benzetilerek olayın vahameti ortaya konmaktadır. Şimdi sormak lazım Kuran’ın faiz ile ilgili uygulaması kimin şahsında uygulama imkanı bulmuştur? Peygamber sayıları yüz binleri bulan Müslümanların huzurun da faizi Allah’ın haram kıldığını kendisinin de buna kesin olarak iman ettiğini hatta en yakınların dan başlayarak bu iğrenç olayı yasakladığını ve ayaklarının altına aldığını ilan etmemişmidir.?
Sonuç olarak şunları net olarak söylememizin sanırım bir sakıncası yoktur:
a)Kuran’ı doğru anlamanın yolu peygamberi doğru anlamaktan geçmektedir.
- b) Peygamberi yanlış anlayanların Kuran’ı doğru anlamaları mümkün değildir.
- c) Peygamber siz din anlaşılmaz ve yaşanmaz. Allah’a emanet olunuz.


