GenelMektuplara Cevap

Gençliğin Cesareti Cehaletindendir !!!

Yusuf Hür Uludoğan /Tokat :Soru: Arkadaşlar ile aramızda bazı konuları tartışırken içlerinden ateist takılan biri şöyle bir soru sordu: “Din ne diye var ki? Din olmadan olmaz mı hayat yaşanmaz mı yani? Bak benim öyle bir sorunum yok keyfimce yaşayıp gidiyorum” dedi. Bu durumda nasıl bir cevap vermemiz gerekir?

Cevap: Din bu toplum tarafından doğru tanımlanıp doğru anlaşılmadığı için ne olup olmadığı da bir türlü doğru olarak anlaşılmadı. Din en kısa ve özlü tanımıyla hayat tarzı/yaşama biçimi demektir. Hayat var ve yaşanıyorsa, din olmak zorundadır. Din denilince bizim insanımızın aklına Allah’ın insanlığa elçileri ile göndermiş olduğu İslam gelmektedir. Hâlbuki doğrusu ve yanlışı; hak ve batılı ile ne kadar yaşam biçimi varsa hepsinin adı dindir. Aynen elmanın sağlamı da çürüğü de elmadır. Çürük olduğu için armut olmuyor. Çürükte olsa, sağlam da olsa ona elma denildiği gibi; dinin de doğrusu da din eğrisi de dindir. Hiçbir mukaddesi olmayan, hiçbir şeye inanmayanın inanmama inancı da bir dindir.

Nasıl olacak bu derseniz düşünelim; böyle inanan insan da yaşadığı sürece yiyecek, içecek, giyecek, barınacak, insanlarla münasebetleri olacak, bir şeylere sahip olmak isteyecek, diğer insanlarla birlikte yaşayacak, onların istekleri ile bunun istek ve ihtiyaçları çakışacak, aralarını bulmak için bir hukuka ihtiyaç duyacak, herkesin sahip olduğu hak ve hukuku belirleyecek birileri olacak…. İla ahir hayatın her türlü problemini çözmek, kendi razı olduğu hayat tarzını başkalarına kabul ettirmek için bir mücadele edecektir. Çünkü dünyada yaşayan tek insan kendisi değildir.

Buna niçin mecburdur derseniz;  hayatı ve içinde bulunduğumuz kâinatı istediği özellik ve güzellikte dileyip yaratan Allah; insanı da belli özelliklerde yaratmıştır. İnsan dediğimiz varlık içgüdü ve uzvi ihtiyaçlar ile muallel muhtaç bir varlık olarak yaratılmıştır.

Uzvi ihtiyaçlar: yemek, içmek, teneffüs etmek, uyumak ve defi hacet etmek gibi beş ihtiyaçtan ibarettir. Bu ihtiyacı veren Allah, bunları nasıl tatmin edip doyurulacağını da insana sevki tabii yoluyla öğretmiştir. Annesinden doğan küçük bir bebek, acıktığı için tuttuğu şeyi ağzına götürmesi bundandır. Yeme ihtiyacı ile yaratılan insana yenilecek gıdaları ve yediğini sindirecek organlarını da yaratmıştır. Teneffüs edecek havayı yarattığı gibi; teneffüs edecek nefes borusundan akciğerlerine kadar teneffüs edeceği organları da yaratmıştır. Kısaca bu konuda insanın bir eksiğini bırakmadan tüm ihtiyaçlarını karşılamıştır. Bu ihtiyaçların ortak bir özelliği:  Bu ihtiyaçlar karşılanmadığı zaman hayat devam etmez, hayat son bulur. Bu nedenle insan, bu konuların hiç birisine itiraz edecek imkâna sahip değildir. Hazır bulduğu bunca nimeti kullanır ama hiçbir zaman bunları yeterince düşünmemiştir. Ama yaratan bunları asla ihmal etmemiş; hepsini yerli yerince yaratmış ve insanı donatmıştır. İnanç ve düşünceniz ne olursa olsun bu ihtiyaçlardan beri olmanız mümkün değildir.

Bunların bir başka ortak özelliği ise uyarıcıları içtendir. Suyu görmeden de su içmeye ihtiyacı duyarız. Yemeği görmesek de acıkırız. Havanın temizini de kirlisini de teneffüs etmeye mecburuz. Tuvaleti görmesek te ihtiyacımızı gidermek isteriz. Yatağı görmesek de uykumuzun gelmesine mani olamayız. Bu konularda yaratanın kanunlarına itirazsız uyarız. Uymak zorundayız çünkü başka çaremiz yoktur. Diyebilir miyiz ki, ben bu ciğerlerimle hava almayı istemiyorum kulaklarımla hava alacağım? Yahut yeme işlemini sindirim organlarıyla yapmayacağım? Böyle bir alternatifimiz yoktur.

Allah Teâlâ’nın insana vermiş olduğu özelliklerin ikincisi ise içgüdülerdir. Bunları da şöyle sıralaya biliriz: Nev’î içgüdüsü, Beka içgüdüsü ve perestiş/ tapınma İçgüdüsü’dür.

1-Nev’î içgüdüsü: İnsan, kadın ve erkek diye iki farklı özellikte yaratılmıştır. Bu nedenle kadın erkeğe, erkek de kadına karşı ilgi ve ihtiyaç duyacak özelliğe sahiptir. İşte karşılıklı bu duyguya nev’î içgüdüsü denilmektedir. Sağlıklı olan her insan bu özelliğe sahiptir. İnsan neslinin devamı da bu yolla olacaktır.

2-Beka içgüdüsü: İnsanın hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu şeylere sahip olma duygusudur. Çocukların dikkatini çeken bir nesneyi tutup kendine doğru çekmesi, tuttuğu bir şeyi bırakmaması bu duygunun tezahürüdür. Büyümesine paralel olarak sahiplenmek istediği şeyler de yaşına, çevresine ve hayata bakışına göre değişecek ve gelişecektir.

3- Perestiş / tapınma içgüdüsü: insanın benliğine ilham edilen “Fucur ve Takvanın” sonucu olarak bir şeyin üstünlüğüne inanma ve sığınma duygusudur. Bu nedenle insanoğlu ilk günden itibaren bu duygusunu tatmin etmek için bir şeylere inanma, tapınma ihtiyacı duymuştur. Taştan kuşa, güneşten yıldıza, ateşten şeytana varana dek birçok varlığa tapınmıştır. Yerde ve gökte bulunan bütün varlıklar Allah’ı tespih etmelerine rağmen özellikle insan ve cin için ayrıca bu vurgu yapılmıştır:

“Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ı tespih etmektedir. O, üstündür, hikmet sahibidir.” (haşr 59/1)

“Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” “Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni doyurmalarını da istemiyorum.”  “Şüphesiz rızık veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah’tır.” (Zariyat 51/56-58)

Yaratan kendisine kulluk etmek üzere yaratmış olduğu bir varlığı tapınma ihtiyacı ile yaratmamış olsaydı insandan inanıp ibadet etmesini istemek zulüm olurdu.

Özelliklerini saymaya çalıştığımız insan ihtiyaçlarını ve içgüdülerini tatmin için var olduğu sürece bu hayatı tercih edeceği bir din’e / yaşam tarzına göre yaşamaya / bu ihtiyaçlarını tatmin etmeye mecburdur. Hiçbir insan bunun dışında kalamaz. Yaşadığı hayatı ister kendine göre, ister Allah’a göre, isterse şeytana göre yaşasın bunun adı dindir /yaşama biçimidir. Onun için insanın dinsiz olması mümkün değildir. Bu dinin, hak-batıl, doğru- yanlış, sağlam-çürük olması din olmasına mani değildir. Ancak bir şeyin din olması doğru hak ve Allah tarafından da kabul edileceği anlamına gelmez. Çünkü Allah indinde kabul görecek dinin sadece İslam olduğunu ilan etmiştir. (Maide 5/3)

Furkan suresi 43. Ayetinde: “Heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?” buyrulduğu gibi; kendi istek ve arzularını kendine ilah edinen bir kimse; daha ismi konulmamış kendi dininin mensubu olduğunun farkında olmalıdır. İşte insanların hiçbir kural tanımadan “özgürce yaşamak” diye tanımlamaya çalıştıkları hayat tarzını Kur’an, hevasını İlah edinen bir din anlayışı olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle, hayatın kurallarını kim belirliyorsa, yaşanan hayatın ilahı odur. Bu hayatı yaşayanlar da onu ilah edinmiş kullardır. Bu konuda Kur’an’ın tespit ettiği şu üç ayeti birlikte okuyalım:

“Heva ve hevesini ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan 25/43)

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh’i (İsa’yı) rab edindiler. Hâlbuki onlara da tek ve bir olan ilâha kulluk etmeleri emredilmişti. O’ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehli kitap! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım; O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz Müslümanlarız deyiniz.” (Ali İmran 3/64)

Görüldüğü gibi birinci ayette insan kendi isteklerini ilah edinirken; ikinci ayette ise, Rahiplerini, hahamlarını, hocalarını, liderlerini ve nihayet Nebilerini rab edindikleri dile getirilmektedir. Üçüncü ayette ise; insanların bir kısmı bir kısmını ilah edinerek onların belirlediği yaşam biçimini din, belirleyenleri de ilah edinmiş olmaktadırlar. Bunun anlamı ise: Her gurup hayatı, ilah edindikleri kimselere göre yaşayacak; rablerinin dini üzere olacaklardır. Hal böyle olunca her hal ve karda bir din üzere olacaksak neden İnsanı, Hayatı ve kâinatı yaratan, bize insan olma şerefini veren Allah’ın dini üzere olmayalım? Bizi eksiksiz yaratan; yiyeceğimiz ekmeği, içeceğimiz suyu, teneffüs edeceğimiz havayı, gönlümüzün huzura kavuşacağı eşi, midemize dokunmayacak yiyecekleri fıtratımıza uygun olarak yaratan Allah; kime nasıl kulluk edeceğimiz konusunda mı yanıldı diyeceğiz. Asla yanılmayan Allah, insandaki tapınma duygusunu da doğru tatmin etmemiz için ilk insandan itibaren göndermiş olduğu elçiler eliyle razı olacağı yolu ve razı olacağı dini insanlığa göndermiştir. Bu dinin adına İslam, kabul edip yaşayana da Müslüman ismini vermiştir. İnsanoğlunun, neslinin ve nefsinin huzur ve saadeti, sağlık ve sıhhati Rabbinin hükmüne teslim olması ile mümkündür.

Beka iç güdüsünü, ihtiyacı olan mal ile, Nevi içgüdüsünü kendi cinsinden olan eş ile tatmin eden Allah; İnanma, sığınma, dayanıp güvenme, korkup itaat etme ve huşu ile ibadet etme ihtiyacı olan perestiş iç güdüsünü de Elçileri aracılığı ile vahyederek doğru bir biçimde tatmin etmiştir. Akıl vahiy ile desteklenmediği zaman doğruyu bulamaz. İçgüdüler doğru tatmin edilmediği zaman hayatta huzur olmaz. Sahip olacağımız malı nasıl kazanacağımızı, eş seçimini kimler arasından yapabileceğimizi ve aciz kaldığımızda kimden yardım isteyeceğimizi, korktuğumuzda kime sığınıp dayanacağımızı, sevgi ve saygımızı nasıl göstereceğimizi vahyin yol göstermesi olmadan doğru olanı bilmek asla mümkün değildir. İşte zayıf yaratılan insanın bu konudaki zafiyetini Allah Teâlâ, vahiy ve elçi desteği ile çözerek insanlığı ebedi huzura kavuşturmuştur.

“…Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip-beğendim…”(Maide 5/3)

“Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık/ düşmanlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah’ın ayetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah’ın hesabı çok çabuktur.” (Ali İmaran 3/19)

“Kim, İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette de kaybedenlerden olacaktır.” (Ali İmran 3/85)

Kaybetmek isteyenlere sözümüz yoktur. Ama kazanmak istiyorsak vahyin ışığına ihtiyacımız olduğunu yeniden hatırlatmak istiyoruz. Çünkü doğrular asla değişmez, değiştirilemez. Bu nedenle ilk insandan beri; dinin muhatabı akıl, aklın rehberi ise vahiy olma gerçeği hiçbir zaman değişmemiştir

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı