GenelYazarlardanYazılar

“DERİN”LERİN İKTİDAR SAVAŞI…

Algılara gerçekler arasında her zaman bir fark söz konusudur. Ama gerçeklerden uzaklaşıp algılarla siyaset yapmak, toplumları manipule ederek kontrol etmek, özellikle değişim ve dönüşüm süreçlerinde öne çıkmaktadır. Yaşananlar da büyük oranda bu minval üzeredir…

Hitler’in propaganda sorumlusu, meşhur GOBELS’den ilham alanlar bugün de algılar üzerinden toplumları yönlendirmek istemektedirler… Ne diyordu CHP’ye yakın bir gazeteci olan Sedef Akbaş: “Kitleleri yönlendirmek ve etkilemek istiyorsanız ortaya kocaman bir yalan atın… Ama çok büyük bir yalan olsun!.. İkinci kriter, (bu) çok basit bir yalan olsun… Sonrasında da bu basit ve çok büyük yalanı tekrar et!.. Ve ardından da kitlelerin o yalanı nasıl gerçekmiş gibi kucakladığını otur, seyret!..”

Hiç şüphesiz, bahse konu algı yönetiminin başarılı olabilmesi için, -okumuşuyla okumamışıyla- oluşturulmuş bir “kitle”nin var olması gerekmektedir. Ve böyle bir “kitle”, eski Türkiye-yeni Türkiye eksenindeki “sistem-içi” mücadele ile oluşturulmuş ve siyaset, gerçekler(Programlar, projeler…) üzerinden değil algılarla yapılmaktadır artık. Kendilerine inanan bir kitleye sahip olanlar için gerçeklerin bir önemi yoktur…

Yaşanan değişim ve dönüşüm sürecinde toplum kesimlerini kitleleştirebilmek için de, mutlaka, algı yönetimi ve manipülasyon operasyonuna gerek duyulur. Hele günümüzde olduğu gibi -iletişim çağında- küresel ve yerel medyanın her türü ortak bir proje doğrultusunda bir araya gelmişse sonuca daha kolay ulaşılır.. Toplumdaki genel eğilime rağmen de bir sonuç almak mümkündür… Eğer rakipleriniz bunun farkına varıp karşı tedbirleri alarak bu operasyonu boşa çıkaracak bir duruşa sahip değilse tabii..

Bir süredir ciddi bir algı yönetimi ve manipülasyonun muhatabı olan bu toplum, son zamanlarda, Sedat Peker üzerinden yeni yönlendirme girişimiyle karşı karşıya… Sık sık dikkatlerinize sunduğumuz üzere, ABD’nin bölge stratejisinde değişikliğe gitmesiyle yeni bir döneme girildi… Ve yeni dönemde ABD ile sadık müttefiki Türkiye yol ayrımına geldi. Türkiye, ya ABD’nin peşinden gitmeye devam edecekti; ya da kendi güvenliği ve geleceği için elzem olan kendi stratejisini oluşturabilmek üzere her türlü imkanı, süreç içerisinde, kullanacaktı… Ve ikincisinden başka çıkış yoktu Türkiye Cumhuriyeti’nin… Malum bu stratejik karardan sonra (ılımlı) Laik-demokrat / Batı referanslı olmasına rağmen Türkiye’nin başına gelen kalmadı. ABD, bir taraftan malum bir terör örgütünü (PKK/PYD’yi) bir başka terör örgütüyle (DEAŞ) savaştırarak bahse konu terör örgütünü meşrulaştırmak ve kendisine paralı asker haline getirmek istedi; kısmen de başardı. Aynı zamanda söz konusu terör örgütleriyle “Nitelikli Terör Örgütü” FETÖ’nun (NFETÖ) koordinasyonunu da kurgulamıştı… Tüm bunlar yapılırken, ABD ve dostları, her türlü terör örgütünü çeşitli yöntemlerle kullanırken Türkiye’yi, “rakibi” DEAŞ’a, yardım etmekle itham etmekle kalmadı; bununla birlikte algı yönetimi teknikleriyle böyle bir manipülasyonu zaman zaman gündeme taşıdı… DEAŞ’ın gerçek yüzü belli olmasına ve sahada da bunu ispatlamasına karşın söz konusu algı yönetimi ve manipülasyonu, Cumhur İttifakı’na yakın ve eski Türkiye unsurlarından Sedat Peker üzerinden yeniden gündeme getirebilmektedir. NFETÖ, onun içerideki bileşenleri, hep birlikte, bu algı yönetimine destek vermekte ve birilerinin kafasını karıştırmakta başarılı da olabilmekteler. “Derin”lerde ne olduysa olmuş, eski bir organize suç örgütü lideri ile yeni Türkiye unsurları karşı karşıya getirildi. Ve her zamanki gibi bu “derin savaş”ların niteliğini doğru tespit edebilmenin yolu, şüphesiz, “sistem analizi” iken, yine “sosyal medya” üzerindeki manipülatif videolar ile sonuca varılmaya çalışılmaktadır. Sürecin tanımlanması sorunlu, anlamlandırma doğru değil, dolayısıyla okumalar da gerçeklikten uzak…

NATO ZİRVESİ VE ERDOĞAN-BİDEN GÖRÜŞMESİ…

Öncelikle belirtmemiz gerekir ki gerçeklerden çok algı yönetimi çabalarının öne çıktığı bir atmosferde, Erdoğan-Biden görüşmelerinden sonra, ABD’nin Türkiye politikasını değiştirmesi ve/veya Türkiye’nin geri adım atarak Türkiye-ABD ilişkilerinin eski şartlara döndürülmesi söz konusu bile değildi. Ne var ki, gelinen bu aşamada ABD, -hala güç zehirlenmesinin etkisiyle- bazı gerçekleri kabullenmekte zorlansa da iki ülke arası ilişkinin yeni bir zemine ihtiyaç duyduğu bilinmektedir. Aksi takdirde, kısa vadede, ABD’nin Türkiye’ye ekonomik ve siyasi bedeller ödetebilmesi söz konusu olabilir. Buna karşın, Türkiye’nin de, orta vadede, stratejik tercihleriyle ABD’nin gelecek hesaplarına ciddi zararlar vermesi kuvvetle muhtemeldir… Değişen şartlarda, dünya “çok kutuplu” bir denge arayışındayken, yeni Türkiye’nin önündeki fırsatların, kısa dönemdeki risklerden çok daha baskın olduğunu okuyamamak, ancak ön yargılı olmakla mümkündür…

Ortaya çıkan şartlarda yapılan J.Biden-R.T.Erdoğan görüşmesi sonrası iki liderin açıklamaları da sanki zımnen yaşanan sürecin farkında olduklarını göstermekteydi… Görüşme sonrası Biden, “Erdoğan ile toplantımız çok iyiydi” değerlendirmesinin peşi sıra, “ Türkiye ile ilerleme sağlayacağımızdan eminim” dedi. Biden, “Bazı konularda nasıl ilerleyeceğimizi detaylı konuştuk; ekiplerimiz görüşmeleri sürdürecek” ifadeleriyle açıklamalarını sürdürdü… Erdoğan ise, “Yararlı ve samimi bir görüşme oldu. Sayın Biden ile önümüzdeki dönemde (bu) hedefler doğrultusunda işbirliğini arttıracağız.” şeklinde bir değerlendirme yaptı… “ABD ile çözülemeyecek bir meselemiz yok; tersine işbirliği alanlarımız sorun başlıklarından daha geniş ve zengin bir görünüm sergilediğini düşünüyorum.” İfadeleriyle açıklamasına devam etti… Erdoğan, görüşme sırasında Biden’a “Türkiye’nin Terör ile Mücadelesi” adlı bir kitabı hediye etti… Ve Terör örgütüne ABD desteğinin sona ermesi gerektiğini de ifade etti… Keza S-400 ve F-35 konuları görüşülürken de Türkiye’nin tutumunun aynı olduğu mesajı verildi…

İki liderin görüşmelerinden önce NATO Zirvesi’nde, Transatlantik (Atlantik okyanusunun iki yakası…) ilişkilerinin nasıl şekilleneceği konusunun yanı sıra Çin ve Rusya ile ilişkilerinin geleceği de konuşuldu. Daha doğru bir ifadeyle, ABD’nin bu konudaki yaklaşımının, NATO üyeleri tarafından nasıl okunacağı ve nasıl bir “duruş” sergileyecekleri iç sorun olarak tartışılacaktır…

Soğuk savaş dönemine has bir savunma örgütü/paktı olan NATO’nun geleceği ve bundan sonraki işlevi ile ilgili olarak Brüksel’deki zirve önemsenmektedir… Her ne kadar bu konu, “ABD’nin geri dönüşü” gibi bizce absürd iddiaların peşinde olanlarca farklı okunmaya çalışılsa da, -orta ve uzun vadede- yeni bir dengenin söz konusu olduğu bir dünyada ABD ile birlikte NATO’nun da eski konumu ve misyonunu kaybetmesi kaçınılmazdır… Bu arada dünya dengesinin Avrupa’dan Asya’ya kaydığı bir vasatta PATO olarak ifade edilen Asya-pasifik’teki bir örgüt de bazı zeminlerde dillendirilmektedir… NATO’nun yeniden canlanması gibi zayıf bir ihtimalin yanına Asya-pasifik’te yeni bir organizasyonun kurulması ihtimali de gerçekçi görülmüyor. Ne var ki her iki projede de Türkiye’nin pozisyonu, stratejik bir önem arz etmektedir. Bu çerçevede, NATO zirvesi’nde, ABD’nin, Çin ve Rusya’ya bakışı ve bu yaklaşıma -AB ve özellikle Türkiye’nin- diğer NATO üyelerinin nasıl bir duruş sergileyecekleri de kritik öneme sahiptir… Yine, yeni denge arayışı sürecinde Rusya ve Çin’in Türkiye’yi nasıl okudukları da, -orta ve uzun vadede- belirleyici bir ağırlığa sahiptir…

Son planda, her ne kadar zirve öncesi ve sonrası, malum çevreler, S-400 ve F-35 gibi konuları öne çıkarsalar da Türkiye ile ABD arasındaki asıl sorun, yeni dünya ve bölge dengesindeki Türkiye’nin rolüdür… Irak-Suriye eksenindeki çatışma süreci sonrası bölgede oluşacak yeni denge ile Doğu Akdeniz, Libya/Afrika’nın geleceği de önemli alt başlıklardır. Keza Doğu Avrupa’daki gelişmelerin ortaya çıkaracağı yeni denge, Balkanlar’ın ötesinde Kafkasya ve Asya-pasifik’te bu bağlamda dikkatle izlenmesi gereken hususlardır…

ABD-Türkiye ilişkilerinde var olan gerçeklere rağmen oluşturulmaya çalışılan bir başka algı da Afganistan ile ilgili Türkiye’nin teklifidir. Değişen dengeler ve yeni denge arayışının iyi okumanın bir yansıması olan bu pragmatik teklifin, Türkiye’nin Kafkaslar’daki, dolayısıyla Türk Birliği projesi ile de alakası ıskalanmamalıdır… Hala kimilerinin, “ABD’nin Türkiye’ye yeni bir görev verdiği” gibi sığ algılar oluşturmak istemeye kalkışması manidardır. Türkiye Cumhuriyetleri-Afganistan-Pakistan ekseni, hem Asya-pasifik’in geleceği hem de Türkiye’nin gelecek beklentileriyle doğrudan ilişkili stratejik öneme sahip konulardır. Dolayısıyla Afganistan konusunun, yeni şartlarda, ABD açısından öneminden çok Türkiye ve bölge için stratejik bir öneme sahip olduğu açıktır. Haritaya bakıldığında ve Türkiye’nin gelecek beklentileriyle birlikte bir okuma yapıldığında ne demek istediğimiz daha net olarak anlaşılacaktır…

Müslümanlar/kendilerini İslam ile tavsif etmelerine rağmen İslam’ın temel ilkelerine paralel bir duruşa sahip olmayanlar, söz konusu yeni güç ve iktidar savaşında belirleyici değildirler, ne yazık ki. Lakin, yeni denge arayışı süreci de, büyük oranda, Müslümanların yaşadığı ve geçmişte hakim oldukları topraklar üzerinde cereyan etmektedir… Gerçeklerle algılar arasındaki farkı görebilmek, doğru okumalar yapabilmek ise yeni başlangıçlar için çok büyük öneme sahiptir…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı