GenelMektuplara Cevap

İslam farklı sosyal durumlarda çok evliliği emreder mi?  

SORU:  Nisâ: 3-4 ayetleri savaş sonrası oluşan toplumsal yaraya merhem olmak amacıyla, müminlere şehit kardeşlerinin geride bıraktıkları dul ve yetimleri sahiplenmeleri gerektiğini, bunun dinî bir vecibe olduğunu ve herkesin üzerine düşeni yapması lâzım geldiğini söylemekte; bu durumu kesinlikle istismar etmemeleri konusunda da mükellefleri uyarmaktadır: “İkişer üçer, dörder, (beşer, altışar)…”; yani ne kadar mümkün ve âdilâne ise o kadar…evlenmeleri gerektiği söylenmektedir.

Kur’an’da evlenilecek kadınların sayıları tayin edilmemiş ve ilgili ayetler refah değil, savaş toplumuyla alâkalı hükümler getirmiştir. “En çok dört veya bir” şeklindeki açıklamalar ise zamanla ortaya çıkan ve sosyal koşullara uygunluğu (örfü) gözeten yorumlardan ibarettir. Unutulmamalı ki Efendimizin ( s.a) aynı anda dokuz zevcesi ve fakat bir ailesi vardı! Bu bağlamda Kur’an çok evliliğe izin vermez, emreder!

Yukarıdaki anlatılanlardan ne anlamamız gerektiğini yorumlar mısınız?

        CEVAP: Her şeyden önce bahse konu olan ayetlerin doğru anlaşılması için ayetlerin geldiği vahiy ortamının iyi bilinmesi gerekir.  Burada dile getirilen savaş ortamından ziyade  normal hayatın seyri içerisinde her toplumda olduğu gibi bu toplumda  da var olan dul ve yetimlerden bahsedilerek, onların haklarının korunmasından ve mallarının kendi mallarına katılarak yenilmemesinden bahsedilmektedir.

Surenin birinci ayeti “Ey insanlar “ diye başlayarak tüm insanlığı muhatap almış, insanın yaratılışından, akraba ve yetimlerin hak ve hukukuna riayet etmenin öneminden bahsedilmiştir.  İkinci ayette ise  özellikle yetimlerin mallarının korunmasını dile getirmiştir.  Aynı konuyu üçüncü ayete de taşıyarak, ”yetimler hususunda adaleti gözetememekten korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın…” buyrulmuştur.

Burada gözden kaçırılmaması gereken husus,  kadınlarla evlenmenin öneminden çok, kadınların yanında bulunan yetimlerin mallarının korunması hususu öne çıkarılmaktadır. Dikkat edilirse üçüncü ayette “Yetimlere karşı adil davranamamaktan korkarsanız, diğer kadınlardan ikişer üçer dörder nikahlayın…” buyurulmuştur.  Bu kısımda önemsenen şey, nikahlanmak istenen  kadından çok bu kadınla birlikte bulunan  yetimlerin haklarının korunmasıdır. Yetimlerin annesi ile evlenildiği zaman;  o annenin yanında bulunan yetimler de anneleriyle  beraber “yeni babanın” evine taşınacak ve onun velayeti altına girecektir. Bu sebeple yetimlerin malları da bu insanın velayeti altında olacaktır. Bu malların korunup kollanmasında, üretilip çoğaltılmasında, Bunlara bir zarar getirmeden yetimler büyüyüp mallarına sahip çıkana kadar muhafaza edilmesinde adaleti yerine getirmekten korkarsanız, başka kadınlarla evlenin buyrulmaktadır. Çoğu meallerde “yetim kızlarla evlendiğinizde” diye tercüme edilmiş. Burada evlenilen yetim kızlar ifadesi yok. Öncelikle ayetin ele aldığı :” Vein hıftüm ella tüqsıtu fil yetama.”   “Eğer yetimlerin hakkını gözetemeyeceğinizden korkarsanız;  hoşunuza giden diğer kadınlardan iki ,üç veya  dört tane nikahlayın. Bunlar arasında da adaleti yerine getirememekten korkarsanız bir tane alın veya sahip olduğunuz cariyelerden alın.  Bu sıkıntıya düşmemeniz için daha uygundur” buyuruluyor. Burada surenin ikinci ayetinde tamamen, üçüncü ayetinde de kısmen bahsedilen yetimlerin mallarının korunması ile ilgili kısmının yine  Surenin 6. ayetinde yeniden ele alındığını görüyoruz:

“Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.”(4/6) buyurulmaktadır. Burada yetimler ifadesi Ragıb El İsfahanî’nin  Müfredatında şöyle tanımlanmaktadır:

Elyetîmü,  Çoğulu Eytam ve Yetâmâ : Çocuğun buluğ çağına erişmeden önce (babasının ölmesinden dolayı) babasıyla ilişiğinin, bağının kesilmesi veya ondan ayrı düşmesi demektir. Bu diğer hayvanlarda annesi öldüğü zaman  yalnız kalan yavru için de yetim sözcüğü kullanılmaktadır. Tek olan, eşi benzeri olmayan inci tanesine de “dürrü yetim” denilmiştir.  Bu ifade Kur’an’da   yaklaşık 21 yerde birinci manada kullanılmıştır. Özellikle Peygamberimiz için Duha suresinde :” O, seni yetim bulup da barındırmadı mı?” buyurulmuştur.  Bunlardan sadece Nisa suresi 127. ayetinde “yetim kadınlar” şeklinde geçmektedir ki, bu kadınlardan kastın da yine velileri olmayan  ve bu yüzden de hakları verilmeyen  kimseler olarak zikredilmektedir.

“Bir de senden kadınlar hakkında fetva istiyorlar. De ki: «Onlar hakkında fetvayı size Allah veriyor; Yazılmış hakları olan mirası kendilerine vermediğiniz ve nikahlamayı istemediğiniz yetim kızlar / kadınlar, mağdur çocuklar ve yetimlere adil davranmanız hakkında kitapta yüzünüze karşı okunup duran ayetler var!» Daha da hayra dair ne yaparsanız, şüphe yok ki, Allah onu da biliyor.” (4/127)

Üçüncü ayette geçen yetimlerin evlenilecek çağa gelen yetimler olmamasının bir diğer  delili;  evlilik çağına gelmiş olan yetim kızlar,  Nisa  6. ayetinin delaletiyle malını teslim almaya ehil hale gelmiş olduğundan malı hakkında dilediği gibi tasarruf edebilme hakkına ulaşmış olmaktadır. Bu duruma gelenlere mallarının teslim edilmesi istenmektedir.(4/6)  Bu nedenle burada evlenen kadın rüştüne erişmiş ve kendi hukukunu koruyacak yeterliliğe ulaşmıştır. . Ayrıca evlendiği kimse resmen kocası olması nedeniyle kocasının malı üzerinde de hak sahibi olmaktadır.  Buradaki endişe kadın konusunda değil o kadınla gelen yetimlerin hakkında adaletli olmaktan bahsedilmektedir.  Bunun içindir ki, arkasında yetimler bulunan bir kadınla evlenecek olan  kimseyi Allah muhayyer bırakarak durumunu  iyice  düşünmesi gerektiği hususunda uyarıda bulunuyor. Yetimlerin malları hususunda adaleti yerine getireceğinizden  emin iseniz evlenin. Değilseniz diğer kadınlarla evlenin şeklinde kişiyi kendi tercihinde serbest bırakıyor.

Bu husustan sonra çok eşlilik gündeme getirilerek bunlar arasında da adaleti gözetmekten söz edilmektedir. Eğer  eşleriniz arasında adil davranamayacaksanız bir tanesiyle  evlenin. Devamında, evlenme konusunda ekonomik bir sıkıntı içerisinde olanlar için ise, “sağ elinizin sahip olduğu” ile evlenin buyurulmaktadır. Bunların hepsi insanın gücüyle  alakalıdır.Bu sebeple Allah kimseyi gücünün yetmediği bir konuda   mecbur etmiyor. Yani ne yetimleri bulunan kadınlarla , ne de yetimleri olmayan kadınlarla evlenmeye yahut da birden  fazla kadınla evlenmeye  asla mecbur etmemektedir. Bu işin  doğası,  güç ve iktidar ile alakalı olduğundan  zorla  olacak bir iş değildir.  Cariyeler ile evlilik konusunu gündeme getiren ayette bu mesajı çok açık olarak görmek mümkündür:

“Sizden, hür mümin kadınlarla evlenmeye güç yetiremeyen kimse, ellerinizdeki mümin cariyelerinizden alsın. Allah sizin imanınızı çok iyi bilir. Hepiniz  birbirinizdensiniz. Onlarla, zinadan kaçınmaları, iffetli olmaları ve gizli dost tutmamış olmaları halinde, velilerinin izniyle evlenin ve örfe uygun bir şekilde mehirlerini verin. Evlendiklerinde zina edecek olurlarsa, onlara, hür kadınlara verilen cezanın yarısını verin. Cariye ile evlenmedeki bu izin içinizden, günaha girme korkusu olanlaradır. Sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır. Allah bağışlar ve merhamet eder.”(4/25)

Kişi iktidar sahibi ise fıtratının gereği evlenmeye ihtiyaç duyacaktır. Çünkü insan  karşı cinse meyledecek fıtratta yaratılmıştır. Bu nedenle insan ancak eşine  kavuşmakla huzur bulur. Bunun yolu da  nikahtan geçmektedir. Bu nedenle gerekli mâlî imkana sahip olan için sorun yoktur. Ancak hür kadınların mehrine sahip olamayanlara Allah’u Taala  cariyelerin mehri hür kadınlardan az olacağı için günaha girme korkusu  olanlara onlardan nikahlanmayı öneriyor. Buna rağmen  kendini koruyup, sabredebilenler için de “ bu durumunu koruması, sabredip katlanması “daha hayırlıdır” buyuruyor. (4/25)  Bu hususta Allah’u Taala kimseyi istemediği veya gücü yetmediği bir şeye mecbur etmiyor.

Eşlerin sayısının “dört ile sınırlı olmama” konusuna gelince, bu iddianın gerçeklerle bağdaşması mümkün değildir. Ayetin ibaresinden böyle bir anlam çıkarmak mümkün olmadığı gibi tarihi vakıaya, yaşanan sünnete de uygun düşmemektedir.  O günden bu güne kadar da hiçbir Müslüman  dörtten fazla evlenmemiştir. Bu işi örf’e bağlamak,  tesadüfle izah etmek de mümkün değildir.  .

Bu konu tâ işin başından itibaren bu kadar net çizgilerle belirlenmemiş olsaydı günümüze kadar aynı netlikte gelmesi mümkün olmazdı. Bu anlayış ümmet arasında yaşayan bir sünnet olarak başından beri devam etmektedir.Bu nedenle  bunun aksine bir uygulamayı hiçbir dönemde bu ümmet arasında  görmek mümkün olmamıştır. Ayrıca Allah’u Taala  Peygamberimizin şahsına özel bir takım yükümlülükler verirken Ahzab 50. ayetinde şöyle buyurmaktadır:

Biz eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında Müminlere ne farz ettiğimizi daha önce bildirdik ki, sana bir zorluk olmasın diye. Allah bağışlayandır merhamet edendir.”  Burada peygamberimiz için verilenlerle müminlere verilen aynı olsaydı bu açıklamaya gerek olmazdı. Bu nedenle farklılığın  nedeni “sırf sana mahsus olmak üzere farz kıldık” ifadesiyle açıklanmıştır.

Bu olay konunun başında ifade edildiği gibi örfün getirdiği bir şey değildir. Boyutları  Allah’ın vahyi ile belirlenmiş, Elçisinin eliyle de  ilk nesilden itibaren uygulamaya konulmuş, bu güne kadar da aksi vaki olmamıştır.

Birden fazla evliliğin sebebini savaş sonrası bir uygulama olarak görmek ise asla doğru değildir. İslam’da savaş asıl değil arızidir. Asıl olan barıştır sulh dür. Birden fazla  evlilik her zaman yaşanan hayatın bir gerçeğidir. Eşi hasta olan, Çocuğu olmayan, birden fazla kadınla evlenmek isteyen kimselerin yolunu meşru evlilik münasebeti ile açmıştır. Evlilik dışında herhangi bir ilişki biçimine  İslam’da asla yol yoktur. İslam, kimsenin sefih bir hayat yaşamasına yol bırakmamıştır. Köle ve cariyeleri bile evlendirmeyi teşvik ederek;

“İçinizdeki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, her şeyi bilendir.” (24/32) buyurmuştur.

“Peygamberimizin dokuz eşi bir ailesi vardı”  ifadesinden hareketle uçuk bir anlayışı dillendirmenin tutarlı bir yanı yoktur. Bu noktadan hareketle Müslümanların istediği kadar kadınla evlenebileceğini söylemek, Allah’ın ayetleriyle çelişmektedir. Allah’u Taala  peygamberimizin Şahsına özel vermiş olduğu  izni açıkça beyan etmiş; Müslümanların bu konuda ne yapacakları ile ilgili hükmünü ise daha önce (4/3-4, 22-28,  2 / 226 – 237, 5/5, 24/32-33, 4/127-130, 24/ 3,) bildirmiştir.

Peygamberimiz gençliğini ve Mekke hayatının tamamını ki, yaklaşık 53 yaşına kadar geçen ömrünü tek eş ile, Hz. Hatice Validemizle geçirmişti. Hz. Aişe validemizle hicretten önce nişanlanmış fakat evliliği Hicretten sonra Medine de gerçekleşmişti.Hz. Zeynep’le evliliğinin gerekçesi ise şöyle bildirilmişti:

“Allah’ın nimet verdiği ve senin de nimetlendirdiğin kimseye: «Eşini bırakma, Allah’tan sakın» diyor, Allah’ın açığa vuracağı şeyi içinde saklıyordun. İnsanlardan çekiniyordun; oysa Allah’tan çekinmen daha uygundu. Sonunda Zeyd eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik, ki evlatlıkları eşleriyle ilgilerini kestiklerinde onlarla evlenmek konusunda müminlere bir sorumluluk olmadığı bilinsin. Allah’ın buyruğu yerine gelecektir.”

“Allah’ın Peygamber’e farz kıldığı şeylerde ona bir güçlük yoktur. Bu, Allah’ın öteden beri, gelmiş geçmişlere uyguladığı yasasıdır. Allah’ın emri şüphesiz gereği gibi yerine gelecektir.”(33/37-38)

Diğer eşleriyle ilgili hüküm ise şöyledir:

“Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiği cariyelerini, seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını, teyzelerinin kızlarını ve peygamber nikahlamayı dilediği takdirde mü’minlerden ayrı sırf sana mahsus olmak üzere, kendisinin mehrini Peygambere hibe eden mü’min kadını almanı helal kılmışızdır. Biz, zorluğa uğramaman için mü’minlerin eşleri ve cariyeleri hakkında onların üzerine neyi farz kılmış olduğumuzu bildirmiştik. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.”(33/50)

“Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah her şeyi bilendir, halîmdir.” (33/51) Burada sayılan evlilikler gerçekleştikten sonra peygamberimiz için de şu sınırın  getirildiğini görüyoruz:

“Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetleyicidir.” (33/52)

Peygamberimizin Medine döneminde yapmış olduğu evliliklerin her birinde bir hikmet bulunmaktadır. Özellikle Ahzab suresinin  50. ayetinde sayılan yakın akraba kızları ile evlenmesini Allah (c.c) istemektedir. Böylece dini için kocalarını ve yakınlarını bırakarak Allah yolunda hicret eden bu kadınları,  Allah (c.c ) Peygamber eşi olma şerefine ulaştırmıştır. Bu şerefi sadece bunlara mahsus kılmayıp, mümin hanımlardan mehrini Peygamber (as)’a hibe eden kadınlara da vermiştir.

Zeynep validemizle evliliğine gelince, bu evlilik ile  Cahili bir geleneği kaldırdığını uygulamalı olarak Elçisinin hayatında  göstermiştir.

Hz. Aişe ve Hz. Hafsa validelerimiz ile olan evliliğin de ise, Peygamberimiz en yakın dava arkadaşlarıyla dinde kardeş İslam’da yoldaş olmakla birlikte, ilk dörde giren en yakınlarıyla hısımlık  bağlarıyla da bağlanmıştır. Ebu Bekir ve Ömer (r.a) ‘ın  kızlarını almış, Osman ve Ali (r.a)  da kızlarını vermiştir. Dünyanın her yerinde akrabalık bağı ile bağlanmak her zaman en kısa ve en etkili  bir yoldur. Bu yol ile nice kavimler, kabileler ve uluslar akraba olmuşlardır.

Mustalık oğullarının reisi olan Harisin kızı Cüveydiye validemiz,  Nadır oğullarının reisi Huyey bin Ahtab’ın kızı Safiyye validemiz  de bu hikmete binaen Peygamberimizle evlenme şerefine ulaşarak kabilelerini Peygamberimizle akraba etmişlerdi.

Ümmü Seleme validemiz, İlk Habeşistan’a hicret eden Müslümanlardan iken kocasını uhud savaşında şehit vermiş;  kalabalık olan çocuklarıyla yalnız kalmıştı. Peygamberimiz nikahına alarak  kendisine hayırlı bir eş, çocuklarına da müşfik bir baba olmuştur.

Yoksulların Annesi olarak tanınan Zeynep validemiz de Uhud savaşında  kocasını şehit vermişti. Fakirlerin annesi olarak tanınan  bu hanımla da  Peygamberimiz evlenerek  müminlerin annesi olma şerefini vermiştir.

Ümmü Habibe validemiz de ikinci Habeş hicretine katılmış, kocası Abdullah bin Cahş orada Hıristiyan olunca  kocasından ayrılmıştı. Bunu duyan peygamberimiz de onu teselli  etmek için  Necaşi’ye bir mektup yazarak Ümmü Habibe’yi kendisine nikahlamasını istemişti.  O da peygamberimiz adına  400 dinar mehir vererek bu nikahı yapıp, Ümmü Habibe validemizi Medine ye yollamıştı.

Mâriyye validemiz ise Mısır kıralı Mukavkıs tarafından Peygamberimize hediye olarak gönderilmişti. Yol boyunca İslam hakkında bilgi sahibi olarak Müslüman olmuştu. Bu asil davranışın sahibini Peygamberimiz de  hürriyetine kavuşturmuş ve  onunla evlenmişti. Bu evlilik o’nu Peygamberimizin oğlu İbrahim’in annesi olma şerefine ulaştırdığı gibi;  Kıptiler ile Arapların akraba olmasını sağlamıştır. Bu akrabalık kısa zamanda meyvesini vermiş. Müslümanlar Bizans’la savaşırken mısırlılar Müslümanlar lehine tarafsızlıklarını korumuşlardır.

Bize ulaşan bu sebeplerle birlikte,  bizim vakıf olamadığımız daha nice hikmetlerinin olabileceğini de  düşünmemiz  gerekir. Çünkü biz, Kur’an’ı ahlak edinen bir peygamber inancına sahibiz. Bütün peygamberler :”Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap görücü olarak yeter.”(33/39) ayetiyle tanımlanan kimselerdir. Bu nedenle asla keyfince bir hayat yaşamayı hedefleyen kimseler olamazlar. Çünkü O’na :” Emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tövbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.”(11/112)  emri verilmiştir. Bir peygamber için bunun aksine hareket etmesi asla düşünülemez. İster şahsıyla alakalı olsun ister ümmetiyle, Rabbinin emrine uymaktan başkasına asla tevessül etmez, edemez. Çünkü Allah dinine  hiç kimsenin müdahale etmesine izin vermemiştir:

“Eğer O, Bize karşı, ona  bazı sözler katmış olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalardık, sonra O’nun şah damarını koparırdık. O zaman sizden hiç biriniz de buna engel olamazdınız.”(69/44-47)  uyarısı durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır. O görevini dosdoğru yapmış ve Rabbi ondan, O da Rabbinden razı olarak, arkasında “yaşayan Kur’an’lar” bırakarak   Rabbine dönmüştür. Getirdiği kitap, bıraktığı iz asla kaybolmamış; İnsanlığa en doğru yolu göstermeye(17/9) devam etmektedir. Modernist yaklaşımlara, uçuk yorumlara, Çağdaş anlayışlara  rağbet etmeden..!

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı