
Kur’an’ın Dili- Sözlü Anlatım
İnsanın yaratıldığı ilk günden bu yana tarihin belirli dönemlerinde bazı sebeplerden dolayı toplumlara Allah, o toplumun içerisinden birini “elçi” seçip kendi lisanlarıyla onları uyararak hidayet yolunu göstermiştir. Bu amacı tekrar gerçekleştirmek için vahiy kültürünün devamı olan Kur’an’ı Kerim son elçi olan Muhammed aleyhisselama yirmi üç yıl boyunca peyderpey indirilen Allah kelamının adıdır.
Muhammed aleyhisselam Arap olan bir toplumda yaşıyordu ve toplumun dili Arapçaydı. Dolayısıyla vahyin dili de Arapça olmak zorundaydı. “Biz bu Kur’an’ı Arapça olarak indirdik”1. Yani görevlendirilen elçi hangi dili konuşuyor ise vahyin dili de odur. Yaratanla yaratılmış arasında tarih boyunca irtibatlardan bir tanesi bu bağlamda olmuştur. Yaratılmış insanın O yüce yaratıcıyla irtibat kurabilmesi bir aracıyla olması gerekmektedir. Bu da seçilen elçinin toplumuyla ortak kullandığı dil ile olmaktadır. Dolayısıyla dil, elçiyle Allah arasında iletişim aracından başka bir şey değildir. Dil kullanılır iken toplumda her kesimin anlayacağı seviyede olması gerekir ki;2 anlatılmak istenenin maksadın yerine gelmesi için muhataplar tarafından anlaşılması gerekmektedir. Buna rağmen ilk muhataplar tarafından anlaşılmaz veya yanlış anlaşılırsa ki anlaşılabilir düzeltmek vahyin sahibine düşer.3 Elçinin düzeltilmesi onun günah işlemez (masum), hatadan ari oluşundan değil, Vahyin sahibi olan Allah’ın muradının kulları tarafından doğru anlaşılması içindir. Çünkü elçiler de insandır her insan da hata yapabilir. Elçilerin yaptıkları (hatası) din olarak algılanacağı için; Allah kendisini kullarının yanlış anlamasını önlemek için elçilerini düzeltmektedir.
Kur’an böylesine test den geçmiş bütün bir insanlığa doğru yola ileten rehber olarak gönderilen bu kitabın muhataplarına düşen onu anlamak için ilk neslin yaptığı gibi kendisini muhatap görerek okumak, üzerinde düşünmek, gereğini yapmak asli görevidir.
Kur’an’ı okuyan her insan tevhidi boyutta onun ne demek istediğini hemen anlar; evrende var olan her şeyin yoktan yaratıldığı4, her yaratılanın ihtiyaçlarının karşılandığı,5 örneksiz yaratıldığı,6 her şey bir amaca yönelik olduğu,7 sonlu/ahiri olduğu8 vs. Etrafına bakan, birazcık düşünen her insan bunları bir yapan var demek zorunda kalacaktır. İşte kim? sorusuna Kur’an’ın verdiği cevap ALLAH demektedir. Yaratıcı (Allah) denilen nesnel gerçeği tanıyan-bilen O’nun kendisinden ne istediğini de bilecektir; şirke bulaşmayacak,9 sadece Allah’a kul olacak,10 kendisine rızık olarak verilenden ihtiyaç sahiplerine verecek,11 namazı dosdoğru kılacak,12 Yalan söylemeyecek,13 zina etmeyecek,14 yardımı sadece Allahtan isteyecek15 vd. Buraya aldığımız ayet özetlerini oluşturan kavramlar normal düzeyde akla sahip olan her insan tarafından anlaşılabilecek kavramlardır. Bu kadarını da anlamayan zaten sorumlu da değildir.
Kur’an, muhataplarına çalışmakla ulaşılamayan, duygularla müşahede edilemeyen bir alemden de bahseder. Buna “gayb alemi” demektedir ve muhataplarından buna (gayb’ın sahibi tarafından bildirildiği kadarına) sadece iman ister.16 Geçmiş olaylar,17 sır, gizli kalan şeyler,18 hadisenin gerçek yüzü,19 bilinmeyen ve görülmeyen/görülemeyen her şey.20 Bu bağlamda, Allah Kendisi için gayb değil de batın21 ifadesini kullanmaktadır. Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi iki türlü “gayb” var: 1) mutlak gayb ve 2) mukayyet/izafi gayb.
- Mutlak gayb; Allah bu alanı, elçileri de dahil herkese kapatmıştır. Bunu duyular ve araştırmalarla bilmeye kimsenin gücüyetmez.22Ancak gaybın sahibi olan Allah’ın elçileri vasıtasıyla ne kadar bildirmişse o kadarını bilebiliriz. Allah’ın varlığı, cennet, cehennem, kıyametin saati, melek bu nevidendir. Bu konuda gayba iman edenler Allah’ın bildirdiği kadarıyla yetinmek zorundadırlar. Bu gayba taş atmak insanın başını belaya sokar.23
- Mukayyet/İzafi gayb; çalışmakla, çabayla elde edilebilir (görece) gaybtır. Eşyanın tabiatı, yeraltıkalıntıları(arkeoloji), bir duvarın arkası, kapalı bir nesnenin içi… bize izafi gaybtır.
Bizim maksadımız bu yazıda tefsir usulünün konusu olan Kur’an ilimlerine değinmek değildir. Tefsir usulünde pek değinilmeyen anlatım üslubuna değinmek istiyoruz.
Kur’an’ın indiği dönemde hicaz bölgesinde genellikle sözlü anlatım kültürü yaygın olduğu için okur yazar oranı düşük bir toplumdu. Yazılı kültüre uzak olan Araplar, bir şeyi anlatımda ezberden sözlü anlatımı kullanıyorlardı. Şiirin ve kıssacılığın yaygın olması bundandır. Bu bağlamda nazil olan ayetleri ezberlemede zorluk çekmiyorlardı. Ayetler hem ezberleniyor hem de vahiy katipleri tarafından yazılıyordu. İlk inen ayetlerin kısa oluşu ve üslubu ezberlemeyi kolay kılıyordu. Bunun için birçok ayette “el-ku’ran”24 (okunan) ve “el-kitap”25 (yazılı metin) ifadelerini kullanmıştır. Mekkelilerde okur yazar oranı Medinelilere göre daha yüksekti. Mekkelilerin uluslar arası ticaretle iştigal eden kavim olmaları bu oranı yüksek tutuyor.
Bunu kırk kadar vahiy katibinin çoğunun Mekkelilerden olmasından anlıyoruz. Medine döneminde ise Müslümanlar arasında okur yazar oranı daha da yükselmiştir…
İnsanlar duygu ve düşüncelerini anlatmak için tarihi süreç içerisinde duman, davul, çan, ıslık, yazı, resim… gibi çeşitli yöntemler kullanmışlar. İletişimin en kadimi ise sözlü anlatımdır. Sözlü ve yazılı anlatım farklı özelliklerle birbirlerinden ayrılırlar.
Sözlü Anlatım İle Yazılı Anlatım Arasındaki Farklar
Sözlü anlatım seslidir; yazılı anlatım sessizdir. Sözlü anlatımdaki seslerin yerini yazılı anlatımda harf, denilen işaretler almıştır.Sözlü anlatım toplumun değişik kesimlerine göre söyleyiş ayrılığı gösterir: İstanbullu kız derken, Eskişehirli gız der. Yazılı anlatımda yöresel ayrılıklar kalkar. |
Sözlü anlatım daha kuralsız, daha gelişigüzeldir; yazılı anlatım kurallıdır. Yazım kuralları ile yine yazıdan ayrılamaz durumdaki noktalama işaretleri vardır. Bunlar da gelişigüzel kullanılamaz.
Sözlü anlatımda yöresel ve kişisel kullanım esneklikleri doğaldır. Yazılı anlatım, kuralcılığı ile biraz yapay kalır ama bundan yazılı anlatım dili uydurmadır anlamı çıkmamalıdır.
Sözlü anlatım yüz yüzedir; anlatım baş, el, kol, gövde hareketleriyle desteklenir; anlaşmada dinleyicinin dil mantığı da büyük yardımcıdır. Yazılı anlatım yüz yüze olmadığı için yazılan her söz, yazıldığı gibi işlem görür. Dil mantığı işe yaramayabilir. Yazılı anlatım gücünü, yalnız yazarın dilini kullanmadaki ustalığından ve eksiksiz uygulayacağı yazım kurallarından alır. Bu da dili olgunlaştırır; kültür dili, edebiyat dili, sanat dili ortaya çıkar. |
Sözlü anlatım söylenir söylenmez unutulmaya başlar, çoğu kez aynı konuşmayı aynı biçimde bir kez daha dinleme şansımız yoktur. Yazılı anlatım ürünleri kalıcıdır. Yazıldığı günkü gibi yüzyıllarca kalır.26
Sözlü anlatımda hatip ve muhatap yer ve zaman unsurunu göz önünde bulundurarak bazen üçüncü şahıs, bazen ikinci şahıs, bazen tekil, bazen kendi adına, bazen de ilahi bir kuvvet adına, bazen de ilahi kuvvetin kendisinden naklen konuşabilir ve bunlar konuşmanın en güzel yönleri olarak takdir toplar.
Fakat aynı üslup yazı yazılırken kullanılırsa bir irtibatsızlık, bir kopukluk meydana gelir. Bu nedenle bir konuşma yazıya döküldüğünde okuyucunun, o yazıda bir kopukluk hissetmesi doğaldır. Okuyucunun, konuşmanın yapıldığı yerden ve zamandan uzak olduğu ölçüde bu kopukluğu daha çok hissedeceği ortadadır. Bu yüzden Arapça bildiği halde bir çok kimse, sırf Kur’an’ın üslubunu kavramadığı için, Kur’an üslubundaki irtibatsızlık ve kopukluktan şikayet etmektedir27… Bu nedenle, Kur’an ifadelerine konuşma dilinin özellikleri açısından bakıldığında, kopukluk ve irtibatsızlık gibi görülen hususların doğal olduğu görülür. Neticede ilahi mesajlar okuyucu için kaleme alınmış yazılı metinler değildir. İlahi mesajlar sözlü hitapların pasajlar halinde yazıya aktarılıp derlenmesinden oluşan vahiy muhtevalarıdır.28
Kur’an’ın Arapça konuşan bir elçiye gönderildiğine göre dilinin de Arapça olması gerekirdi. Yalnız her dilin oluşumunda tarihi süreç içerisinde toplumların iletişimde, kaînatı okumada, eşyayı betimlemede kültürün, coğrafyanın ve yörenin etkileri olmuştur. İşte Kur’an Arap’ın kaînatı okuma biçiminde kullandığı dili kullanmıştır. Bazen bazı kavramları Arap’ın kullandığı şekilde kullanırken bazen de onu dönüştürmüş geliştirmiş, bazen de Arap’ın hiç kullanmadığı (garibu’l Kar’an) kelimeleri kullanmış. Dolaysıyla buradan da şunu anlıyoruz ki; Arapça dilinin özelliklerinin ve vahyin indiği dönemde kullanım şeklinin bilinmesi gerekiyor. Her dilde olduğu gibi Arapçanın da kendine has özellikleri ve sorunları vardır (Tefsir ve fıkıh usul-ünün konuları bununla alakalıdır. Bu usulleri okuyanlar ne demek istediğimizi anlarlar). Buna dilin eksikliği veya zenginliği de diyebilirsiniz. Bu sorun Kur’an’dan kaynaklanan bir sorun değil, bir lisan olarak Arapçanın sorunudur. Bir kelimenin birden fazla anlama gelmesi mesela ‘Salat’; Dua, destek, ateş, namaz… anlamlarına gelmektedir. Bu sorun her dilde vardır; Türkçede “ yüz” kavramı gibi; insan çehresi, suda yüzmek, hayvan derisi yüzmek, sayı olarak yüz… Kelimelerin manaları kendi içlerinden çok onların kullanıldıkları yere uygunluğu ile ilgilidir. Cümle kalıbı içerisinde en uygun anlamı vermekle
sorun çözülecektir. Kur’an’ın dili sözlü anlatımdır (hitabet) sözlü anlatımın temeli ise dildir. Dil insanlar arasında iletişimi sağlayan en yaygın kullanım aracıdır. İnsan yazmaya başlamadan önce konuşmaya başlamıştır, konuştuğu dil yapısı üzerinden yazı formatını oluşturur. Bunu kimin kullandığı, nerede kullandığı, ne dediği, kime dediği, ‘o gün yaşayanlar için bunlar müphem anlatımlar değildir’. Dolaysıyla bu, siyak-sibak ve esbabı nüzulün oluşmasını sağlamıştır.29
Bilindiği gibi Kur’an yirmi küsur yıl içerisinde toplumsal talep ve ihtiyaçlara göre nazil olmuş olan bir kitaptır. Her ne kadar vahyin kaynağı ilahi olsa da kullandığı dil ve konuştuğu toplum beşeri düzlemde olan ve o toplumun dilsel kalıp ve düşünüş tarzlarıyla şekillendiği bir dildir. Yani bir anlamda vahiy Arap toplumunun dil yapısı ve düşünüş biçimiyle oluşturulmuştur. Arap toplumunda her ne kadar yazı yazma bilenler varsa da genellikle sözlü dil geleneği ve düşünüş yapısı toplumda hakim faktördü. Bu yüzden Kur’an’ı yüzeysel anlamda okuyan birisi bile bir çırpıda O’nun üslup ve muhtevasının farklı olduğu sonucuna varacaktır. “Çağır,” “İlet,” “Söyle,” Haber ver,” “Bildir,” tepliğ et,””Anlat,” “Öğüt ver,” “Selam de”gibi hitapların çokluğu onun içeriğinin baştan sona hitabet dilinin özelliklerine bağlıdır.30 Kur’an-ı Kerim’de sözlü dile ait unsurlar daha fazla dikkat çekmektedir. Kur’an’da kullanılan yeminler, müphemler, nida edatları, hitap tarzları, çok tekrarın olması, cevabı olduğu halde sorusu bulunmayan ifadeler vb. bunlar temelde sözlü dile ait unsurlar olup, Kur’an’ın yazılı bir metin olarak oluşturulmadığı anlamına gelmektedir. Yeminler karşılıklı konuşma dilinde olan fakat yazılı bir metinde olmayan bir üslup özelliğidir. Karşılıklı konuşma biçimindeki bildirimlerde muhatabı iknaya dönük bir dil kullanımından bahsedilebilir.31 Kur’an’da hitabetle ilgili birçok ilke yer almaktadır. Bu ilkelerin başında; güzel bir sözle hitap, yerinde ve zamanında konuşma (hikmet), ikna edici konuşma, konuşurken nazik olma, muhatabın anlayışına göre ölçülü ve dengeli olma, akla ve vicdana hitap etme, düşünmeye sevk etme, duyguları harekete geçirme gibi özellikler yer alır.32 Bundan dolayıdır ki Kur’an’ın muciz bir anlatımı vardır. Az sözle çok şey ifade tekniğini kullanmış pek fazla şahıs isimleri, yer, zaman belitmeyişi onun bu konuları müphem bırakması sözlü dil tekniğini kullanmasından kaynaklanmaktadır. Bizler için sorun olan bu kapalılık, o gün yaşayanlar açısından çok fazla sorun teşkil etmiyordu. Çünkü onlar Kur’an’ın bahse mevzu konu bağlamının yabancısı değildiler.
Kur’an muhataplarına birtaraftan dünya görüşü kazandırmayı amaçlarken, diğer taraftan da cennet yurduna ulaşma yolarını göstermeyi amaç edinir. Bundan dolayı vahy önermeleri insanın fıtri yapısına uygun bildirimlerde bulunur. hayatlarını dönüştürmek, alışageldikleri yanlış yaşam şekillerini ortadan kaldırmak vahyin çizgisinde şekillenen bir insan prototipi/toplumu oluşturmak için onlarla birebir irtibata girmesi, sorulan sorulara cevap vermesi , itirazlarına karşılık bulmaları onu o gün-bugün hem canlı kılmış hem de karşılıklı konuşma üslubunu beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda Kur’an yazı dilinin değil konuşma dilinin özelliklerini barındırır (Yazi dilinde anlatım genellikle giriş, gelişme, sonuç bölümlerinden oluşur). Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak isteyenler açısından onun anlaşılmasında bu özelliğini göz önünde bulundurmak anlamayı biraz daha kolaylayacaktır…
1 Yusuf 2. Zuhruf 3. Rad 37. Hac 16…
2 Kamer 17.
3 Hakka 43,44,45,46
4 Haşır 24.
5 Yunus 31. Hud 6.
6 Bakara 117. En’am 101.
7 Müminun 115. Mü’min 64.
8 Talak 3. Kamer 49.
9 Nisa 48.
10 Zümer 2,3. En’am 162.
11 Bakara 254, Yasin 47.
12 Enfal 3. Nemil 3.
13 Mü’min 28. Nahl 105.
14 Müminun 5. İsra 32.
15 Fatiha 4.
16 Bakara 3
17 Al-İmran44. Yusuf 102. Kehf 22,26.
18 Tevbe78. Rad 9,10.
19 Yusuf 81.
20 Tevbe 94,105. Araf 187-188. Hud 31. Enam 73
21 Hadid 3.
22 Neml 65.
23 Kehf 22.
24 Nisa 136, Ankebut 47, Yunus 37
25 İsra 88, Hac 54
26 Diledebiyat.net
27 Mevdudi, Tefhimül Kur’an c,1. S,
28 Mehmet Murat Karakaya. Kur’an’nın Anlaşılmasında Dil Proplemi. (yüksek lisans tezi)
29 Süleyman Gezer. Dil Bağlamında Yaklaşım (Çorum İlahiyyat Fakültesi Dergisi)
30 Bu knuyla ilgili ayetler: Maide92,99. En’am 70,80, 90, 92,126. A’raf 1,164,184,188,199. Tevbe11, 112. Yunus2,57. Hud2,12,57,114120. Yusuf104. Ra’d7,19,36,40. İbrahim 5. Hicr89.
31 Süleyman Gezer Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002
32 Sorularla İslamiyet sitesi