Toplu Helak, Allah’a Savaş Açmanın Bedeli
Muhammet Saki BULU / İnegöl / BURSA
Soru 1: Yüce Allah Fatır suresi 42-43 ayetlerinde mealen ‘Kendilerine bir uyarıcı gelince, ümmetler içinde en doğru yolda gidenlerden biri olacaklarına, and olsun ki, bütün güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi; fakat kendilerine uyarıcının gelmesi, yeryüzünde büyüklük taslamak ve kötü düzen kurmak ile uğraştıklarından sadece nefretlerini arttırdı. Oysa pis pis kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer. Öncekilere uygulana gelen yasayı görmezler mi? Sen Allah’ın yasasında bir değişiklik bulamazsın. Sen Allah’ın yasasında bir başkalaşma da bulamazsın.’ Buyurmaktadır.
Bu bağlamdaki ayetleri Yüce Allah’ın tabiat yasalarıyla ilgili bir değişiklik olarak mı algılamamız gerekiyor?
Yoksa toplumlarla olan ilişkilerinde de aynı yasa geçerli midir?
Toplumlarla olan ilişkisinde de aynı yasa geçerlidir diye düşündüğümüzde;
Yüce Allah’ın Hz. Hud. Hz.Şuayb, Hz. Lut, Hz. Nuh vb. peygamberlere mucizeler verip, bu peygamberlerin kavimleri inançsızlıkta diretince Allah bu kavimlere helak yasasını uygulamış. Hz İsa, Hz. İbrahim vb. bazı peygamberlere de mucize vermiş fakat bu kavimler de iman etmemelerine rağmen bu kavimleri helak etmemiştir.
Hz Musa Firavun kavmine birçok mucize göstermiş fakat firavunun kavmi iman etmeyince Allah bunları helak etmiş, Hz. Musa İsrail oğullarını suyun karşısına geçirdikten sonra birçok mucize göstermesine rağmen İsrail oğulları peygambere firavundan daha büyük zulüm etmişler fakat Allah İsrail oğullarına bu yasayı uygulamamıştır.
Hüseyin Bülbül Cevap 1: Kur’an’ın bahsetmiş olduğu değişmez olan “sünnetüllah” kavramı, ıslah olmayan ve Allah ile güç yarışına giren toplumlar başta olmak üzere; ahlaken bozulup azgınlaşan, adaletin ortadan kalkıp zulmün hâkim olduğu toplumlara uygulanan yasalardır. Bu nedenle “sünnetüllah” tabiri sadece toplumsal olaylarla ilgili olarak kullanılırken; tabiata konulan yasalar için de “adetullah” ifadesi kullanılmaktadır. Allah Teâlâ bu yasalarda dilediği zaman değişiklikler yaptığını ilgili ayetlerde görüyoruz. Örneğin İbrahim (as) ile ilgili put perest kavminin kavgasında:
“Onlar: «Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin» dediler. Biz de: «Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol» dedik.” (Enbiya 21/68-69)
İsa (as) ın bakire anneden meydana getirilmesi, yeni doğmuş bir bebekken konuşması, Musa (as) ın kavmine gösterilen kan, kımıl, çekirge, kuraklık gibi Tabiat ta konulam normal yasaların, Allah tarafından zaman zaman değiştirildiğini göstermektedir.
Sünnetullah konusundaki yasalar ise asla değiştirilmeyeceği vurgulanmaktadır. Özellikle gönderilen Peygamberlere karşı toplumunun davranışı sebebiyle nasıl tehdit edildikleri şöyle ifade edilmektedir:
“Memleketinden çıkarmak için seni nerdeyse zorlayacaklardı. O takdirde senin ardından onlar da pek az kalabilirlerdi” (İsra 17/76)
“Senden önce gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik bulamazsın.” (İsra 17/ 77)
Buradaki kanun, Peygamberlerin toplumları tarafından daima dışlanarak sürgüne gönderme gayretidir. Birkaç istisnanın dışında ki bunlar da bir önceki peygamberin kurduğu düzene varis olduğu için böyle bir durumla karşılaşmamıştır. Diğerleri ise ölümle tehdit edilmiş veya o beldeyi terke zorlanmıştır. Şayet bu sürgün gerçekleşecek olursa; Allah peygamberlerini taşrada muvaffak kılarak üzerlerine gönderir, onlarda orada uzun süre hâkim olamazlar demektir. Nitekim bize en yakın örnek Mekke halkının durumudur. Saltanatları Peygamberimizden sonra ancak sekiz yıl sürmüş, sonunda teslim olmaya mahkûm edilmişlerdir.
Ayrıca peygamberlerin içinde bulunduğu toplumda ona karşı tuzaklar kuranların fazla şanslarının olmayacağı gerçeği de vurgulanmaktadır:
“Andolsun ki münafıklar, kalplerinde hastalık bulunanlar, şehirde bozguncu haberler yayanlar, buna son vermezlerse; muhakkak seni onlarla mücadeleye çağırırız da sonra çevrende az bir zamandan fazla kalamazlar.
Lanetlenmiş olarak, nerede bulunurlarsa yakalanır ve hem de öldürülürler.
Allah’ın önceden geçenler hakkındaki kanunu budur. Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.” (Ahzab 33/61-63) Bunun anlamı, Allah ve elçisiyle savaşa girenler eninde sonunda kaybetmeye mahkûmdur. Çünkü “Allah: Andolsun ki Ben ve Peygamberlerim elbette galip geleceğiz, diye yazmıştır. Muhakkak ki Allah; Kavi’dir, Aziz’dir.” (Mücadele 58/21)
Genelde helak edilen toplumların ortak özelliği, Ahlaki çöküntüye uğramış olmalarıdır. Ne halleri ne de sözleri güven vermektedir.
“Var güçleriyle Allah’a yemin ettiler ki; kendilerine bir uyarıcı gelecek olursa; muhakkak ki, ümmetlerin herhangi birinden daha doğru yolda olacaklardır. Fakat kendilerine bir uyarıcı gelince; onların sadece nefretlerini artırdı.
(Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve kötü hileleri yüzündendir. Hâlbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde onlar öncekilerin kanunundan başkasını mı bekliyorlar? Sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.” (Fatır 35/42-43)
Allah Teâlâ, kendisine dayanıp güvenen ve ilahi ölçüler çerçevesinde mücadele edenlere uygulamış olduğu değişmeyen sünnetini de şöyle açıklıyor:
“Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı. Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.
Allah’ın önceden gelip geçmişlere uyguladığı yasası budur. Allah’ın yasasında değişme bulamazsın.
O sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra, Mekke’nin içinde onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Allah, yaptıklarınızı görendir.” (Fetih 48/22-24)
Yine bu konunun en yakın örneği Bedir savaşı: “(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” (Enfal 8/17) Bedirde size bin melek ile yardım ettik…(Enfa l8/9)” ayetlerinde olduğu gibi.
Zikredilen konulara dikkat edilirse tamamı toplumsal olaylarla ilgilidir. Toplumsal bozulma aynen gang iren olmuş bir uzuv gibidir. Bu uzvu kesmeden kalanı kurtarmak mümkün değildir. Bunun en açık örneğini Nuh (as) ın kavmi ile olan mücadelesinde görüyoruz: “Nuh dedi ki: «Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım.» Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. «Ben onları senin bağışlaman için her davet ettiğimde, onlar parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, ısrar ettiler, kibirlendikçe kibirlendiler.» «Sonra ben onları açık açık çağırdım.» Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır. Size gökten bol bol yağmur indirsin.» Sizi, mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın. Ne oluyorsunuz ki Allah’a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz?” (Nuh71/5-13)
Nihayet toplumun durumundan bir hayır çıkmayacağını görünce, Rabbine şöyle dua ediyor:
“Nûh dedi ki: «Ey Rabbim! Onlar bana isyan ettiler; malı ve çocuğu hüsrandan başka bir şeyini artırmayan kimsenin ardına düştüler.» «Büyük büyük tuzaklar kurdular.» Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Ved’den, Suvâ’dan, Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’den asla vazgeçmeyin! Böylece birçoğunu saptırdılar; Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır.” (Nuh 71/21-24)
Nihayet gelinen son noktada:
“Nuh dedi ki: «Rabbim! Yeryüzünde hiçbir inkârcı bırakma.» «Zira sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar.» Rabbim! Beni, ana-babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla, zalimlerin de ancak helâkini arttır.»(Nuh 71/26-28)
İşte toplumları dünyada iken topluca helake götüren anlayış budur. Bu anlayışa ulaşan toplumlar aynı kaderi paylaşırlar. İlahi adalet bunu gerektirir. Burada bilmemiz gereken, bu kararı verenin Peygamberler değil Allah Teâlâ olduğudur. Bu iş ne bize göre ne de size göredir. Ancak Allah’a göredir. O hali bildiği gibi geçmişi ve geleceği de aynı şekilde bilmektedir. Eğer bu toplumlarda gelecekte hakkı kabullenmek gibi bir ışık olsaydı Allah bunları da imhal (hidayetlerine kadar tehir) ederdi. Bu konularda bize şu ayet ışık tutmaktadır:
“Şüphesiz Allah katında canlıların en kötüsü, düşünmeyen “sağırlar ve dilsizlerdir”. Allah onlarda bir iyilik görseydi onlara işittirirdi. Onlara işittirmiş olsaydı yine de yüz çevirirlerdi, zaten onlar dönektirler.” (Enfal 8/22-23)
Helak edilen kavimlerle ilgili adil olan Allah, imhal ettiği kavimler için de adildir. Musa (as) dan sonra kırk yıl başı boş çöllerde dolaşan İsrail oğullarına Talut ile yeniden hükümranlık vermiştir. Ardından Davut ve Süleyman (as) ile İsrail oğullarına altın çağını yaşatmıştır. Tevratta şu hükmü de koymuştur:
“Biz İsrailoğulları’na Tevrat’ta şu hükmü verdik: «Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve muhakkak büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.»
Birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Onlar, evlerin aralarına girip araştırdılar. Bu yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.
Bunun ardından sizi onlara galip getireceğiz; mallar ve oğullarla size yardım edecek ve sizin sayınızı artıracağız.
Eğer iyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük ederseniz yine kendinizedir. Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, yüzlerinizi üzüntüye sokmaları, kötülük yapmaları ve ilk kez girdikleri gibi yine Beyt-i Makdis’e girmeleri, ele geçirdikleri yerleri mahvetmeleri için onları tekrar göndereceğiz.
Olur ki Rabbiniz size merhamet eder. Ama siz tekrar dönerseniz biz de döneriz. Cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan yaptık.” (İsra 17/4-8)
Buradaki tehdit kıyamete kadar baki olduğu gibi, sadece İsrail oğulları için yapılmış bir tehditte değildir. Tüm insanlığı kapsayıcı bir özelliktedir. Hangi toplum azarsa, Allah gerektiği şekilde onları cezalandıracak demektir. Bunu dilerse tabii afetlerle yapar, dilerse güçlü kullarının eliyle yapar. Ziya paşanın veciz ifadesiyle: “ Bir iti bir ite boğdurur Allah; La havle vela kuvvete İlla billah.”
İsa (as) da İsrail oğulları içerisinden çıkartılmış bir elçidir. Toplumun içerisinde Tevrat’a iman eden ve doğru bir anlayışta bulunan kimseler olduğu gibi, İsa (as ) ma ve İncil’e iman eden kimselerin de bulunduğunu Kur’an şöyle bildirmektedir:
“İman edenlere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve Allah’a ortak koşanları bulursun. Ve yine iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da: «Biz Hıristiyanlarız» diyenleri bulursun. Çünkü onların içlerinde keşişler ve rahipler vardır. Ve onlar büyüklük taslamazlar.
Resule indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: «Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.»
Rabbimizin bizi iyilerle birlikte bulundurmasını gönülden arzu ederken, biz ne diye Allah’a ve bize gelen gerçeğe inanmayalım.» derler.
Böyle demeleri sebebiyle Allah onları altlarından ırmaklar akan cennetlerle mükâfatlandırmıştır. Orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte iyilik yapanların mükâfatı budur. (Maide 5/82-85)
Görüldüğü gibi İsa (as)dan sonra o toplumların içinde zikir ehlinin bulunduğunu görüyoruz. Bu durumda devreye şu yasa giriyor:
“Bir vakit de, «Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap ver» demişlerdi.
Hâlbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azab edecek değildi. İstiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azab edecek değildir.” (Enfal 8/32-33)
“Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullarını görmektedir.” (Fatır 35/45)
İsa (as)’a sağlığında inanan çok az havarisi bulunurken, bir dönem sonra Roma bu dini kabul ederek baştan sona “Hıristiyan” olmuştur. Bu olay o günü yaşayan insanlara gaybdı. Ancak gelecek zamanın nelere gebe olduğunu, yarınların ne getireceğini bilen Allah, bu sebeple Mısırdan çıkan İsrail oğullarını ve aynı ailenin devamı olan İsa (as) ve kavmini helak etmemiş; Onların içinden hayırlı bir nesil çıkarmıştır.
Soru 2: Resulullah Kavimlerin helakini anlatan Hud suresinin kendisini ihtiyarlattığını dile getirmiştir. Helak kıssalarının anlatıldığı bu sureden sonra Resulullah’ın Medine ye hicretinden sonra, Mekkeli müşriklere yönelik herhangi bir helak olmamıştır.
Sonuç olarak; Allah’ın tarih içerisinde insan ve toplumlarla ilişkisinde sabitliğin aksine değişkenlik gözükmektedir. Allah’ın kavim ve toplumlar ve peygamberleriyle olan değişkenlik ‘değişmez yasallık’ anlamındaki sünnetüllah kavramına rağmen nasıl anlaşılmalıdır?
Cevap: Resulullah’ı ihtiyarlatan kavimlerin helakinin bu surede anlatılmış olması değil, Emrolunduğun gibi dos doğru ol”ayeti olduğu rivayet edilmektedir. Konu şöyle zikrediliyor:
“Andolsun ki, Musa’ya kitabı verdik, yine de onda ihtilafa düşüldü. Eğer Rabbinden daha önce verilmiş bir karar olmasa idi, elbette haklarında hüküm verilmiş bitmişti. Muhakkak ki onlar, bundan şüphe içindedirler.
Gerçekten de onların her biri öyle kimselerdir ki, yaptıklarının karşılığını Rabbin kendilerine hakkiyle ödeyecektir. Çünkü O, onların yaptıkları her şeyden haberdardır.
İşte bundan dolayı emrolunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tevbe edenler de (doğru olsunlar). Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki O, bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.” (Hud 11/110-112)
Peygamberimizin hicretinden sonra Mekke halkının niçin helak edilmediğine gelince kısman yukarıda gerekçesini vermiş olduk ama işin en önemlisi şu ifadede yatmaktadır:
“Onlar inkâr eden ve sizin Mescid- i Haram’ı ziyaretinizi ve bekletilen kurbanların yerlerine ulaşmasını men edenlerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle, mümin kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle bir vebalin altında kalmanız ihtimali olmasaydı, Allah savaşı önlemezdi. Dilediklerine rahmet etmek için Allah böyle yapmıştır. Eğer onlar birbirinden ayrılmış olsalardı elbette onlardan inkâr edenleri elemli bir azaba çarptırırdık.” (Fetih 48/25)
Mekke halkı içerisinde hicretten önce ve sonra gizli ve açık iman eden insanların varlığını görüyoruz. Hicretle birlikte tebliğ süreci tamamlanmamış bilakis devam ediyor. Hudeybiye antlaşmasından sonra Mekke’nin en önemli şahsiyetlerinden olan Halid bin Velid ve Amr İbni As gelip Müslüman olmuşlardır. Bu durum gösteriyor ki ilk öfkeyle saldırıdan sonra toplum düzelme yoluna girmiştir. İçlerinde bir takım fanatikler olsa da, zaman her şeyin ilacı olarak hükmünü icra etmiş; Ebu Cehlin oğlu İkrime de samimi bir Müslüman olmuştur. Her şeyi bilen Allah bunu da bildiği için Mekke ve çevresini imhal etmiş. Gün gelmiş Mekke halkı Yediden yetmişe Müslüman olmuştur. Mekke’nin düşmesine rağmen direnen Taifeliler de kendi ayaklarıyla gelerek İslamın üstünlüğünü kabul edip Müslüman olmuşlardır.
Bu uygulamalarda her hangi bir çelişki yoktur. Zaten olması da mümkün değildir. Çünkü Rabbimiz: “Kuran’ı durup düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasından gelseydi, onda bir çok çelişkiler bulurlardı.” (Nisa 4/82) buyurmaktadır.
Sonuç olarak toplumsal olaylara uygulanan sünnetüllah konusunda değişmezlik söz konusu iken; tabiata konulan yasalarda Allah kullarını teczif, te’dib ve taltif için değişiklikler yaptığını ve kıyamete kadar da yapacağını bildirmektedir:
“İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunup bol nimet verdiğinde «Rabbim bana ikram etti» der. Amma onu imtihan edip de rızkını darlaştırdığı vakit de der ki: «Rabbim bana ihanet etti.» (Fecr 89/15-16)
Hud (as):” «Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O’na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin günahkâr olarak dönüp gitmeyin.” (Hud 11/52)
“Eğer Allah rızkı kullarına bol bol verseydi, mutlaka yeryüzünde azgınlık ederlerdi. Fakat O dilediğini belli bir ölçüye göre indiriyor. Şüphesiz ki O, kullarından haberdardır, onları hakkıyla görür.” (Şura 42/27)
“De ki: «Ey mülkün sahibi Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de onu çeker alırsın, dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır senin elindedir. Muhakkak ki, Sen her şeye kâdirsin.” (Ali İmran 3/26)



