
Hadislerin Rivayet Sürecinde Uğradıkları Değişimin Nedenleri
Peygamberimize izafe edilen söz, sukut ve fiillerin Literatürde hadis olarak isimlendirildiğini biliyoruz. Hadislerin kitaplara kaydedilme işlemi ise, vürudundan/ vukuundan uzunca bir zaman sonra mümkün olmuştur. Bunun sebebi ise; Peygamberimizin (a.s) “Benden Kur’an’dan başka herhangi bir şey yazmayın” buyurmuş olmasıdır. İnsanların Kur’an’la karıştırmalarından korkulduğu için böyle yapıldığı söylenmekle beraber, bunun dışında da bir takım sebeplerinin olabileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir.
Çünkü aynı yasağı Hz. Ömer (r.a) kendi döneminde de tekrar etmiştir. Sebep sadece Kur’an’la karıştırma korkusu olsaydı Rasulün vefatından sonra bu sebep ortadan kalkmıştı. Resulullah’ın vefatıyla birlikte vahiy noktalanmış, Hz. Ebu Bekir döneminde de Mushaf iki kapak arasına alınarak kitaplaştırılmıştı. Hz. Ömer’in kaygısı “İnsanların bu sözleri Kur’an’ın önüne geçirmeleri korkusu idi. Bu endişe Hz. Osman ve Hz. Ali (r.a.) dönemlerinde de devam etmiş aynı şeyi onlarda yasaklamışlardır. Bu nedenle Hadisler yaklaşık yüz yılı aşkın bir zaman ağızdan kulağa nakledilerek taşınmış; sonra da kitaplara yazılmaya başlanmıştır. Bu gün eldeki kaynakların tarihleri bellidir. İmam Malık: M. D.712- Ö.795, İmam Buhari M. D. 810-Ö. 870, İmam Müslim M. D.821- Ö.875, İbni Mace M. D. 824 Ö. 886 . Rasulullah (a.s.) 632 m. Yılında vefat ettiğine göre imamların vefatı ile arasında en erken’ine göre: 795-632= 163 yıl; en geç olana göre de : 886-632= 254 yıl ara vardır. Bunların yaşadığı ve ilmen verimli olduğu dönem için 50 yıl geriye gidersek yaklaşık 110 ile 200 yıl gibi bir zamanın geçtiğini görürüz. Bu süre içinde hadisler o raviden bu raviye ağızdan kulağa nakledilerek gelmiştir. Bazıları daha önceleri bazı kayıtlar yapmış olsa da geneli hafızalarda taşınmıştır.
Bu durumu değerlendirirken bilmeliyiz ki, karşımızda Rasulullah (a.s.) konuşuyor biz de bu sözleri ondan dinliyor değiliz. Eğer böyle olsaydı Resulullah’ın her sözünü başımız üstüne, işittik ve itaat ettik, işittik ve kabul ettik diyerek karşılamamız gerekirdi. Sahabenin bizden farklı yanı da budur. Onlar sözü sahibinden dinliyorlardı. Bugün bizim muhatap olduğumuz bu rivayetler, yüz yılı aşkın bir zaman ravilerin ağızdan kulağa naklettikten sonra, en son ravinin ifadesiyle kitaplara geçen sözlerdir. Bu nedenle hadisi tanımlarken bunu şöyle ifade ediyoruz:
Hadis, Peygamberimizin söylediğini söyleyenlerin sözleridir. Bu sözleri ve eylemleri resulullaha izafe ederek nakletmektedirler.
Her ravi, duyduğunu anladığı gibi kendi kelimeleriyle nakletmiştir. Peygamberimizden, O’nun ifade ettiği kelimelerle aynen (Lafzi mütevatir olarak) nakledilen tek bir hadis mevcuttur ki, o da “Men kezebe aleyye” kim bana bir yalan isnadında bulunursa cehennemdeki yerine hazırlansın hadisidir. Ravi sayısına göre Mütevatir olarak yapılan nakiller de dâhil hepsi manen nakledilmiştir. Bunun anlamı şudur, her ravi işittiği hadisi anladığı gibi kendi kelimeleriyle nakletmiştir. Bu nedenledir ki dil bilimciler cahiliye şiirlerini eski Arap dili için örnek alırken hadis metinlerini Arapça metin olarak örnek almamışlardır. Durum böyle olunca, sözü ilk söyleyenin maksadı çoğu zaman muhafaza edilememiştir. Bunun için ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun İşitmede, anlamada ve nakilde yapılan hatalar Resulün sözlerinde anlam kaymasına sebep olmuş, sözün maksadı değişmiştir.
Hz. Aişe validemizin hadisleri tenkit edişinde bunun ilk örneklerini görüyoruz. Daha birinci kuşak sahabeden olan zevat Peygamber (a.s)’dan duyduklarını anladıkları gibi naklediyorlardı. Bununla ilgili örnekleri birlikte değerlendirelim.
“Ölü ailesinin kendisi için ağlamasından dolayı azaba uğratılır” diyen Ömer ve İbni Ömer’e Hz. Aişe (r.a) “sizler yalancı olmaksızın hadis rivayet ediyorsunuz. Ama kulak hata edebilir. Allah’a yemin ederim ki ailesinin ağlamasından dolayı Allah Teâlâ’nın ölüye azap edeceği konusunda bir şey söylememiştir. “Allah’ın kitabı size yeter”, kimse başkasının suçunu taşımaz” diyerek (53/38.) ayetini okuyarak onların hatasını düzeltmiştir.
Yine kendisine ulaşan yanlış bir rivayeti Hz. Aişe validemiz şöyle düzeltmiştir. Resulullah (a.s) Bedir’de müşriklerin cesetlerinin atıldığı kuyunun başında durarak şöyle dedi “Onlar benim söylediklerimi duyuyorlar” diye rivayet eden sahabelere “Yine bu sözü de yanlış anlamışınız. Resulullah’ın sözünün aslı şöyledir: “Onlar (müşrikler) şimdi kendilerine söylediğimin hak olduğunu biliyorlar”. Bunun arkasından da Hz. Aişe (r.a) onlara şu ayeti okur: “Dirilerle ölüler de bir değildir. Doğrusu Allah dilediği kimseye işittirir. Ey Muhammed! Sen kabirlerde olanlara işittiremezsin.“(35/22)
İsra gecesi Resulullahın Rabbini gördüğü ile ilgili yapılan nakilleri de şöyle reddeder: “Amir, Hz. Aişe ye “Ey Anacığımız Muhammed (a.s) İsra gecesi Rabbini gördü mü?” diye sorduğunda, ona şöyle cevap verir “Söylediğin bu söz tüylerimi ürpertti. Senin üç meseleden haberin yok mu?
- Kim Muhammed (a.s.)’ın Rabbini gördüğüne dair bir rivayette bulunursa yalan söylemiştir. Ve peşinden şu ayeti okur:
”Gözler onu idrak edemez, fakat o gözleri idrak eder. O latiftir, her şeyden haberdardır.”(Enam 6/103)
Vahiy veya perde arkasından olmadan Allah’ın bir insanla konuşmuşluğu yoktur. (Şura 42/51)
- Kim sana yarın ne olacağını bildiğine dair bir şey söylemişse yalan söylemiştir.
“Hiç bir nefis yarın başına ne geleceğini bilmez.”(31/34)
- Kim sana Resulullah’ın bir şey gizlediğine dair bir nakilde bulunursa yalan söylemiştir.
“Ey Resulüm Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan Allahın elçiliğini yapmamış olursun…”(5/67) ayetini okuyarak görüşlerinin doğruluğuna Kur’an’dan delillerini getirmiştir.
Yine Ebu Hureyre’den Resulullahın “Şu üç şeyde uğursuzluk vardır; atta, evde ve kadında” dediğini işitince Hz. Aişe (r.a) Ebu Hureyre’ye sitem ederek ”Allah onun hayrını versin lafın başını aklında tutarsa sonunu kaçırır, sonunu tutarsa başını kaçırır. Bu sözünde Peygamber cahiliyenin anlayışından bahsediyordu. Yani onlar bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna inanırlardı” diye onların yanlışta olduklarını söylemişti diyerek düzeltir ve “Bütün işler Allah’a döndürülür“(2/210) ayetini de peşine ekler.
Hz. Aişe validemizin olayları çözmede, hataları yanlışları düzeltmedeki bu yöntemi, her zaman için genel geçer bir kural olarak altını çizerek bizler de müşküllerimizi Kur’an’ın rehberliğinde çözmemiz gerekir. İşte Kur’an’ı merkeze almanın anlamı da budur. Bütün işlerimizin meşruiyetinin delilini Kur’an’dan almalıyız. Kur’an’ın hikmetine sahip olan insan ne güzel bir tespitte bulunuyor “Kulak duymada yanılabilir”. Bu nedenle duyduklarımızı mutlaka Kur’an’la test ederek almamızın doğru olacağını örneklerle ortaya koymuştur.
Kur’an neslinin ilk halkasında meydana gelen bu hadiselerden sonra Hz. Ömer (r.a) hilafeti yıllarında hadisleri yazdırmayı düşünüyor. Fakat halkta ki eğilimi görünce “Bunlar bu sözleri Kur’an’ın önüne geçirirler” diyerek bu işten vazgeçiyor ve bütün valilere genelge göndererek bölgelerinde hadis yazanların yazdıklarını imha etmelerini söylüyor. Bu durum Ömer bin Abdülaziz dönemine kadar devam ediyor.
Ömer bin Abdülaziz hadislerin tedvin edilmesi için Medine kadısı Ebu Bekir İbni Hazm’a emir veriyor. Ancak hadis tedvininde İbni Şihab Ez Zühri ilk tedvine başlayan kişi olmuştur. Kitaplara girme işi ise Hicri 150’den sonraya kalmıştır.
Bu badire de iyi niyetli insanların işitmede ve sözün maksadını kavramada gösterdikleri hataların yanında Ehli Kitap’tan İslam’a girmiş olanların da önceki kültürleriyle alakalı birçok sözü (İsraililyyatı) İslam’a bulaştırmışlardır… Bir de bunlara bu toplumun içinde zuhur eden, dini ve siyasi fırkaların kendilerine Pesulullahın sözünden destek sağlamak amacıyla yaptıklarını ilave edince milyonlarca söz piyasada milletin diline dolanmıştır. Muhaddislerin bunların yanlışını doğrusundan ayırmak için gösterdikleri gayretler sonucunda ayıklanmaya çalışılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda en çok şu konularda söylenen sözlerin mevzu olduğu kanaatine varılmıştır. Bunları M. Yaşar Kandemir, Mevzu Hadisler isimli eserinde şöyle sıralamaktadır:
Senenin veya haftanın belirli gün ve gecelerinde kılınması tavsiye edilen namazlar hakkındaki hadisler ile, Recep ayının ve bu aydaki tutulacak oruçlar hakkındaki hadisler mevzudur.
Belirli tarihlerde bazı hadiselerin cereyan edeceğini haber veren hadisler.
Kıyamet alametlerinin muayyen aylarda zuhur edeceğini beyan eden hadisler.
Türkleri, Habeşlileri, Sudanlıları zemmeden hadisler.
Ebu Hanife ve İmam Şafi’nin adlarını anarak medh veya zemmeden hadisler.
Hızır ve İlyas (a.s)’ın hayatlarından bahseden hadisler.
Mürcie, Cehmiye, Kaderiye, Eş’ariye mezheplerinden bahseden hadisler.
İskenderiye, Dimyat, Basra, Bağdat, Kazvin, Ürdün, Abadan, Cidde, Askalan, Nusaybin, Antakya, Horasan, Taklan, Şaş, Merv, Buhara, Semerkant, Tus, Cürcan, Herat, Kayrevan, sebte, Fas gibi şehir ve memleketleri medheden veya zemmeden hadisler.
Peygamberin veya diğer büyük zevatın kabirleri hakkında ileri sürülen hadisler sahih değildir.
Aşure gününün faziletinden ve o gün sürmelenmek, süslenmek veya hüzünlenmek, namaz kılmak, infak etmek ve aşure çorbası pişirmekten bahseden hadisler.
Mercimek, pirinç, bakla, patlıcan, portakal, üzüm, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva gibi yiyecek maddeleri ve gül, nergis, menekşe gibi çiçek ve bitkiler hakkındaki hadisler.
Sokakta yemek yemeyi ve eti bıçakla kesmeyi yasaklayan ve etin faziletinden bahseden hadisler.
İçinde Hz. Aişe’nin lakabı olan “Humeyra” kelimesi bulunan veya “ya humeyra” diye başlayan hadisler.
Ressulullahın “ya Ali falan şeyin üç alameti vardır” diye başlayarak Hz. Ali’ye muhtelif vasiyetlerde bulunduğu iddia edilen hadisler. Bu sözde hadisler “Vesaya’n-Nebi” adıyla bir kitapta toplanmıştır. Bunların içinde sadece “Ey Ali, Harun’un Musa’ya olan yakınlığı ne ise sen de bana öylesin” hadisi sahihtir. “Vasaya Fatıma” ve “Vasaya Ebi Hureyre” adıyla Hz. Resulullahın Hz. Fatıma ve Ebu Hureyre’ye olan sözde vasiyetlerini ihtiva eden hadisler tamamen uydurmadır.
Kur’an’ı Kerim surelerinin faziletleri hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır. Suyuti’nin beyanına göre hakkında hadis varit olan sureler şunlardır: Fatiha, Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, En’am, A’raf, Tevbe, Kehf, Yasin, Duhan, Mülk, Zelzele, Nasr, Kafirun, İhlas ve Mu’avvizeteyn.
İmanın artıp eksilmesi hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır.
Akıl hakkındaki hadislerin çoğu uydurmadır. Davud İbni’l Muhabir (ölm. 206/821)’in, bu mevzuda uydurduğu hadisleri ihtiva eden bir nüshası vardır.
Çocuğa Muhammed ya da Ahmet adını koymanın faziletine dair sahih hadis yoktur.
Evladı zemmeden hadislerin tamamı uydurmadır.
Bekarlığı öven hadisler.
Beyaz horozu medheden hadisler.
Akik taşından yapılmış yüzükleri takmanın fazileti hakkındaki hadisler
Mescide kandil, lamba takmanın ve hasır sermenin sevabı hakkındaki hadisler.
Ticareti zemmeden ve malın fitne olduğundan bahseden hadisler.
Meşhur muhaddislerin meydana getirdiği bir sened zinciriyle Hz. Peygamberden veya Hızır (a.s)’dan, Hasanül Basri, İmam Cafer Sadık gibi büyük zevattan rivayet edilen haberin akabinde bazen “bundan şüphe eden kimse kafir olur” şeklinde bir beyan bulunur. Umumiyetle bu nevi nakillerde uydurmadır.
Hadisleri Peygamberimize isnat etmenin en doğru yolu Hanei Saadetin hikmetinden nasibini almış olan Hz. Aişe validemizin ortaya koyduğu Kur’an’a dayanarak metin tenkidini yapmaktan geçmektedir.
Metin tenkidi, herhangi bir hadisin metninin ifade ettiği manayı / hükmü masaya yatırarak Kur’an’a uygunluğunun gözden geçirilmesidir. Hadisin ortaya koyduğu şey Kur’an’ın herhangi bir ayetiyle veya Kur’an’ın bütün olarak ifade ettiği genel anlayışa aykırı olmamasına bakılır. Uygunsa alınır değilse bırakılır. Çünkü hiçbir Resul kendi kitabıyla çelişkiye düşecek bir söz söylemez. Bunun yolunu Resulullah’tan hemen sonra Hz. Aişe validemiz açmıştır.
Ancak bunu yapmak için Kur’an’ın bilinmesi ve konuyla ilgili ayetler verilerek iddiamızın müdellel olması sağlanmalıdır. Bugün ravi zincirini inceleyerek bir yere gelebilmenin imkânı kalmadığı gibi, sağlıklı bir sonuca ulaşmak için tercih edilecek bir yanı da yoktur. İnsanların insanı değerlendirmesinden ibaret olan bu yöntemde birinin ölçüsüne göre sıka olan bir ravi başkasına göre olmayabiliyor. Bir örnek olması açısından Buhari’nin Ebu Hanife’yi değerlendirmesini verebiliriz. Buhari, Kitab uz Zuafa’sında şöyle diyor:
“Tenzih ederim o Allah’ı ki, toprağın temiz karnını Ebu Hanife’nin pis vücuduyla kirletti. Kendisine üç kere tövbe teklif edilmiştir, ancak tövbe edip etmediği bize ulaşmadı”. Bu insanın günahı nedir? Buhari ye göre bazı hadisleri zayıf ve Kur’an’a aykırı bulduğu için almamış ve kendisi içtihadıyla amel etmiştir. Bunun için yukarıdaki kanaatini kitabına almıştır. Bu nedenle insanların kıstaslarıyla değil Allah’ın kitabıyla değerlendirmek daha doğru bir yöntem olduğuna inanıyoruz.
Bunun için iki şeyin çok iyi bilinmesi gerekir. Birincisi Kur’an ikincisi de Kur’an’ın bize takdim ettiği Resul ve Nebi kimliğini.
Allah Teala Kur’an’ı bize şöyle takdim ediyor:
“Kur’an’ın üzerinde düşünmüyorlar mı? Şayet (o) Allah’tan başkası katından olsaydı, onda çok çelişkiler bulurlardı.”(4/82)
“Bu kitabın indirilmesi, güçlü ve bilge olan Allah katındandır. Ey Muhammed! Biz sana kitabı hak ile indirdik. Öyle ise dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et.”(39/1-2)
“Biz bu kitapta insanlar için her çeşit örneğe yer verdik. Fakat insan tartışmaya en düşkün bir varlıktır.”(18/54)
“Biz size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için de bir öğüt indirdik.”(24/34)
“Sana ‘sen okumuşsun’ desinler diye ve bilen bir topluma O’nu açıklamak için ayetleri böyle türlü türlü anlatıyoruz.”(6/105)
“Suçluların yolu iyice belli olsun diye ayetleri böyle açıklıyoruz.”(6/55)
“Ey inananlar! Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerde olana bir şifa, inananlara bir rehber ve rahmet gelmiştir. De ki, bunlar Allah’ın bol nimeti ve acımasıyladır’. Buna sevinsinler. Bu onların topladıklarından daha hayırlıdır.”(10/57)
Allah, inananların içerisinden elçi seçtiği kimselerin ve özellikle de son elçi olan Muhammed (a.s)’ın görev ve yetkileriyle ilgili olarak da şu bilgileri vermektedir:
“(Ey Muhammed) De ki, size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum, size ben bir meleğim de demiyorum. Ben ancak bana vahyolunana uyuyorum’. De ki, kör ile gören bir midir? Hiç düşünmüyor musunuz?’”(6/50)
“De ki, ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın tek bir ilah olduğu vahyolunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan bağışlanma dileyin, ortak koşanların vay haline.”(41/6)
“De ki, “Ben diğer elçilerden farklı türedi biri değilim, ne benim ne de sizin başınıza gelecekleri bilmem, ben ancak bana vahyolunana uymaktayım, ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”(46/9)
“(Ey Muhammed) Senden önce de hiçbir insana ölümsüzlük vermedik. Sen öleceksin de onlar ebedi mi kalacaklar?”(21/34)
“De ki, Allah dilemedikçe ben kendime bir fayda ve zarar verecek güce sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim daha çok iyilik yapardım ve bana kötülük de dokunmazdı. Ben ancak inanan insanlar için bir uyarıcı ve müjdeciyim.”(7/188)
“Sen, sana bu kitabın vahyolunacağını ummazdın. O ancak Rabbinin bir rahmetidir. Öyleyse sakın inkârcılara arka çıkma.”(28/86)
“De ki, beni Allah’a karşı kimse koruyamaz ve ben de ondan başka bir sığınak bulamam. Benim yaptığım sadece Allah katından geleni duyurmak ve onun mesajını iletmektir.”(72/22)
“Ey Muhammed! sen sevdiğini doğru yola eriştiremezsin, ama Allah dilediğini doğru yola eriştirir. Doğru yolda olanları da en iyi O bilir.”(28/56)
“Eğer (Muhammed) Bize bazı sözler isnat etmiş olsaydı, Biz onu kuvvetle yakalar ve onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de O’nu koruyamazdınız.” (69/44-47)
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Allah inkârcıları doğru yola iletmez.”(5/67)
“(Ey Muhammed!) De ki, bana dini Allah‘a has kılarak sadece O’na kulluk etmem emredildi. Müslümanların ilki olmam emredildi. De ki, Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım. De ki, ben dinimi Allah’a has kılarak O’na kulluk ederim.”(39/11-14)
Zikredilen ayetlerde Peygamberimizin görev ve yetkilerinin sınırları belirlenmekte, yetkilerinin sınırları çizilmektedir. Kur’an’ın bize tanımladığı peygamber portresi budur. Gaybı bilmeyen, gelecekten haber vermeyen, dilediğini değil kendisinden isteneni yapan, dini Allah’a has kılan, Allah’ın vahyinden başkasına tabi olmayan, vahiyle bilgilendirilmediği konuda konuşmayan, Kur’an’la konuşan ve Kur’an’ı konuşan bir elçi…
Böyle bir elçiye inanan insanların ona isnat edilen hadisleri değerlendirirken bunu dikkate almaları gerekmektedir. Bilmeleri gerekir ki ki, Kur’an’da olmayan bir konuda resulullah konuşmaz ve konuşamaz. Allah’ın bildirmediğini bilemez ve bildiremez.
Ancak hakkında vahyi bir malumat olmayan nice konularda peygamber konuşturuluyor ve Allah’ın gaybi bilgileri deşifre ettiriliyor. Kıyamet alametleri, kabir hayatı, cennet ve cehennem, şefaat, ilk yaratılış, peygamberlerin mücadelesi ve kavimlerin helaki gibi konularda Kur’anî olmayan nice haberler bu tip hadislere dayandırılıyor.
Bilgi kaynağı vahiy olan bir Resulün, vahyin bilgilendirmediği konularda bilgi sahibi olması düşünülemez. Bunlardan kurtulmanın yolu, gaybi konularla ilgili tüm haberleri Kur’an’ın hakemliğine götürerek çözmeliyiz. Gaybın dışındaki olayları da tarihi vakıalara uygunluğu, aklın ilkelerine ters olmaması, kevnî ayetlere uygunluğu ve eşyanın tabiatıyla çelişmemesi durumuna göre almalıyız.
Bunu hep yapmalıyız. Şuna inanıyoruz ki, doğrular üzerinde düşünüldükçe, muhakeme ve mukayese edildikçe doğruluklarından bir şey kaybetmezler. Bilakis daha da sağlamlaşıp mukavim olurlar. Fakat yanlışların üzerinde düşünmeye tahammülü yoktur, düşünüldükçe yanlışlığı ortaya çıkar ve yok olup gider. Sizler de Kur’an’la düşünün ve Kur’an’ı düşünün yanlışlar yokluğa mahkûm olacaktır.


