
“Gerçekten bir sanattır yaşamak. Başarabilene, karşısına geçip zevkle seyredebileceği… Hayat okulu dediğimiz yerde öğrenilen. Doğumla başlayan, ölümle biten bir okulda.”
Ah bu koca şehir nasıl da kaybediyor bizi kendinde. Gelip de içine bir dalmaya gör. Deryadaki damladan farkın kalmıyor. Kimsin, nesin, necisin önemli değil onun için. Şöyle bir lokmada yutuveriyor önüne geleni. Ondan mıdır acaba farklarımızı fark edemeyişimiz? Ondan mıdır acaba kendimize yabancılaşmamız?
Merak edip insanlık tarihine mi bakmak lazım, bu hep böyle miydi acaba diye? Sosyolojik açıdan incelenince farklı süreçler çıkıyor karşımıza. Yüzyılımıza gelinmeden kırsal yaşamın hâkim olduğu bir hayat tarzı görüyoruz. Bu hâli ile sanki, kendi ile baş başa kalmaya, kendinin farkında olmaya daha müsait imkânlar sunmuş insana. İletişim anlamında da insanlar daha yakın, daha doğal ilişkiler kurabilmişler. Gerçi o gün için onlara “zor” gelen başka sıkıntılar yaşıyorlarmış tarihi kayıtlara göre. Ama en azından “kendi olamamak gibi bir sorunları yoktu” diyebiliriz. Ya da “kendi olmak gibi bir lüksleri vardı.” Bugünün lüks ve modern yaşam felsefesine inat edercesine.
Kentsel yaşamın hatta metropollerin ortaya çıkışı ile şekillenen modern zamanlar birçok lüksü ve kolaylığı getirirken kendi olmayı imkânsızlaştırmış adeta insan için. Değişen yaşama ayak uydurma çabaları modern insanın en büyük gayesi oluvermiş hâliyle. Varoluşunu devam ettirebilmek adına da yeni kabul gören sistemi, “sürü psikolojisi”ni baştacı etmiş. “Kim olduğunun, ne olmadığının önemi yok. Var olmak için sürüden biri olman yeterli”. Bu yaklaşım, insana insanı kaybettirdi maalesef…
Yaratılan ilk insandan beri bu böyledir. Yaradan’ın kudreti ve hikmeti olarak “biriciğiz” biz. Her şeyimiz bize özel. Ve keşfedilmeyi bekleyen gizli bir hazine gibi. Yalnızca sahibi açsın diye, özene bezene hazırlanmış. Aynı ihtimam ve muhabbetle teslim alınması ve korunması gerekmekte. Çünkü bir süre sonra istemesek de geri alınacak. Acı ama daha içine dönüp bakamadan geliyor, çoğumuz için emanetlerin iade vakti.
Evet insan benzersiz yaratılmış. Birçok bilgi ile birçok donanım ve teçhizat ile birlikte. Akıl, duyular, duygular, yetenekleri ve benzeri bütün özellikleri buna dahil. Dünya hayatı boyunca; ihtiyacı olduğunda doğru yerde, doğru şekilde kullanması için.
Peki öyle mi yapıyor? Maalesef hayır. Daha neyin ne olduğunu anlamadan, tam tanımadan; fütursuzca, rastgele hatta kendine ve çevresine zarar vererek harcıyor. Evet aynen bozuk parayı harcar gibi harcıyor kendini ve emanetlerini.
Kendi ile ilgili farkındalığını geliştiremediği için yapıyor bunları maalesef. Kendine ait güçlü, güzel, başarılı, zayıf, eksik, aciz yanlarını tanıyıp bilemediği için. “Biricik yaratılmış” derken bu kastedilmektedir. Doğumunda verilen kişisel özellikler de fiziksel yapısı gibi farklı farklıdır insanın. Kişi bunları, yaşamı boyunca değişik vesilelerle fark ederek yaşamına geçirebilecektir. Doğru yerden bakabiliyorsa her gün yeni bir özelliğine tanık olabilecektir. Bir gün bir sorun karşısında çaresiz kalırken, başka bir gün az rastlanır bir yeteneğinin varlığını keşfedebilecektir. İnsan birbirinin kopyası değildir. Bazılarının hiç bilmediği bir konuda, bir diğeri mahir yaratılmış olabilir. Çocuklarımız bile bizim beklentimizden çok farklı bir kimlikle dünyaya geliyorlar çoğunlukla. “Ben böyle istiyorum” demekle olmuyor yani. İşte insan kendini tanıdığında, bildiğinde ve kabul ettiğinde güzel yönlerini başarı ile kullanacak; hatalı, eksik yönlerini de geliştirebilecektir. Asıl özgürlük, asıl medeniyet de budur işte.
Kişilik yaşamın düğüm noktasıdır çünkü. Bunu çözmesi demek bütün ilişkilerini, yaşam faaliyetlerini sağlam zemine oturtması demektir. Yaşam denen sanatı ancak bu şekilde doğru icra etmeye başlayabilir.
Gerçekten bir sanattır yaşamak. Başarabilene, karşısına geçip zevkle seyredebileceği… Hayat okulu dediğimiz yerde öğrenilen. Doğumla başlayan, ölümle biten bir okulda. Bırakılamayan, terk edilemeyen, kaydı silinemeyen, nereye gitseniz orada devam eden yaratıldığımız an öğrencisi olduğumuz. Şahsımıza özel tanılanmış o programla.
İlk insandan beri sayısız insanı misafir etti yeryüzü. Bundan sonra da etmeye devam edecek. Her canla birlikte yeni baştan yaşanacak insan olma serüveni. İlk nefes ilk bakış, ilk gülücük, ilk adım, ilk hata, ilk başarı vs. Bir yerden sonra da son yıl, son ay, son gün, son gece, son yemek, son bakış ve son nefes…
İki nefes arası bir yaşam öyküsü. Âh insan! Bunca karışık yolda, bu kadar kalabalıkta, kaybolmadan varmak sona. Hikâyeni en güzel şekilde yazmak. Son sınav kağıdını teslim ederken pişmanlık duymadan.
İnsan içinde bulunduğu şartlardan uzak tutamaz kendini. Hayat süreci devam ettikçe girecek yine kalabalıkların koynuna. Belki saracak sevgiyle zaman bizi, belki yalnızlaştıracak yalnızlığımızda. Belki çıkaracak zirvelere, belki düşeceğiz en istenmedik hâllere. İnsanız işte! İnsana dair her şey. Âdemiz biz, âdemoğlu. Bizim kıymetimiz, bizim elimizde. Âdemden gelip insan olmak. Ahsen-i takvim üzere yaratılmış bu varlığı hazreti insan’a taşımak bizim elimizde. Ve gözün her müşahadesinde bir kez daha hayran kaldığımız bu muhteşem varlık sebepsiz yere yaratılmış olamaz. Değil mi?