Yazılar

Asya-Pasifik Ve Ortadoğu’da Terörist ABD’nin Operasyonları

Eylül 2017 yorumu

ABD, kendi çıkarları, stratejik hedefleri doğrultusunda operasyonlarına devam etmekte…Her ne kadar bu operayonlar, geçmiş dönemlerde olduğu gibi kolaylıkla gerçekleştirilemese ve sonuç vermese de terör örgütlerini tetikçi olarak kullanan ABD, müttefikleri de dahil, operasyonlarını aralıksız sürdürmektedir.

Dünya değişiyor…Söz konusu güç/şer odaklarının arkaplanlarında bulunduğu yapılar, devletler güç kaybı yaşamaktalar.Ne var ki dünyada yaşanan değişimlere, ekonomik ve siyasal güç kaymalarına rağmen bahse konu odaklar, yıllardır içine sızdıkları yapıların kalıntılarını harekete geçirerek bazı ülkelerde hükümet darbeleri yapabilmekteler.Özellikle değişen bölge ve dünya dengelerinin, jeopolitik gerçekliğin yeni misyon ve konum yüklediği Yeni Türkiye ve bölgesinde stratejik bir öneme sahip Pakistan’a yönelik operasyonlarda ABD yine gündemde…

ABD/Batı; artık eskisi gibi, söz konusu operasyonları “insan hakları raporları”(?!) ile “demokrasi ihracı” benzeri klasik enstrümanlarla gerekçelendirmekte zorlansa bile öne çıkarılmaya çalışılan sözde “Basın özgürlüğü”, “Bağımsız yargı”, “Düşünce ve gösteri hürriyetini kısıtlama” sütresi arkasında müdahalelerini devam ettirme çabasında…Ve tüm bu şaklabanlıklarına, ortaya saçılan skandallara rağmen; “Gazeteci-casus”, “Sivil Toplum Örgütü Üyesi-Casus” vb. isimlendirmelerle güya gizleyebileceğini zannetmekteler.Tabii ki istihbarat örgütlerinin kamuflaj olarak kullandıkları diplomat, uzman, eğitimci, danışman vb. benzeri ünvanlardaki kadrolu “casus”larını da yukarıdakilere ilave etmek gerekmekte…

Yıllardır, Türkiye başta olmak üzere görünüşte bağımsız devletler, “kolonyalizm”den sonra emperyalistlerin yeni yöntemi olan “ekonomik ve siyasi çevreleme”lerle “içimizdeki İrlandalılar” tarafından yönetildi.Ve bunlar dışarıdan desteklendi ve kontrol edildi.Kutlu, mutlu, ulusal söylemlerinin gerisinde örtülü bir müstemleke muamelesi yapıldı bahse konu ülkelere. Öyle ki bahse konu örtülü müstemlekelerde yetişen nesiller, değişik ideolojilerin terminolojilerini kullanarak bağımsızlıktan, anti-emperyalizmden dem vurdular.Söz konusu zihniyet sahipleri, ne zamanki kendi iktidarları, çıkarları tehlikeye düştüğü kaygısını yaşamaya başladılar, kendi ülkelerini kontrol etmek, içeriden kuşatmak için öncelikle Ordu’lar başta olmak üzere tüm kurumları kendi amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen küresel odaklarla birlikte hareket etmekte hiç bir sakınca görmediler.Kendi insanını, değerlerini aşağılamaya devam etmenin yanında küresel emperyalistler, katiller, terör destekçileriyle birlikte hareket etmeye devam ettiler.Oysa kendilerinin tehdit olarak gördükleri iktidar unsurları, (ılımlı) laiklik ekseninde demokrat, Batıcı, NATO’cu nitelikleriyle değişen dünya ve bölge şartlarına uyum sağlamaya çalışan, daha “yerli ve uluscu” bir çizgide gelecek ve güvenlik kaygılarını öne çıkaran “kendi cinsleri”nden birileriydi.Son yıllarda yaşananlar; darbeler, muhtıralar,Post Modern darbeler ve (Tüm boyutlarıyla doğru bir okuma yapılamayan/yapılmayan) 15 Temmuz,Batı/ABD’nin yaptığı operasyonların görünen boyutları olduğu ve manzara tüm çıplaklığıyla görüldüğü halde oryantalist kafayla hareket etmeye devam ettiler.Tabii ki, geçmişteki söylemlerinin tersine hiç bir sorgulama gereği duymayan  bu 1. Cumhuriyetçiler/Jakoben Laikler, insanımızın da kolaylıkla yönlendirilmesinin de önünü açtılar.2. Cumhuriyetçileri/Ilımlı Laikleri, “İslamcı”lar olarak niteleyerek, azınlıkta olduğu ülkelerde birlik ve bütünlüklerini sağlamayı umdular.Geçmişi ve yaşanan gelişmeleri anlamaya, yorumlamaya gerek bile duymadılar…Keza benzeri gelişmeler, Batı/ABD açısından Türkiye kadar stratejik önemde görülmeyen diğer ülklerde de yaşandı.Pakistan’da geçmişte yaşananlar ve son “Yargı darbesi”nde olduğu gibi…

Pekiyi, neler oluyor? Pakistan’da yaşananlar, ABD ve Batı açısından ne anlam ifade etmekte? Söz konusu “Yargı darbesi”nin değişen dünya ve bölge dengeleri ve yeni bir düzen arayışı ile bağlantısı nasıl kurulabilir? Tüm bu sorulara cevap alınabilmesi için şunlar söylenebilir…

Şekli unsurlara takılmadan rejimin esasını okumaya çalışırsak, tıpkı Türkiye’de de olduğu gibi halkı Müslüman olan Pakistan’da da rejim, Batı/ABD’nin kontrolünde, Batılı referanslara sahiptir.Aynı zamanda Pakistan, geçmişe oranla stratejik önemi artan, Asya-Pasifik’teki yeni denge arayışında çok önemli bir ülke.Görüntüde nükleer silaha sahip bir “devlet” olan Pakistan, içerideki malum odaklar ve onların dış uzantıları tarafından her daim kontrol altında tutulmaktadır.Dünyanın merkezinin hızla Batı’dan “Doğu”ya doğru kaydığı değişen dünya şartlarında Çin ve Hindistan’ın da hızla küresel güç olma yolunda ilerlediği Asya-Pasifik’te Afganistan ile birlikte stratejik öneme sahip bir ülke Pakistan. Yeni Türkiye kadar olmasa da bölgesiyle ilgili hesaplarda daima öne çıkan bir “devlet”…Dolayısıyla küresel güç oyunları ve stratejileri savaşlarının bazen zemini, bazen de yardımcı aktörü işlevi görmekte.

Pakistan’da bugüne kadar hiç bir hükümetin görev süresini dolduramadığı gerçekliği düşünülürse rejimin niteliği ve güç odakları açısından öneminin bir kez daha farkına varılabilir.Pakistan’da ne zaman bir görece istikrar, orta ve uzun vadeli hesaplar yapılmaya başlanılsa, eğer bu adımlar, malum odakların çıkarlarına uygun değil ve onların kontrolü dışındaysa hemen bir darbe, müdahale gündeme getirilir.Dönemsel/konjonktürel şartlara göre askeri ve/veya yargı darbesi olabilir.Hangisi gündeme gelirse gelsin bunların hemen hemen tamamı benzer odaklara ve amaçlara hizmet ettiğinden şüphe duyulmamalı.Ne yazık ki Yeni Türkiye’de olduğu gibi Pakistan’da da içerideki oryantalist kafalar, işbirliği yaptıkları odaklarla birlikte hareket ederek konunun “özü”nü toplumdan gizlemek üzere her yolu denemekteler.Toplumların hassas olduğu “yolsuzluk”, “hırsızlık”, “adaletsizlik” gibi konuları öne çıkararak kamuoyunun dikkatlerini başka yönlere çekme görevlerini başarıyla yaparlar.Halbuki söz konusu çevrelerin içinde bulunduğu ve etkili olduğu rejimin, bu sorunları “sistem-içi” tedbirlerle düzeltme gibi bir kaygısı bulunmamaktadır.Ayrıca bu tür ekonomik ve toplumsal/”ahlaki” sorunların verili  “sistem-içi” ve “sistem-dışı” yol ve yöntemleri de malumdur…

Tanınmış bir çok ismin, önemli bürokratların, iş adamlarının  ABD ambargolarını delme, vergi kaçırma, para aklama, hayali şirket kurma ve “yatırım bilgileri…’ni” içeren “Panama Belgeleri”nden bir kısmı, Pakistan Başbakanı Navaz Şerif’in Anayasa Mahkemesi’nde güya yargılanarak görevinden alınması sürecinin önünü açtığı bilinmektedir.

Öncelikle şu hususun altını kalın çizgilerle çizmemiz gerekir ki halkı “Müslüman” Pakistan, Türkiye vb. temel referansları Batı olan gayri islami rejimlerdeki bu tür iddiaların yalan olduğu, suçlamalara maruz kalanların masum olabileceğini savunmak gibi bir niyetimiz yok.Aksine mevcut rejimin bir parçası olan bu insanların bu tür işlerden beri olduğunu söyleyebilmek de neredeyse imkansız.Lakin bizim burada gündeme taşımak istediğimiz husus, bu iddialar ve sözde yargılamaların amacının gerçekten hak ve adalet arayışından çok, malum odakların çıkarlarına uygun düzenlemeler yapabilmesinin  önünün açılması olduğu gerçekliğidir.Pakistan Başbakanı’na karşı bir “duruş” sergileyen ve sürecin nereye doğru evrileceğinin farkında olan askerlerin de”hukuka saygılıyız” ifadeleriyle misyonlarının bilincinde olduklarını, öncelikle “ağa babaları”na ve manipüle etmek istedikleri kamuoyuna ilanı da böyle okumak gerekmekte.Pakistan Ordusu ve diğer muhaliflerin, hep tekrar edildiği üzere, güya yolsuzlukların, adaletsizliklerin karşısında oldukları ve bunların önlenmesinin takipçisi bir görüntü vermeleri ise gerçekten iki yüzlü bir “duruş”tur.Nitekim daha önce “Tehrik-i İnsaf Partisi”  lideri ve eski kriketçi İmran Khan da, benzer şekilde, Navaz Şerif ve aile üyeleriyle ilgili kampanya yürütmekteydi.Ve planlanan senaryonun gerçekleşmesi yolunda önemli adımlar peş peşe atılmaya devam edilmekte.Algı yönetimi çalışmaları ile hazırlanan kamuoyunun baskısını arkasına alan Anayasa Mahkemesi, Navaz Şerif’in yargılanmasının önünü açtı… Ve Anayasa Mahkemesi, Navaz Şerif’in yeniden başbakan olma yolunu kapatan, parlamento üyeliğini düşüren ve ömür boyu siyasetten men eden malum karara imza atmış oldu.Her türlü istismara ve diğer siyasilere de teşmil edilmeye müsait bu “siyasi” karar, Pakistan’da adeta bir deprem etkisi oluşturdu…

Pakistan’daki bu Yargı darbesinin arkasında ABD ve Pakistan’daki işbirlikçilerinin olduğundan da hiç kimsenin bir şüphesi yok.Ancak böyle bir darbede Pakistan’ın FETO’su olarak anılan “Tahir El-Kadri”nin ne kadar etkili olduğu Anayasa Mahkemesi  üyelerinin Kadri ile bağlantıları tartışılmakta…Tıpkı Yeni Türkiye’de de olduğu gibi küresel güç odaklarının plan ve projelerinin bir parçası olan Kadri’nin de Pakistan’daki demokratik değişim ve dönüşüm ile çıkış arayan malum çevrelere, siyasi odaklara karşı pozisyon aldığı bilinmekte.Bahse konu siyasilerin aksine Kadri’nin “sandığa saygı duymadığı”nı ifade etmesi, “her şey sandık değildir” söyleminin sahipleriyle aralarındaki paralelliğe işaret etmesi bakımından manidar olduğunu belirtmemiz gerekmekte.Sokak olaylarını teşvik eden Kadri, “ülkesinin güvende/güvenlikli” olmadığını da dile getirmekte.Asıl demokratın kendisi olduğunu yüksek sesle ifade eden Kadri, Kanada’da yaşamakta…Sık sık Peygamberi rüyasında gördüğünü de iddia eden sapkın Kadri, siyasetini de Peygamber’in yönlendirdiği iddiasında.Vakıflarınının kontrolündeki okullarda “Modern İslam” eğitimi verdiği bilinen Kadri, “Hıristiyan-Müslüman Birliği”nin kurulmasına da (1981) öncülük etmiş…

ABD’nin Afganistan ve Güney Asya’daki politik manevralarıyla Pakistan’daki operasyonlarının bağlantısı doğru kurulabilir, gelişmeler sistematik olarak doğru okunabilirse bir çok temel meselenin yeniden düşünülmesine vesile olacaktır, bu gelişme.Özellikle Yeni Türkiye’de yaşanan gelişmelerin “Müslümanların değerleriyle(sözde evrensel) Batılı değerlerin telifi” temelinde oluşturulan ucube bir ideolojik zeminde geliştiği tekrar mercek altına alınırsa bu gelişme nedeniyle yeniden bir sorgulama yapılması Müslümanların hayrına olacaktır.Yeterince düşünmediğimiz, ibret almadığımız “akletmediğimiz” için Rabbimiz üstümüze “pislik” yağdırmaktadır.Akletmenin, sorgulamanın, hakikatı aramanın sürekli ve bütüncül bir süreci gerektirdiği ve yaratılışımızın gereği olduğu hatırlanırsa, “Paralel Din” tanımları ve bu tanımlardan türeyen ucube/eklektik/sapkın ideolojilerin sadece NFETÖ ve Kadri örnekleriyle sınırlı olmadığı farkedilecektir.”Kur’an’ın onaylamadığı her din anlayışı’Paralel’dir” (Erdem UYGAN) gerçekliği unutulmadan ve bu sapkınlığı, “fahşa olmuş” bazı sosyal versiyonlarına boca ederek “Paralel din” anlayışının siyasi ve diğer versiyonlarını temize çıkarmak Müslümanca bir çıkarım olmasa gerektir.İlkesel bir bakışla sapkınlığın her türlüsünü, Kur’an ve Yaşayan Kur’an olan Resulullah’ın örnekliğini esas alarak reddetmek durumundayız.”Abant Toplantıları”na katılanların bir “cemaat”i tanımadaki hatasının  çok ötesinde hep beraber yeni ve modern bir “din” üretme gayretiyle bir araya geldikleri söz konusu toplantının sonuç bildirisini de görmemiz lazım artık.Yoksa hesap günü hesabımızı vermemiz zor olacaktır…

Son planda Afganistan, Hindistan, Çin ve İran gibi bölgenin önemli devletleriyle komşu olan Pakistan, Asya-Pasifik’teki yeni güç dengesi arayışındaki stratejik önemi nedeniyle yukarıda özetlemeye çalıştığımız türden operasyonlara maruz kalmaktadır.Pakistan’ın bu önemi nedeniyle ABD’nin, Çin-Pakistan ilişkilerinden rahatsızlık duyduğu, ihtiyaç hissettiğinde Pakistan-Hindistan arasındaki kadim sorunları kaşıdığı, mezhebi ve etnik fay hatlarını canlı tutmakta ısrarlı olduğu unutulmamalıdır.Lakin, değişen dünya ve bölge şartlarında bu tür operasyonların eskisi kadar etkili sonuçlar üretemeyeceği gerçekliğinin de altını çizmemiz bir zorunluluktur.Aynı zamanda önemli başka bir hususu da hatırlatmamız gerekir ki ABD başta olmak üzere küresel küfür ve şirk unsurlarının bu tür operasyonları, biz Müslümanları, “duygusal ve reaksiyonerliğe” sevk etmemeli, kendilerini “yerli ve milli” olarak niteleyen ve Müslümanlara “şeytanın sağdan yaklaşması” misyonlarıyla yaklaşan “sistem-içi” diğer tarafı da doğru tanımlamalı, doğru anlamlandırmalı, doğru kavramsallaştırmalı ve onlara karşı da doğru bir “duruş” sergilemeliyiz…

İDLİB/SURİYE’DEKİ GELİŞMELER VE YENİ TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ

İktibas okuyucuları hatırlayacaklardır.Daha önce gündemin ön sıralarına çıktıkça ya da bazı hassasiyetleri insanımızın gündemine taşımamız gerektikçe Irak-Suriye eksenindeki gelişmeleri ve konunun aktörlerinin “duruş”larını değerlendirmeye çalıştık.Bu değerlendirmemizde ise bazı özet hatırlatmalar yapacak ve İdlib/Suriye’deki gelişmelerin seyri ve bölgeye yönelik hamle ihtimalleri üzerinde duracağız.

“Arap bahar” sürecinin Suriye ayağı, başlangıcından kısa bir süre sonra değişik bir kulvara girmişti.Öyle ki ABD, çeşitli nedenlerle strateji değişikliği kararı almasına rağmen bunu açıkça ortaya koymamış ve müttefiklerini oyalamış, hatta aldatmıştır…Bu strateji değişikliği Suriye zeminindeki gelişmeleri, çok taraflı, çok katmanlı ve çok bilinmeyenli bir vasata taşıdı.Dahası bu yeni süreç, sadece Suriye’yi değil, Irak-Suriye eksenindeki gelişmeleri etkiledi ve tüm bölgenin geleceğini derinden etkileyecek şekilde evrildi.Küresel aktörlerin hesaplarını yeniden yapmaları sonucunu da ortaya çıkardı.Zaten bölgedeki strateji savaşları, enerji  hatlarıyla ilgili mücadele ile birlikte düşünüldüğünde diğer bölgelerle, özellikle Asya-Pasifik’teki yeni denge arayışlarını da etkileyecek derinliğe sahipti…

Küresel ve bölgesel aktörlerin, özellikle de Rusya, ABD, Yeni Türkiye ve İran’ın bölgedeki görünür, Çin’in ise görünmeyen/dolaylı mücadelesi, “ilkesel ve ahlaki” hiç bir değer tanımadan devam etmekte.Ancak konuyla ilgili değerlendirmelerde, bölgedeki gelişmelerin diğer bölgelere yansımaları, bazı aktörlerin dolaylı ilintileri çoğu zaman ıskalanmaktadır.Halbuki küresel ve bölgesel ölçekte eski düzenin yıkılma sürecine girdiği, yeni düzen arayışlarının hiç bir kural tanımadan devam ettiği tarihi kırılma noktasında, bir bölgedeki strateji savaşlarının diğer bölgeleri, küresel çaptaki yeni denge arayışlarını doğrudan ve dolaylı etkilememesini düşünmek akıllıca bir yaklaşım değildir.

Yeni Türkiye’nin Suriye politikası, son zamanlara kadar bölgedeki aktörlerin strateji değişikliği öncesi ABD ile ilişkileri, değişen şartlar ve yeni denge arayışlarının Yeni Türkiye’yi sürüklediği yeni misyon ve konumdan bağımsız okundu.Daha çok spekülatif/afaki ve/veya hamasi bir düzlemde ele alındı.Ve dolayısıyla bölgede “kaos stratejisi”nin etkili olmaya başlamasıyla ABD-Yeni Türkiye ilişkilerinin evrildiği çizgi, daha doğru bir ifadeyle “kriz” durumu doğru anlaşılamamakta …

Gelinen aşamada, Yeni Türkiye’nin, ABD-PYD/PKK ittifakından duyduğu rahatsızlık başta olmak üzere ABD’ye yönelik her türlü eleştirisinin yüksek sesle dile getirildiği bir döneme şahit olmaya devam etmekteyiz.ABD-Yeni Türkiye ilişkilerindeki bu gerginlik/soğukluk, tabii ki bazı sonuçlar da doğurmaktadır.Ne var ki konuyla ilgili tarafların “olumlu” ya da “olumsuz” temennilerine karşın her iki ülkenin NATO zeminindeki derin ilişkileri göz ardı edilmektedir.Evet, dünya dengeleri değişmekte, dünyayı kontrol etmeye çalışan küresel güç odakları güç kaybı sürecine girmiş bulunmakta.Ve haliyle Yeni Türkiye de Eski Türkiye konumundan hızla çıkmakta.Hatta Yeni Türkiye, mevcut uluslararası sistem içinde kalarak ve “sistem-içi” bir dille itirazlarını dile getirebilmekte.Ne var ki tüm bunlar, “ılımlı laik” çizgide yeni bir modele geçmiş olsa da Türkiye’nin “Batı referanslı ideolojisi”ni ve NATO içindeki yerini radikal bir şekilde değiştirmeye yetmiyecektir.Çünkü bazı iddiaların aksine Yeni Türkiye, küresel sistemin kendi mantığı içinde reforme edilmesini talep etmekte, inkilabcı bir “duruş” sergilemek gibi bir niyete dahi sahip bulunmamaktadır…Lakin son zamanlarda Yeni Türkiye’nin yaşadıkları, bu yaşananlarda Batı/ABD’nin payı düşünüldüğünde, zaman zaman yüksek sesli çıkışları doğru okunamamakta, insanımız yanlış bilgilendirilmektedir.

Yeni Türkiye’nin bir çok terör örgütüyle birlikte mücadele etme durumuyla karşı karşıya olduğu, söz konusu terör örgütlerinin arkasında da malum odakların bulnduğunun artık aşikar olduğu bir süreçten geçmekteyiz.Kaçınılmaz olarak böyle bir durumda, ABD-Yeni Türkiye ilişkilerinde kontrollü bir gerginlik ve zemin kaybı söz konusu olacaktır.Ve eğer tarafların politikaların/stratejilerindeki derin farklılıklar devam ederse, şüphesiz, bölgedeki güvenlik ve gelecek kaygıları giderek artan Yeni Türkiye, yeni şartların kendisine açtığı alanı kullanarak tedbirler alacak, ABD-Rusya dengesini kullanarak oluşturmaya çalıştığı imkanlarını başka politikalarla çeşitlendirecektir…

ABD-Yeni Türkiye ilişkilerindeki giderek derinleşen bu ayrışma, önce ABD’nin müttefiklerini oyalama ve aldatma şeklinde başlamıştı.Sonrasında ise Ruslar’ın da bölge denklemine dahil olmasıyla ABD-Yeni Türkiye ilşikilerindeki gerginlik derinleşmişti.ABD’nin kendi içindeki güç savaşları, iç çelişkilerinin bir yansıması olan yeni stratejisi, yaşanan sürecin niteliği gereği, bölgesel ve küresel düzlemde güç kaybına da neden olmakta.ABD’ndeki bu değişiklikler ve bunların bölgeye yansımalarında en çok etkilenen, güç durumda kalan ülkenin Yeni Türkiye olduğundan da şüphe yok.

ABD’nin terör örgütleriyle, özellikle de DEAŞ’ın önünü açarak oluşturduğu kaos ile birlikte Irak-Suriye eksenindeki gelişmeler kritik bir aşamaya taşındı.Güneyde oluşturulmaya çalışılan “PYD/PKK koridoru”/Enerji koridoru tehdidiyle Yeni Türkiye’yi kendi çizgisine çekmekte başarı sağlayamayan ABD, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında durmaya devam ederek bölgedeki stratejisinde ısrar etmektedir.Bu durum da kaçınılmaz olarak Yeni Türkiye’nin güvenlik ve gelecek kaygısını ileri düzeylere taşıyıcı temel nedenlerden biri olmaktadır.

Keza soz zamanlarda ABD’nin İdlib ile ilgili hesapları bölgeye asker çıkarmaktan çok kendisine yakın(terör) örgütlerini öne çıkarma yolundaki hamleleri, Yeni Türkiye’nin endişelerini üst düzeye taşımış bulunmaktadır.

Yeni Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatından sonra, bölgesel dengeleri gözeterek girişmeyi planladığı yeni hareketin, Afrin’deki ABD destekli teröristlere yönelik olduğu gibi İdlib bölgesini de ilgilendirdiği çok açık.Pekiyi böyle bir niyetin açıkça deklare edildiği bir vasatta ABD’nin, geçmişte olduğu gibi radikal “terörist” örgütleri bahane ederek İdlib’e yönelik hesapları ne anlama gelmektedir? Suriye’de  hızla sona doğru yaklaşıldığı iddialarına rağmen ABD İdlib’de Yeni Türkiye aleyhine bir hamle yapacak mı? Yoksa bu tür söylentiler pazarlık konusu olarak mı kullanılmakta?

Yeni şartları yeterince dikkate almayacak gibi gözüken ABD’nin karar mercilerinin, kısa erimli hesaplarının  bir sonucu olarak diğer operasyonlarında da olduğu gibi İdlib’e yapacakları operasyona da bir gerekçe oluşturması zor değil.ABD, bu sefer de, Yeni Türkiye’yi”Nusra ile yeterince mücadele etmediği”  gerekçesiyle sıkıştırmak ve İdlib’e yapacağı operasyonu “meşrulaştırmak” istemektedir.Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın vasıtasıyla, “İdlib’deki terör örgütü yapılanmasını Türkiye ile ilişkilendirmeye çalışılması, böyle bir imada bulunulması kabul edilebilir bir şey değil. Neden? İdlib’i biz kontrol etmiyoruz.” diye bir cevap vererek ABD’nin gerekçe hazırlıklılarını boşa çıkarmak istemiştir…

İdlib, bir boyutuyla Suriye’nin geleceğiyle ilgili hesaplar açısından stratejik öneme sahipken diğer boyutuyla da Körfez ülkeleri merkezli bir sorun olarak sunulmaya çalışılan “Katar krizi”nin aslında bölgeye yönelik olduğunu yansıtan hamlelere gebe gözükmektedir.Operasyonun eli kulağındadır.

Nitekim son bir kaç aylık dönemde, Suriye’de rejim güçlerinin ciddi bir ilerleme kaydettikleri bilinmekte.Şüphesiz bu gelişmenin iki temel nedeni mevcut: Birincisi katil Esad rejimine Rusya ve İran’ın desteğinin devam etmesi.İkincisi Rusya-Yeni Türkiye-İran’ın birlikte başlattıkları “Astana Süreci”nin ortaya çıkarttığı “çatışmasızlık bölgesi” anlaşmasıdır.Söz konusu anlaşmaya aykırı davranışların cezalandırılmasıyla ilgili boşlukların da bu gelişmelerin önünü açtığı da bir gerçeklik. Yani ABD’nin Suriye’deki yeni stratejisi Yeni Türkiye’yi zor durumda bırakmaya devam ederken, yaşanan kontrolsüz gelişmelere rağmen Rusya-Yeni Türkiye-İran mutabakatı Yeni Türkiye’ye bölgede yeni kapılar açmaktadır.

Ancak, Astana Süreci ile birlikte, ABD başta olmak üzere bazı aktörlerin çabalarıyla, İdlib’deki muhalif güçlerin aralarında yaşanan gerginlik ve çatışmalar, bölgede yeniden bir hareketliliğe neden olmuş gözükmektedir.Öyle ki Astana Süreci’ni “devrim”e (?!) ihanet olarak gören malum cephe ile ÖSO(Özgür Suriye Ordusu) bileşenleri arasındaki gerginlik, küresel güçlerin kullanabilecekleri tehlikeli bir vasatı ateşleyecek niteliktedir.Bilindiği gibi Astana Süreci’nin hedeflerinden biri de “radikaller” ve “ılımlıları” net bir şekilde ayırmak, tarafların büyük çoğunluğunun “terörist” olarak nitelediği “radikalleri” bertaraf etmekti.Bunun üzerine radikal gruplar, Heyet Tahrir eş-Şam(HTS) adı altında birleşti.ÖSO grupları da HTS’ye karşı konumlandırılmaya çalışılmakta.İdlib’in en güçlü gruplarından Ahrar eş-Şam ise bu kutuplaşmada tarafsız kalma niyetinde…Bu şartlarda Yeni Türkiye’nin Afrin operasyonu ve Astana mutakabatı gereği Türk askerinin İdlib’de konumlanacağı söylentileri, HTS’nin ilk fırsatta kendisinin hedef alınacağı düşüncesiyle hamle yapmasına neden olmuş.Ve büyük çoğunluğu Ahrar eş-Şam kontrolünde olan İdlib’in stratejik bölgelerinin HTS tarafından ele geçirildiği ve böylece beklentilere karşı ön aldığı, iddialarını gündeme taşımıştır.

Bölge gerçekliğiyle uyumlu gözükmeyen böyle bir tablo, Yeni Türkiye dışında bir çok aktörün önünü açmakta.Ve “terör” ile mücadele yalanı ve/veya gerekçesiyle operasyonlara kapı aralamaktadır.Yukarıda da belirttiğimiz gibi “ABD’nin İdlib’e bir operasyon hazırlığı içinde olduğu söylentileriyle birlikte son durum değerlendirildiğinde bölgede sıcak gelişmeler her an beklenilmekte…ABD’nin arkasında bulunduğu “terör örgütleri”nin, “Türkiye elini Afrin’den çek” kampanyalarının yoğunlaşması da sıcak gelişmelerin işareti olarak okunabilir.

Yeni Türkiye açısından da,Cerablus-Azer-El Bab kuşağı, Afrin üzerinden İdlib’e bağlanabilirse Yeni Türkiye’nin desteklediği muhalefetin bir araya gelmesi bu bölgede siyasi bir blok oluşturabilmeleri açısından stratejik öneme sahip.Aynı zamanda “güvenli bölgeler”de hayatın “normalleşmesi” Yeni Türkiye açısından güvenlik kaygılarını hafifletecektir…

Bir kez daha hatırlayalım.”Duygusal ve reaksiyoner” yaklaşımlarla (tarihin bu kırılma noktasında) Müslümanca şahitlik yapabilmemiz, her türlü zulme -kaba ve sofistike- karşı bir “duruş” sergileyebilmemiz hayati önemde.Kaba zulmün alternatifinin “sofistike” zulüm olarak belirlenmeye çalışıldığı kaygan, çeldirici, iki yüzlü bir vasatta Müslümanların net duruşları her türlü hayrın başlangıcı olacaktır.Aksi taktirde maalesef henüz “oyun kurucu” bir güç olamayan Müslümanlar, “Ilımlı” ve “Radikal” (“Terör”ü yöntem olarak seçen) hatalı/sapkın “duruş”lar arasında gidip-geleceklerdir.Allah(c.c.) hepimize akıl-fikir ve basiret versin, duasıyla…

Not: Bu yorum 19.8.2017 tarihinde kaleme alınmıştır.

 

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı