GenelYazarlardanYazılar

Bizim İçin Hayır ve Şer Nedir?

Gaybı Allah’tan başkası bilemez. Buna şeksiz şüphesiz iman vaciptir. Hakkımızda neyin hayır, neyin şer olduğunu, Rabbimiz elbette bizden daha iyi bilir. Dolayısıyla, Cenâb-ı Hakk’ın bizim için takdir ettiği, bizim kendimiz için arzu ettiğimizden daha hayırlıdır. Bunun bilincinde olan kul, Rabbinin takdirinden râzı olacak ki, Rabbi de kulundan razı olsun.

Bizler, adı üzerinde insanız ve aciziz. Bu acizliğimizi zaman zaman unutsak da üstesinden gelemediğimiz; elimizin eremediği, gücümüzün ve imkậnların çaresiz kaldığı anlarda ancak bunu idrak edebiliyoruz. Aslında hep aciziz de bunun farkında değiliz; milyonda birimiz kadar olan bir mikrop bile bize bunu bazen hatırlatıp haber veriyor, bazen bir sel, bazen de bir deprem… ‘ben çok akıllı, çok güçlüyüm, her şeyi bilimle bilirim ve her şeyin üstesinden gelirim’ diyen, bilimi ilahlaştıran, kibirlenen, caka satıp, böbürlenen ‘insan,’ bak bakalım ne kadar büyüksün!? Yer, gök ve bütün evrenin sahibi olan Allah. Bunların içinde bulunan ne varsa hepsine yasa ve düzen koyan O’dur. Buna “Sünnetüllah” denir ve her ne var ise buna göre hareket etmektedirler ve kendilerine belirlenen yasanın dışına da çıkamazlar. Bu yasalara uyup uymama konusunda bir tek “insan” muhayyer bırakılmıştır. O’nun sorumlu tutulması, imtihana tabi olması da bundan dolayıdır. Dolaysıyla “insanlar” başlarına gelen şeylerden dolayı Allah’ı sorumlu tutamaz ona hesap soramazlar. Çünkü hesap sorucu O’dur. “Size isabet eden her musibet, kendi yaptığınız şeyler yüzündendir. O, çoğuna da engel oluyor.” (Şûrậ 30) Bu konuda Allah’ı suçlamakta, O’nu devreden çıkarıp yok saymakta absürt bir anlayıştır. Çünkü suçlu biziz sünnetüllaha uymadık; zemin analizi yapamadan fay hatları üzerinde olduğumuzu bilip bir iki katlı yatay mimariyle yetinmedik, gökdelenler diktik, bunu da yaparken betondan çaldık, demirden çaldık, imar izni vererek çalınmasına da göz yumduk, müsaade ettik… sonuç ortada, kim suçlu?

Bir paylaşım görmüştüm: ‘Korona dolaysıyla evlerimizden çıkamadık, deprem dolaysıyla da evlere giremiyoruz’ diyordu. İnsanoğlunun en temel ihtiyaçlarından olan barınma/evlerdir. Ama ondan da önce gelen can güvenliğidir. İçerisine kendimizi güvende hissettiğimiz sığınağımız, mahremlerimizin ortadan kalktığı evlerimiz. Onlara öylesine bağlandık, içine kapandık ki;  yakın uzak akrabayı unuttuk, anneyi babayı sığınma evlerine attık, kapı komşumuzu tanımadık, kendimize oluşturduğumuz küçücük dar bir çevreyle mutluluk rolleri oynadık, kimden ne kadar menfaatimiz varsa o kadar ilişkide olduk, adeta kimseyle konuşmak dahi istemedik, en insani değerler olan diğerkamlığın, vefanın ve hal hatırın sorulmadığı, selamın bile kerhen verildiği, bir bardak çayın esirgendiği ve insanı insan yapan değerlerin adeta öldüğü günleri yaşarken bu felaket (deprem) başımıza geldi ‘tevafuk mu deyin ne derseniz deyin’ şimdi herkes bir birine muhtaç bir halde, demek ki neymiş; her şey mal mülk, para pul değilmiş, ondan daha önemli şeylerde varmış. Bizim azgınlaşmamız, eşyanın tabiatına uygun hareket etmeyişimiz (binaların sağlam yapılmayışı) ve daha çok kazanalım, kazandıklarımızı başkalarına gösterelim (riya ve görünür yaşamak) aç ve açıkta kalanlara karşı vurdum duymaz sızlığımız, bakar kör olmamız, merhamet duygularımızı köreltmişti ve bunun için adeta yarışıyorduk. Hani şu günah keçisi yaptığımız, acaba Suriyelilerin bedduası mı tuttu, dersiniz: “Allah sizi bizden beter etsin” mi dediler! Hani her olumsuz şeyde birkaçının yaptığı şeyden dolayı onların hepsini suçlardık ya, “mülteciler evlerine gitsinler” diye haykırıyorduk ya (Tıpkı, Avrupa’da ki, milliyetçi parti liderlerinin oradaki göçmen işçileri suçladığı gibi; “Yabancılar dışarı”) Gariplerin evleri var mıydı ki gidecek, hiç sormadık. Bizler onlardan daha kötü olduk, bırakın evi günlerce kafamızı sokacak çadır dahi bulamadık. Ama yine de bir çoğumuz onları suçladık. Şunu bilelim ki, biz aslımıza, yani insanlığımıza yani bizi biz yapan o ulvi değerlerimize geri dönmediğimiz taktirde bize merhamet edilmeyecektir. Ama dönersek “merhamet edene merhamet edilecek” bu sıkıntıları da atlatacağız Allah’ın izniyle. Allah bizim aramıza sevgiyi koyar tekrardan kalplerimizi ülfet eder bizi kaynaştırır da kardeş oluruz. “Esfel-i sâflînden ahsen-i takvime” dönmüş oluruz.

***

Diğer bir konu, insan her yerde her zaman aynıdır; çürüğü de var sağlamı da fosu da var dolusu da. Fıtratını baskılamamış olan her insandan onun özelliklerine uygun güzel denilen ve kabul gören davranış görebildiğiniz gibi beşerden insanlığa geçememiş ‘hayvandan da aşağı’ davranışlar sergilediğini de görebilirsiniz; millet can derdine düşmüş, yıkıntılar altında, sağ çıkabilenler sokakta -8 °C de endişeli “yardım edin” dercesine etrafına bakınıp beklerken, bu çağrıyı duyup anlayan daha onlar çağrı yapmadan elin adamı taa başka ülkelerden kilometrelerce uzaktan koşarak gelmiş hemşerilerini yıkık molozların altından kurtarmak için tozun toprağın içinde can pazarı yaşanırken bazı soysuzlar milletin malına göz dikmiş, evlere girip hırsızlık yaparken, evlerine giremeyen, sokaklarda otomobillerinde, minibüs duraklarında ve buldukları sığınak adına ne varsa siper edinirlerken bu kaostan istifadeyle fırsat kollayıp o insanlara yardıma gelenleri bile yağmalamanın peşinde bulunan bu mahluklara insan demek bile insanı insanlığından utandırıyor. Şu yaşanandan ders almamış “gözü var görmez, kulağı var duymaz ve kalbi var ama hissetmeyen” (A’raf 179) bu mahluklar neyden ders alacaklar? Bunlar Kur’an’ın ifadesiyle: “Hayvandan daha aşağı mahluklar.”

Bu deprem bize bir şeyi daha “aynel yakin” olarak öğretti; “Yer şiddetle sarsıldığı zaman. İçindeki ağırlıkları dışarıya fırlattığı zaman. Gebe develer (lüks otomobiller) başıboş bırakıldığı zaman ve insan ‘ne oluyor’ dediği zaman. Kıyameti anlatan bu ayetler bize o günün nasıl olacağının kısa bir fragmanını enfüslerimizde yaşattı. Her şeyin sahibinin Allah olduğunu anladık mı? Varlığına şahadet edip hayatımıza karıştırmadığımız, unuttuğumuz bazen belirli özel günlerimizde (ölüm, doğum, nikah…) garnitür cinsinden hatırlar gibi yaptığımız! O Allah bize tekrar hatırlatıp soruyor: “li menil mulkul yevm, lillahil vahidil kahhar.”Bugün mülk, hükümranlık kimindir?” Ve cevabını da yine kendisi veriyor: “Elbette bütün varlıklar üzerinde mutlak otorite sahibi olan, tek Allah’ındır.” Gerçekten mülk Allah’ın; bir dakika önce makamı, mevki, evi, malı, mülkü olanla, evsiz, kirada kalan ve hiçbir şeyi olmayanla olan aynı ateşin başında birlikte ısınıyorlar, aynı yemek ve dağıtılan yardım kuyruğunda sıraya girmiş eşitler…

Her şeye rağmen bu felakette şunu da gördük; ilk günden itibaren insanlığını yitirmemiş merhamet sahibi olanların hemen “ne yapabilirim” diyerek elinden geleni yapmak için afad bölgesine ulaştırmaya çalıştığını, bireysel ve kurumsal olarak da çok büyük yürekli insanların madden ve manen gayretlerine de şahit olduk. Organize sizlikten doğan ufak tefek olumsuzluklar olsa da ileriye dönük umutlarımız tekrar yeşerdi. Demek ki, bu milletin başında umutlarını yeşertecek, değerlerine bağlı ve ciddi manada organizeli olunsa işin rengi gerçekten değişecek… İnsani değerlerin ölmediği yerde umut tükenmez.

İnsanlığın başına bela olan liberal kapitalizm den beslenen aç gözlü insanların bu sistem sayesinde nasıl da nemalandıklarına, kan ve göz yaşlarını akıtma pahasına vampirliklerine bir kez daha şahit olduk. İnsanlara lüks ve sağlam evler satıyoruz diyerek aslında insanları nasıl kandırdıklarını ve ev yerine tabutlarını sattıklarını gördük. Bu bir hırsızlıktı ve hırsızlık dünyanın her yerinde evrensel bir suçtur. Bu yolla; satan da satın alan da ve imar müsaadesi veren amirde mamurda bu suça ortaktır. Bu suçun cezası peki ne olmalıydı? Türkiye Cumhuriyeti Anayasasın da şöyle tarif edilir: “Hırsızlık Suçunun Madde Metni. Madde 141- (1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.”

Birinin bir şeyini rızası olmadan zimmetine geçirmesi diye tarif ediliyor. İnsanlığın tarihi kadar eski ve çeşitli boyutları olan bu suçun da insanlık bir türlü önüne geçilemiyor acaba neden? Bu soruya herkes kendi zaviyesinden bir cevap verebilir, ama insanı yaratan Allah’ın da bir cevabı var! Hangisi daha adil? ‘Ocağına ateş düşenler’, onu da sizlerin değerlendirmesine bırakıyorum!

Kahramanmaraş merkez üstü olan ve on ili kapsayan 06-02-2023 Saat gece 04 de meydana gelen deprem dolaysıyla meydana gelen afad dan dolayı bütün illere çok geçmiş olsun diyor, yaralılara hayırlı şifa, yakınlarını kaybedenlere başsağlığı diliyor cenabı Mevla dan sabırlar ve metanet ihsan etmesini temenni ve dualar ediyorum. (Özelden arayıp, mesaj yazan, başsağlığı dileyen, hâl hatır soran kardeşlere teşekkür ediyor, hayatta kalanlara hayırlı ömür yaşamalarını dilerim).

“…Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 216)

Ya Rabbi biz senden hayır istiyoruz. “Ey bizim Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, ahirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem ateşinden koru!” (Bakara 201)

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir