GenelMektuplara Cevap

Devlet ile alakamız nasıl olmalı?

SORU: Türkiye topraklarını yönetenlere karşı tutumumuz tüm kurum ve kuruluşlarda görev almamız, askerlik dâhil söz hakkımızı nasıl kullanmalıyız?

CEVAP: İslam’ın dışındaki dünya görüşleri İslam’a göre zulümdür. Buradaki zulüm sözcüğü, insanlara yapılan fiziki bir işkenceyi değil, Allah’ın kullarına ondan başkasının hukukuyla hükmetmek anlamındaki haksızlığı ifade etmek için kullanılmaktadır. Bu manadaki zulmü insanlara tatbik edenler ise zalim olarak nitelendirilir. Akif’in deyimiyle, “Zulmü destekleyemem, zalimi asla sevemem” sözündeki zulüm işte bunu ifade etmektedir. Allah’ın kulları için göndermiş olduğu hükümlere insanların gereken değeri vererek yerine koymaması; bunları göz ardı ederek hevalarının ürünü olana tabi olmaları, aynen şirkte olduğu gibi büyük bir zulüm olmaktadır. Allah zulmü asla bağışlamayacağını bildirmektedir. (Lokman 31/13) Burada “bizden olma” şartını hatırlamamız gerekmektedir. Nisa 59 da hatırlatılan bu gerçekle bizim gibi inanmayan, düşünmeyen, bizim değerlerimizi yüceltmek için mücadele vermeyen kimselerle Müslümanların birlikteliği olabilir mi? “Halıka isyanda mahlûka itaat yoktur.” O mahlûkun kimliği ne olursa olsun. Tercihi demokrasi olan kimselerle İslamın / Müslüman’ın ortak bir noktası olabilir mi?

“Ey iman edenler; eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı, kardeşlerinizi Veli /dost edinmeyin. Sizden her kim onları dost edinirse; işte onlar, zalimlerin kendileridir.” (Tebe 9/23)

Görev alma konusuna gelince İslam devlet anlayışında bir kural vardır: İslam devletinde “Hüküm makamına gayri Müslimler getirilmezler.” Bu hükmün mefhumu muhalifinden hareketle gayri Müslim bir yönetimde de Müslümanlar hüküm makamına gelemezler demektir. Bu anlayış Maide suresinin 44,45 ve 47. Ayetlerine dayandırılmaktadır. Bunların dışında olup bizzat haram bir şey üretmeyen her hangi bir iş yerinde çalışa bilir, askerlik görevini icra edebilir, memur, işçi, çiftçi, ticaret, sanatkârlık v.b. gibi işlerle iştigal edebilir. Direk haram olan her söz ve davranıştan her hal ve kârda uzak durmak gerekmektedir.

Meşruiyetine inanmadığınız bir sistemde sistemden hak istemek, söz sahibi olmak, yürütmeye veya yasa yapmada görev almaya çalışmak gibi bir eylemde ve istekte bulunmak, o sistemi kabul etmeyenlerin yapacağı şey değildir. Muhammed (as) Mekke’de peygamber olduktan sonra Kureyş’in yönetiminden nasıl bir söz hakkı istemişti? Müşrikler işlerine bakmış, Peygamber (as) da emrolunduğu gibi işine davasına bakmıştı. Onların her türlü engellemesine ve onca düşmanlığa rağmen yapması gereken ferdi ibadetlerini yaptığı gibi, gizli ve açık insanları İslam’a çağırmaya çalışmış; gelenler ile birlikte küfrün karşısında yerlerini almışlardı. Onlar yerlerini koruyup küfre yanaşmadıkları için geçte olsa müşriklerden İslam’a gelip kavuşanlarla 13 yıl sonra devlet olmuş, bundan sekiz yıl sonra da Mekke’yi fethe muvaffak olmuştu. Bu sonuç, ilk günkü gösterilen tavizsizliğin, yerini korumanın, küfre bulaşmamanın getirdiği bir sonuçtur. Burada Müslümanlar okudukları Fatiha’da belirtilen hassasiyeti anlamaları gerekir. Yâ Rabbî! “Sadece sana kulluk eder sadece senden yardım isteriz” sözüne bağlı kalmak, bu işin olmazsa olmazlarındandır. Her ihtiyacımızda bizim yöneleceğimiz adres burasıdır.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir Yorum

  1. Ebu Hanife hepimizin kabul ettiği ilmi ile amil alim bir şahsiyetti, yaşadığı dönem Emeviler ve Abbasiler arasında saltanat sultanat iktidar olma mücadelesinin olduğu, ümmet için karanlık bir dönemdi.Ve zalim saltanat sahibi olan bu zalimler ,Ebu hanifeyi yanlarına çekip kendileri için meşruiyet oluşturmak istediler ve bu düşünce ile imama devlette başkadılık gibi memuriyet teklif ettiler ,aslında zorla dayattılar fakat zalimlerin niyetini sezen, gören imam bunların hertürlü dayatmalarına işkencelerine direndi ve bütün zorlamalara rağmen Emevî ve Abbâsî saltanat sahiplerine boyun eğmemiş, yönetim anlayışını onaylamamış meşru görmemiştir.
    Abbasi Devleti’nin ikinci halifesi Mansûr, Ebu Hanîfe’yi Bağdat’ta hapsettirip işkence ettirmiş ve zehirleterek öldürtmüştür.
    Onun meşhur olmuş bir sözü vardır bu gasıp zalim saltanat sahiplerine
    “Eğer vali benden Vasıt mescidinin kapılarını saymak gibi sıradan bir iş istesin, yine kabul etmem…”demiştir.

    Devlet adamları, zulmü İslam adına meşrulaştırmadığından O’na zulmetti. Sokaklarda milletin huzurunda kırbaçlandı; hakarete uğradı. Ders okutmasına, fetva vermesine engel olundu. Fakat metanetinden, azminden hiçbir şey kaybetmedi. Hiçbir zorlama cesaretini kıramadı. Zindanda kırbaç yemeyi ve şehadeti şahitliği , bol paralı devlet memurluğuna ünvan ve makama tercih etti…
    Ki o dönem devlet güya İslam Şeriatine göre yönetiliyordu!,fakat yönetim ehil olmayan zalimlerin tağutların elindeydi.
    Bugün ise Allah’ın ahkamı iptal edilmiş beşeri bir hukuk ile yönetilen tağuti bir devlet ile karşı karşıyayız.
    O günkü hukuk ve hükümler ile bugünkü hukuk baştaki zalimler hariç mukayese bile edilmez.Birtarafta beşeri hükümler bir tarafta Allah’ın hükümleri…
    Bu sadece bir İslam aliminin mücadelesi değildir,bütün olarak, gerçek alimler ilim sahipleri bu mücadeleyi vermişlerdir ,örnekleri çoktur.Aslında biz bu mücadeleyi Nebevi Mücadele olarak adlandırıyoruz.
    Bütün Resuller yaşadıkları dönemlerindeki tağuti yönetimlerin düzenlerin hiçbir tekliflerini kabul etmemişlerdir.
    En son Allah Resulü onların benzer uzlaşma, yanlarına çekip meşruiyet oluşturma tekliflerine karşı şu meşhur sözü söylemiştir ki bu teklif bir nevi devlet memuriyeti teklifi idi.
    “Vallahi güneşi sağ elime,ayıda sol elime verseniz ben davamdan asla vazgeçmem” olmuştur.
    Bir sistem sistemi oluşturan çeşitli düzeneklerden aparatlardan,elemanlardan… oluşur; bir parçayı diğerlerinden soyutlayamazsınız bir parçayı ayırmanız düzeneği geçersiz kılar çalışmaz.Misal bir topun barutu veya tetik mekanizması sistemden ayrı düşünülemez.Sistem hepsini kapsar.Başka türlü çalışmaz.
    Dolayısı ile ben bu düzenin sistemin hukuki boyutunu,siyasetini,yönetimini… tanımıyorum,ama polisi ,askeri,diyaneti,milli eğitimi…vs ayrı tutuyorum diyemezsiniz, derseniz kendinizle çelişirsiniz sadece…ve inandırıcılığınız kalmaz hak ve halk nezninde.

    Birde memuriyet yemini var bunu nereye koyacağız…!?

    “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma; Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyip, koruyup bunları geliştirmek için çalışacağıma; insan haklarına ve Anayasanın temel ilkelerine dayanan milli, demokratik, laik, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilerek, bunları davranış halinde göstereceğime namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.”

Vedat Demiralay için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir