GenelYazarlardanYazılar

Gelin Allah’ın Dedikleri İle Yetinelim Ne Demek İstediğini Allah’a Bırakalım

Bütün elçiler istisnasız kendilerini elçi olarak seçen otorite ve makamın kendilerine vah yettiklerini muhataplarına bila istisnasız iletmekle sorumludurlar. Zira bu elçilerin olmazsa olmaz özelliklerindendir. Hiçbir elçi kendisine melek aracılığıyla iletilmeyen bir hususta bana vah yedildi deme hak ve yetkisine sahip değildir. Bu günlük hayatta da böyledir. Zira devletlerarası atanan elçiler kendilerini elçi atayan makama rağmen bir şeyler söyleyemezler. Allah’ın elçileri ise Allah’a rağmen hiçbir şey söyleyemezler. Allah’ın sözünün üstüne hiç kimsenin söz söyleme hak ve salahiyeti yoktur. Zira en güzel söz en güzel olan Allah’ın sözüdür. Bu kadar açık ve net olmasına rağmen son günlerin sözüm ona moda tabiriyle şu söylemler öne çıkarılmaktadır: Efendim, “ Allah’ın bir söylediği var bir de söylemek istediği var” demek suretiyle niyet okuyuculuğuna soyunup aslında bunu yaparak kendilerine bir alan ve söz söyleme zemini oluşturmaktadırlar.

İman edenlerin rabbi olan Allah yüce kitabı olan Kuran’da ne söylemek istediğini akıl sağlığı yerin de olan herkesin kolaylıkla anlaya bileceği şekilde ifade etmiştir. Zira kendi meramını anlatamayan bir ilah âlemlerin rabbi olamaz. Allah emir ve yasaklarını herkesin farklı farklı anlayacağı bir şekilde değil kesin ve anlaşılır bir şekilde bildirmiştir. Dinin yani İslam’ın veya herhangi bir Kuran ayetinin bana ve sana göresi hiç olmaz. Buradan hareketle şu âlime, şu mezhebe, şu tarikata göre bu ayet şöyle anlaşılır veya anlaşılmalıdır gibi kabul ve beyanların tamamı sakat ve hatalıdır.

Bu tür iddia sahipleri Allah’ın demediğini dedi demek suretiyle de Allah’a iftira etmiş olmaktadırlar. Bu ise iftiraların en büyüğüdür bu iftira sahiplerinin kurtulması da mümkün değildir. Zaman zaman bu tür iftira sahiplerinin şöyle dediklerine de sık sık rastlanılmaktadır: “ Beyler sizler satırlara değil sadırlara bakın” demek suretiyle karınlarının gurultusunu veya üfürüklerini din adı altıda pazarlamaktadırlar.

Bizler taşıdığımız düşünce gereği ne Allah’a ne onun gönderdiği yüce Kuran’a nede onun vah yettiklerini hayatına uygulan elçilerine kusur ve eksiklik anlamına gelecek bir sözü ne söyleriz ne de kabul ederiz. Zira Allah ne söylediğini açık ve anlaşılır bir şekilde söylemiş elçileri de bunları doğru olarak anlamışlardır. Allah’ın meramı ve maksadının dışında bir anlayışa ve uygulamaya Allah müsaade etmemiş ve yapılan hataları anın da düzelterek olaya bil fiil müdahil olmuştur. Çünkü Allah’ın hiçbir elçisi aynı hatayı iki kere yapmaz; sürekli hata yapmaz,  hatası düzeltilmeden ve istiğfar edip bağışlanmadan ölmez. Bunun böyle olmasının en başta gelen nedeni, söz konusu davranışın ümmet için bir hatanın devamını engellemeye yöneliktir. Peygamberlerin masumiyeti de vahyin insanlara ulaştırılması noktasındadır; yoksa hiç hata yapmamalarında değildir. Kuran’ın hiçbir ayetinin yorumu veya açıklaması Kuran’ın tamamına ve elçisinin anlayışına aykırı veya ters olarak anlaşılamaz.

Herkes şayet kafasına göre veya işine geldiği şekilde Kuran ayetlerini anlayacak ise o zaman yeryüzündeki Müslüman âdetince din ortaya çıkar bu durumda iki Müslümanın bir araya gelmesi de mümkün olmaz. Bu gün halkı Müslüman coğrafyanın içerisinde bulunduğu durum tam olarak bu hali resmetmektedir. Allah’ı bir, kitabı Kuran peygamberi Hz. Muhammed olan Müslüman halk bin bir parçaya bölünmüş ve kendi içerisin de darıma duman olmuş iken inandıkları tanrı farklı, elçileri farklı inandıkları kitap farklı olan batı ve batılın temsilcileri tek millet olarak Müslüman halkı ve yaşadıkları topraklarını kan gölüne çevirip perişan etmektedirler onlar küfrün tek millet olduğunu ortaya koyar iken ne yazık ki inananlar küfre karşı yekvücut olamamaktadırlar. Bu bölünmüş ve parçalanmış durumdan herkes şikâyetçi iken hiç kimse kendi gurubunu, kendi cemaatini, kendi mezhebini, tarikatını bırakıp ümmetin menfaatine olacak ve küfre top yekûn karşı koyacak bir davranış sergilememekte hep ilk hamlenin karşı gruptan gelmesini beklememektedir. Kendisi oturur vaziyette başkalarının kendilerine gelmesini beklemekte adeta yerlerine çakılıp kalanlar misali yerlerinden başkalarını eleştirip durmaktadırlar.

Evet,

Sorunun teşhisi de tedavisi de çok kolay ve basit. Allah’ın yaşanılan hayatı yönetip yönlendirmesi için gönderdiği yüce Kuran’ı bu günkü reva görülen durumundan kurtarıp hayata dokunan, hayatı okuyan hayat için kurallar koyan bir konuma getirmek acil olarak yapılması gereken farzların başında gelmektedir. Bundan ne kaçış nede kurtuluş mümkün değildir. Aksi halde son elçi bu ümmetin kıyamete kadar gelecek olan bütün fertlerinden şikâyetçi olacaktır: “Zikir Kuran bana geldikten sonra o kişi beni şüphesiz Kuran’dan saptırmıştır. Meğer şeytanlaşmış olanlar insanı yüzüstü bırakırmış. O gün elçi şöyle diyecektir. “Ey Rabbim! Kavmim bu Kuran’ı yalnız bıraktı.( hayatlarının dışına atıp o kitabı atıl ve işe yaramaz hale getirdiler.” (Furkan- 29-30)

Yukarıda mealini paylaştığımız bu ayetten şunu anlamanın hiçbir mahsuru yoktur. Dünyada yaşar iken Kuran’ı hayatlarının kuralları haline getirmeyen siyasetine, ticaretine, hukukuna, kazancına, harcamasına ve diğer alanlara karıştırmayan herkesten Allah’ın elçisi Muhammed (as.) şikâyetçi olacak. Acı ama gerçek olan şu ki: elçinin şikâyetçi olduğundan Allah razı olmaz. Kuran’ı dünyada yalnız bırakan onu mahcur edip hayatlarının dışına atan biç bir insan veya insan topluluğu ne bu dünyada ne de ahirette mesrur olup kurtuluşa eremez. İşte Allah resulü bunlardan şikâyetçi olacaktır. Daha önce kendilerine kitap verilenler o kitapları hayatlarına uygulamadıkları için Allah tarafından eleştirilip hiçbir şey üzere olmadıkları ifade edilir iken bu gün Kuran’ı hayatlarından söküp atan ve onun ayetlerini işlevsiz hale getiren bir topluluğun doğru yol üzerin de olduğunu kimse savunamaz ve savunmamalıdır.

Bugün içerisinde bulunduğumuz açmazlardan birisi Allah’ın ne dediğini bırakıp birde ne demek istediği savı üzerin de yoğunlaş ılıyor olmasıdır. Allah’ın ne dediğini bırakanlar ne demek istediği konusunda iki ileri bir geri yaparak yerlerinde saymaktadırlar. Aynı şeyleri elçiler içinde yaparak elçilerin söylemediği daha doğrusu söyleyemeyeceği şeyleri onun adına dillendirmektedirler.  Kuran’da Allah’ın dediği her şey gayet açık ve anlaşılır bir şekilde elçi olan insanın anlaya bileceği oradan da muhataplarının anlaya bileceği seviyeye indirgenmiştir bunun böyle olduğunu Kuran’ı anladığı dilden okuyan ve akıl sağlığı yerinde olan herkes bunun böyle olduğuna şahit olacaktır.

Kuran’ın ilk olarak indiği toplum da günümüz toplumu da Allah’ın dediğini anlamadıklarından değil tam aksine anlayıp ancak inkâr edip kâfir olmalarından kaynaklanmaktadır. Bir kısmı anlayarak inkâr eder iken bir kısmı da ne yazık ki onu yok sayarak hayatlarına devam etmektedirler. Sonuç her iki grup için de inkâr anlamına gelmektedir ve sahibini cehennem odunu yapmaktadır. Allah insanlar arasından elçilerini ne söylediklerini muhataplarına iletsinler diye seçmiş olup söylemek istediklerini ise onların sorumluluk alanları dışında bırakmıştır. Bu konuyla alakalı yani kendilerine indirilenleri muhataplarına iletmeleri konusun da bir muhayyerlik olmayıp kesin bir emir olduğunu belirten birkaç ayet meallerini sizler ile paylaşmak istiyorum.

İlk paylaşmak istediğim ayette bakın yüce rabbimiz ne buyuruyor: “Ey elçi! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Şayet bunu bütün gücünle yapmazsan O’nun Allah’ın sana verdiği elçilik görevini yapmamış olursun. Görevini yerine getirirken de sakın kimseden korkma, Allah seni bütün müşrik ve kâfirlerin vereceği her türlü zararlardan koruyacaktır.”( Maide-67)

Allah’ın hiçbir elçisi Allah’ın demediği bir şeyi Allah bana vah yetti diyemez. Şayet diyecek olur ise bakın Allah ne buyuruyor: “ Bu Kuran âlemlerin rabbinden indirilmedir. O elçi bize atfen bazı sözler uyurmuş olsaydı, Bu nedenle elbette onu önce güçlü bir şekilde yakalardık. Sonrada bu nedenle can damarını keserdik. Hiç biriniz buna engel de olamazdınız.”( Hakka- 43-44-45-46-47)

Bir üçüncü ayet mealini daha vererek konumuza devam edelim. “Ey elçi! Sen sana vah yedilene sımsıkı sarıl! Elbette sen doğru yoldasın. Şüphesiz ki bu Kuran, senin ve kavmin için gerçeği hatırlatan bir öğüttür ileride o Kuran’dan sorgulanıp hesaba çekileceksiniz.”        ( Zuhfuf-43-44)  Bu ve buna benzer Kuran ayetlerine sık sık rastlamak mümkündür. Bu tür ayetler iman edenlerin Kuran’la ne kadar sıkı bir iletişimde olması gerektiğinin göstergesidir. Çünkü Kuran iman edenler için bir onurdur, şereftir ve dirilip hesap vereceğimiz günde de bu Kuran’dan hesaba çekileceğiz.

Bizler inanıyor ve iman ediyoruz ki Allah’ın söyledikleri de söylemek istediklerinin tamamı yüce Kuran’ın içerisinde ve son elçinin Kuran merkezli sahih, mütevatir, ve bizlere kadar yaşanılarak gelen uygulamalarıdır.  Bu ikisi dışında herhangi bir kaynak hangi nedene bağlı olursa olsun meşru hale getirilemez. Allah merkezli bu aziz dini insan merkezli hale getirip sonrada istedikleri gibi insan tipi yetiştiren simsarlara bu fırsatı asla vermeyelim. Aslın da bu tipler sözüm ona Allah’ın bir de söylemek istediği var diyerek kendilerinin söylemek istedikleri için bir alan açarak istismara devam etmektedirler.

Peki, Bundan sonra ne mi oluyor alın size cevabı: Allah kitabında şöyle buyuruyor yerine cemaatim, liderim, mezhebim, hocam, şeyhim, gurup liderim şöyle buyuruyor! Argümanı geçiyor böyle olunca da Kuran merasim sel, törensel sadece arpça metni manası anlaşılmadan seslendirilen işlevsiz bir kitap haline dönüştürülmektedir. Allah’ın kitabını bu duruma düşürenlerden Allah’ın razı olmayacağını kesinlikle söyleye biliriz. Kuran’ın apaçık ve anlaşılır ayetleri birilerinin işlerine engel olmasından dolayı bunlar Allah’ın bir dediği var ancak bir de ne demek istediği var demek suretiyle bu dinde kendilerine alan açarak istismarlarına devam etmekteler. Ne olur bu tür oyunlara gelmeyelim ve Allah’ın dedikleri ile yetinelim. Bir başka yazıda buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı