
Gökten Ateş Sağanağı Yağarken.
Gökten ateş sağanağı yağarken onun altında çaresizliği, sabrı, öfkeyi, tevekkülü, nefreti, direnmeyi, bilmeyi ve bilenmeyi müşahede edenlerin imanlarına şahitlik eden bir dünyada yaşıyoruz.
Onların üzerlerine yağan bombaların hüzünlü çehrelerini, acıklı feryatlarını müşahede ediyoruz.
Bunların (imanlarına şahitlik ettiklerimizin) yani bataklık güllerinin, gül gibi görünmeye çalışmaları, bataklık çamurundan beslenmenin zorunlu sonucu olarak eksik kalmaları, yanlış, yani aykırı olmaları.
Gördüğümüz farklılığı meydana getiren neden ise; bu bölümünde perde yırtılmış ve arkasındakilerin bütün çıplaklığıyla görünüyor olmasıdır.
Yani, bu tabloda olan-biten / mazlum-mücrim/ niyet-amel, gizlenmeden, bütün çıplaklığıyla ortada.
Seyirciler perdenin önündekiler, oynatılan filmlerdekinden farklıydı ve muhtemelen bu insanlar, gökten ateş yağıp, perdelerin yanmasını bekliyorlardı.
Zaten ateş yağıyorken! Çekilen acıda da özde bir farklılık var mıydı, yok muydu?
İlki sahici, ikincisi sanal, her ne kadar hissettiğimizi söyleyebilmiş olsak ta.Biliyoruz ki; olayları bizzat yaşayanlar farkındalık oluştururken, seyircilere bir şey kalmıyordu, bunların da unutulacağı gerçeği kapıda beklemiyor mu?
Gün o ki; zulüm hakikatinin değiştirilebilmesi için iman yüklü yüreklerin elbirliği ile tümünün bu yüke omuz vermeleri gerekmektedir.
Gökten yağan ateşin bütün yolları kapatıp, imkânları bitirmediği zamana sahip olanların hesabı daha da çetin olacağa benzemektedir.
Tarih yeniden tekerrür ediyor, mazlumların aleyhine. Hal bu ki; ezilenlerin yeryüzüne hâkim olması için ön şartın görmezden gelinmemesi gerekiyorken.
5- Biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lutfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.
6- Ve onları o ülkede hakim kılalım. Firavun’a Haman’a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim. Kasas sur.
Bu ayetin geçtiği yerden ziyade yeniden geçeceği yere odaklanmak istiyorum. Gökten ateş sağanağı yağarken onun altında çaresizliği, sabrı, öfkeyi, tevekkülü, nefreti, direnmeyi, bilmeyi ve bilenmeyi müşahede edenlerin imanlarına şahitlik eden bir dünyadan örneklerle.
Musa resulün dininden olmayanların, kendilerinin uydurduğu dinin ürettiği zulmü, haksızlığı, adaletsizliği, vicdansızlığı, satılmışlıklarının bertaraf edilmesi için seçilmiş bir bölgede, bir avuç iman abidesinin akıl almaz mücadelesine şahitlik ediyoruz.
Akıl ve gönül gözüyle olayları okuyamayanların anlayamayacağı bir olaylar silsilesini takip ediyoruz.
Galip zannım odur ki, Musa, Nil nehrine bırakıldığında annesinin hissettiği acıyı kimse hissetmemişti. Bu gün geleceği okuma şansımız olmasa da, acının nefretin direncin yoğurduğu imanın ürünleri ve ilahi desteğin kazanılmasının doğal sonucu olarak, olaya gaybından müdahale edecek bir musanın rabbinin olduğuna şeksiz imanımız var.
O istiyorsa sebep sonuç ilişkisini de kendi iradesi ile kuracaktır. Tabiki onun istemesi de kullarının azim ve çabasına bağlıdır.
Yalnız rollerin alabora olduğu bir zaman dilimini yaşıyoruz.
“Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkın çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları’nı) zayıflatılıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.”
İşimdi ise bu rolü kendilerini İsrail oğlu sayan zalimlerce işleniyor. Gökten ateş sağanağı yağarken.
Allah’ın hesabının ne zaman nasıl tecelli edeceğini bilmeyen seyircileriz.