İslam’da haremlik-selamlık nasıl olur?
Soru : Nur 61, Ahzab 28-54 ve Tevbe 71. ayetleri ışığında İslam’da kadın erkek ilişkilerini, kadın ve erkeğin bir toplulukta mahremleri dışında konuşup konuşamayacağı ve perde arkasından konuşmayla birlikte bazı tasavvufçuların hanımlarını kardeşlerine dahi göstermemelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Açıklarsanız memnun oluruz.
Cevap: Ayetlerle çerçevesini çizdiğiniz sorularınız konuya ilgi duyan insanlarımızı yakından ilgilendirmektedir. Kadının istismar edildiği bugünler de İslam’ın konuya bakışı bilinmek istenmektedir. Bir yandan çağdaş anlayış adına istismar edilen kadın, diğer yandan da din simsarları tarafından aynı badireye çekilmektedir. İslam, kadın erkek, kadın toplum ve kadın aile ilişkilerini nasıl belirlemiştir? Kur’an’ın ışığında konuyu aydınlatmaya çalışacağız.
Çerçevesini çizdiğiniz konu insana verilen özellikler ile yakından ilgilidir. Yaratan bütün yaratıklarını dilediği biçimde çift çift yarattığı gibi insanı da bir nefisten (özden) bir çift olarak yaratmış (4/1), her bir teke de kendine özgü özellikler vermiştir. Bunlardan konumuzu ilgilendiren kısmı “Nev’i içgüdüsü” diye isimlendirilen özelliğidir ki bir cinsin karşı cinse ilgi duymasıdır diye tanımlayabiliriz. Kadın yahut erkek şayet hasta değilse mutlaka karşı cinse ilgi duyar. Çünkü bu iki varlık bir elmanın iki yarısı gibidir, ikisi bir bütünü (Aileyi) oluştururlar. Yaratan yasasını böyle koymuş, biri olmadan diğeri mutlu olamaz. Hayatta huzur bulamaz. Rabbimiz gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan yarattık”(Araf 179) buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir.
Bu iki cinsin duygularını kontrolsüz ve sınırsız kullanmaları durumunda toplumun bozulması, nesebin karışması söz konusu olduğundan, bu ilişkileri belli kurallarla tesbit etmiş, sınırlarını belirlemiştir. Göze hitabeden konularda “Örtü ve gözü başka tarafa çevirme” kulağa hitabeden konularda “ciddiyet ve vakar”, fiziki yakınlığa ise “belli bir mesafe ve halvetten kaçınmak” gibi kurallar koyarak temin etmiştir.
Çünkü nev’i içgüdüsünün uyarıcılığı insanın dışındadır, insan arzuladığı cinsi ya hayalinde canlandırır, yahut sesini dinler, resmine bakar, yahut da bizzat gördüğü zaman ona karşı bir ilgi söz konusu olur. Göze ve kulağa yapılan hitabın tahrik ediciliği de konuyu yakından ilgilendirmektedir.
İslam bu konuda aile fertlerinden işe başlayarak karı koca arasında ki sınırı “birbirinize karşı elbise gibisiniz” ifadesiyle nezih bir biçimde açıklayarak eşler arasında ki yakınlığı ve birbirlerinin kusurlarını örtmede ki alakayı dile getirmiştir.
Çocuklar ve ailenin diğer fertleri ile münasebetlerini ve birbirlerine karşı nelere dikkat edeceklerini (24/58) de bütün açıklığı ile ortaya koyarak ailede edebin sınırlarını belirlemiştir. 24/59’’da ise erginlik çağına gelen çocukların da daha öncekiler gibi izin istemesinin gereğini belirterek aile mahremiyetinin çocuklar tarafından dahi çiğnenmeyeceğini ortaya koymuştur.
Burada öne çıkartılan konu insanın gözüne ve kulağına hitab ederek cinsel duyguların denetimden çıkartılmaması gerektiği gayet açıktır. Çünkü devamında gelen 24/60. ayet “evlenme ümidi kalmayan yaşlanıp oturmuş kadınlar, zinetlerini açığa vurmamak şartıyla dış elbiselerini bırakmalarında onlar için bir mesuliyet yoktur. Ama sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitir ve bilir” ayeti, ihtiyar kadınların bile insanlara karşı ziynetlerini açmamak kaydıyla dış elbiselerini bırakabilecekleri ifadesi bizi böyle bir anlayışa götürmektedir.
Bunun toplumda ki uygulamasına gelince; “Ey Muhammed, mümin erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler. Mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır.”(24/30) Aynı yasak kadınlar için tekrar edildikten sonra ilave olarak süslerini açmamalarını baş örtülerini yakalarının üstüne kadar indirmelerini, süslerini kocalarına ve birinci dereceden akrabalarının dışında kimseye göstermemelerini öğütlerken, gizledikleri süslerin açığa çıkması için ayaklarını yere vurmamalarını da istiyor. Çünkü göz ve kulak insanın dünyaya açılan penceresidir. Bu pencereye yaratan gerekli perdeleri çekerek insanın temiz kalmasını sağlamıştır.
Yine sosyal hayatta kadınlar yerlerini alır iken “Ey Peygamber! Eşlerine kızlarına ve müminlerin kadınlarına dışarı çıkarken dış elbiselerini üzerlerine almalarını söyle. Bu onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini daha iyi sağlar, Allah bağışlar ve merhamet eder.”(33/59)
“Ey Peygamber hanımları! Sizler herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Allah’tan sakınıyorsanız edalı konuşmayın. Kalbi bozuk olan kimse kötü şeyler ümit eder. Daima ciddi ve ağırbaşlı sözler söyleyin.”(33/32)
“Evlerinizde oturun eski cahiliyye de olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah’a ve Peygamber’ine itaat edin. Ey Peygamber’in ev halkı! Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip tertemiz yapmak ister.”(33/33)
Bu ayetleri okuduğunuzda toplumda kadın Allah’ın çizdiği hudutlar içinde örtünen, cinsiyetini hatırlatan söz hareket ve tavırlardan uzak duran, yürüyüşüne, oturuş ve kalkışına dikkat eden, toplumda cinsiyetini değil şahsiyetini öne çıkartan, konuştuğunda dinlenen, konuşulduğunda dinleyen, fikir ve şahsiyet sahibi bir insan canlanıyor gözümüzde.
Bu insan toplumun diğer yarısını oluşturmaktadır, insanlığın yarısını görmezlikten gelen toplumlarda huzur ve saadetin olması mümkün müdür? Hayatın her safhasında beraber yaşadığımız insanların yarısını hayattan ve hayatın gerçeklerinden soyutlamak mümkün değildir. Peygamberimizin örnekliğinde bunu da görmemiz mümkündür.
Günlük ibadetlerde Cuma ve bayram namazlarında, hacc ve savaşta yine kadınlar var. Peygamberimiz’in bütün seferlerinde eşlerinden birini yanında götürdüğünü biliyoruz. İslam’da “Ey iman edenler” diye başlayan bütün emirler kadın ve erkeği kapsamaktadır. Cinsiyete özgü olan emir ve yasaklar ise oldukça az yer tutmaktadır. Dine muhatap olan bir varlık o dini öğrenmekten, yaşamaktan, öğretmekten ve onu savunmaktan mesuldür. Bu mesuliyetini bir şekilde yerine getirmesi gerekir.
Her kadın gücü ölçüsünde Allah’ın dinini yaşadığı gibi hemcinsine tebliğ etmesi de gerekmektedir. (61/10) Ona bu imkanı vermez iseniz nasıl ondan böyle bir hizmet bekleyebilir ve bu sorumluluktan nasıl kurtulabilirsiniz?
Mahremlerinin dışında ki insanların yanına çıkabilmek için Allah’ın koyduğu ölçüler içerisinde örtüsünü ve takva elbisesini giyerek halvet halinin dışında diğer insanlarla da konuşur. Alışverişini yapar öğrenmek amacıyla sorar. Fikrini söyler ve savunur. Ciddiyetini koruduğu sürece bunların hiçbirisinden men edilmiş değildir. Cinsiyetini öne çıkartan hareketlerden kaçındığı sürece hiç bir engel yoktur.
Perde arkasından konuşmaya gelince 33/59’da bahsedildiği gibi Peygamber hanımlarına özgü bir durum arz etmektedir. Düne kadar cahili bir kültürde yetişmiş insanlar, yeterince edebî kuralları almış olmadıklarından Peygamberimizi yemek için çağırdığında önceden gelip oturuyorlar. Yemekten sonra da yine oturup bekliyorlardı. Bu insanın özel hayatını kısıtlayan ve rahatsız eden bir durum olmasına rağmen Peygamberimiz edebinden bunu söyleyemiyor. Allahu Teâlâ bu konuyu açıklayarak “Çağrıldığınız zaman gidin. Yemeği yedikten sonra da sohbet için oturup beklemeyin. Bu Peygambere ağır geliyor. Fakat size söylemekten utanıyor. Allah gerçeği söylemekten çekinmez”(33/53) buyuruyor.
Bu olayın bir boyutu. Diğer boyutu ise yine bu insanların bir şeyler sormak için Peygamberimizin hanımlarına zamanlı zamansız gelmeleridir. Bu gelişlerde “Perde arkasından / kapının dışından sorun veya isteyin” şeklindedir. Çünkü o gün kapılar evin içerisini göstermemek için kapıya tutulan bir perdeden ibarettir. Yoksa kadınların yüzlerine veya insanlarla aralarına bir perde germesi şeklinde anlamak mümkün değildir. “Dış elbiselerini üzerlerine alsınlar” ifadesinde örtü dışarı çıkmak için yeterli görülürken hanenin mahremiyetini korumak için perde arkasından konuşmak dile getirilmiştir.
Olayın geçtiği mekan Peygamberimiz’in hane’i saadetidir. Hanenin mahremiyetini korumak için herhangi bir şey sormaya gelen kimselere perdenin (kapının) arkasından sordurarak o anki evin ve peygamber eşlerinin durumunu gözlerden uzak tutmaktır. Bugün bile evlerimize her zaman bir yabancı kabul etmenin zorluğunu anlamak güç değildir.
Sorunuzun sonunda bir takım insanların eşlerini kardeşlerinin yanına dahi çıkarmadıklarını nasıl karşıladığımızı soruyorsunuz. Bu konuyla ilgili ayette (24/31) süslerini kimlere gösterebileceğinin ayrı ayrı sayıldığını görüyoruz. Bunların içinde kocanın kardeşi de sayılmıyor. Ancak bu demek değildir ki müebbet mahremi olmayanların yanına kadın çıkamaz. Sadece bunların yanında zinetlerini açamaz demektir.
Fakat bir yabancının yanına çıkarken nelere dikkat etmesi gerekiyor ise aynen o kurallara dikkat ederek çıkmasında herhangi bir mahzur olmadığına inanıyoruz. Örtü yabancılar içindir. Eğer yabancının bulunduğu yerde bulunmamak lazım idi ise Allahu Teâlâ örtünmeyi ne diye istesin. Örtü yabancıya karşıdır. Kayınbirader de müebbet mahrem olmadığına göre onun karşısına çıkarken de zinetlerini kapatacaktır.
Bu şekilde kapanan bir hanım kardeşimizin aile içinde ve dışında rahatlıkla hareket edebileceğine, ihtiyacı olan şeyleri alıp satacağına ve sorup öğreneceğine, gerekiyorsa öğreteceğine inanıyoruz. Allah’ın dinini takdim ettiği bu kitaptan anladığımız budur. Kur’an’a dayanmayan imanın, ondan çıkmayan amelin, O’nun ruhuna uymayan ahlakın, Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur, insanı değerli kılan şey imanı ve salih amelidir.
Neye nasıl inanacağımızın ölçüsü Kur’an olduğu gibi neyi nasıl yapacağımızın ölçüsü de Kur’an ve sahih sünnet olmadıkça o amelin bize getirisi söz konusu değildir, “inanan erkekler ve inanan kadınlar birbirlerinin velisidirler, iyiliği emreder, kötülükten men ederler. Namazı kılar zekatı verirler. Allah’a ve elçisine itaat ederler işte onlara Allah rahmet edecektir. Allah daima üstündür hüküm ve hikmet sahibidir”(9/71) buyuran Rabbimiz inanan kadın ve erkeği birbirlerinin velisi olarak takdim ederken, bazılarının kardeşlerinden dahi onları uzak tutmalarının Kur’anî bir yanının olması düşünülebilir mi?
Bu anlayış erkeği karanlık düşüncelerle dolmuş bir sefih, kadını da onun pençesine düşmeye hazır bir av olarak göstermektedir.
Allah iftira olayında bütün inananlara şu ölçüyü veriyor “O işittikleri zaman inanan erkek ve kadınların, kendilerinden güzel zanda bulunup, bu apaçık bir iftiradır demeleri gerekmez miydi”(24/12). Burada altı çizilen kısım namuslu insanların şahsiyetlerine uygun düşünmelerinin beklenmesidir, inanan erkek ve kadınlardan beklenen de birbirlerinin Allah yolunda yardımcıları olmasıdır.
Kendilerini yüce bir düşünceye veren insanların dünyasında, böylesine basit duygulara yer olmasa gerektir. Özüyle Hakk’a teslim, sözüyle Hakk’ı talim edenlere selam olsun diyoruz.