Yazılar

KIRMIZI KİTAB’IN “Ilımlı İslamcı”ları

Yeni Türkiye, eski Türkiye’nin “Kırmızı Kitabı”nı (Milli Güvenlik Belgesi’ni) süreç içerisinde yeniledi.Sözkonusu belgenin ne olup olmadığını, geçmişteki kadar önemsenip önemsenmemesi bir tarafa, insanımızın üzerinde durması gereken boyutu Kırmızı Kitab’ın, değişen bölge ve dünya şartlarında, malum odakların stratejik misyon yüklediği “Ilımlı İslamcı”ları nerelere sürüklediğidir.Siyasi ve sosyal boyutlarıyla ön plana çıkan bu jonus yüzlü (iki yüzlü) “Ilımlı İslamcı”lar, çok yakın bir geçmişte, Abant Toplantıları/Konsilleri’nde  el ele verip “sistem-içi” mücadelelerini meşrulaştırmaya yönelik “ideolojik çizgi”yi kurgulamışlardı.Hem Batı’yı hem de Doğu’yu memnun etmeyi amaçlayan ve Müüslümanların Anakaynağını Modernist-Tarihselci bir yorumla devre dışı bırakan bu ideolojik çizgideki ortaklıklarına karşın bahse konu çevreler, farklı stratejilerinin doğal sonucu olarak bir süre sonra karşı karşıya geldiler.Tabii destek aldığı Liberallerinde cephelerden birinde yer aldıkları bir “iktidar savaşı”nın “sistem-içi” unsurları rolünde karşımıza çıktılar.Dolayısıyla söz konusu”Ilımlı İslamcılar”, Milli Güvenlik Belgesi’ndeki daha önceki konumlarından çok farklı bağlamlarda ve insanımızı şaşırtacak bir şekilde biri özne kümesinde, diğeri de eski dünyanın belirleyici aktörlerince rehin alınmış bir bileşeni konumuyla karşı cephede yerini aldı.Aslına bakılırsa “Ilımlı İslamcı”lar gibi ucube bir tabirin tanımladığı söz konusu “sistem-içi”  unsurların Kırmızı Kitab’taki konumları bir tarafa, her ikisininde son planda, farklı misyonlarıyla araçsallaştırılmış olmaları; stratejileri gereği birisi eski dünya ile beraber, diğerininde yeni dünyanın stratejik bölge ülkesi olarak hareket ettikleri düşünüldüğünde mesele çok daha net anlaşılacaktır.Peygamberimize yönelik hareketlerin konjonktürel olarak yeni versiyonlarıyla gündeme taşındığı her türlü kutsala, değere hakaretin “medya/fikir özgürlüğü” arkasına gizlendiği, aslına bakılırsa Müslümanlara yönelik sistematik bir algı yönetiminin enstrümanı olarak kullanıldığı bir vasatta tarafların bu pozisyonları bizi aldatmamalıdır.

Kırmızı Kitab’ın yeni içeriğinde olduğu gibi taraflardan birinin “düşman”, diğerinin ise düşmandan bu ülkeyi ve Müslüman coğrafyayı kurtaracak yegane kadro olarak sunulması Müslümanca bir bakışın çıkarımı olmasa gerektir.Olsa olsa “Müslümanları”, “Ilımlı”/Jonus yüzlü ve “Radikal”/Terörist ikileminde görmek ve böyle bir algıdan stratejik sonuçlar devşirmek isteyenlerin bir kurgusu olacaktır.Zira Müslümanca bir bakış, öncelikle Anakaynağı referans alarak bahse konu olan bu saflaşmanın ideolojik zeminine, dolayısıyla “sistem-içi” pozisyonlarının yerel ve küresel düzlemde ne anlama geldiğine bakar.Ve ilkesel bir yaklaşımla konuyu tanımlar ve duruşunu belirler.Ancak bu net bakıştan sonra söz konusu mücadelenin Müslümanları ilzam eden boyutlarına karşı ilkesel bir pozisyon alınır.Ne yazık ki böyle olmuyor.Kendilerini İslam ile tavsif edenlerin kahır ekseriyetinin olması gereken ilkesel yaklaşımdan uzak, “sonuç odaklı”, telifçi, eklektik, bizce İslami bir temel dayanağı ve meşruiyeti bulunmayan bir perspektif ile meseleyi ele aldıkları tartışmaya yer bırakmayacak netliktedir.

Öyle ki, “Ilımlı İslam” eksenli tartışmalar çoğu kesimlerde naif bir uslubla devam etmekte, ilkesel bir yaklaşım kaygısından çok taraflardan birine yakın durmakta yarar umulduğu bilinen bir gerçek.Bu gerçekliğin yanı sıra bölgede yaşanan değişim sürecinin içinde bulunduğu fetret dönemi ve bu dönemin bir çok coğrafyada olduğu gibi Yeni Türkiye’deki komplikasyonları zaten kafası karışık olan insanımızın dengesini iyice bozmuş durumda.Karşımıza çıkan değerlendirmeler, süreç içerisinde alınan pozisyonların niteliğide bu konuda umut verici gelişmeler yerine “Ilımlı İslamcı”ların siyasi ayağının ekseninde bir cepheleşmeye işaret etmektedir.Bunu daha net değerlendirebilmek için Dergimizin Şubat-2014 tarihli 422. sayısındaki “Kuşatılmış Zihinler-Rehin Alınmış Yapılar ve İktidar Savaşları” başlıklı analizimizden hatırlatmalar/alıntılarla devam edilmesinde yarar ummaktayız.Ki söz konusu “sistem-içi” unsurlar olan AK Parti/AKP ile “Cemaat”in doğrudan karşı karşıya geldikleri tarihten bugüne kadar yaşanılanlar ve insanımızın konuyu ele alışı net bir şekilde görülebilsin…

Söz konusu yazımızda, öncelikle; “Değişen dengelerin yeniden kurgulanmaya çalışıldığı bir vasatta, bu tür gelişmelerin küresel ve yerel ayaklarının doğru anlaşılmaması büyük resmin görülmesini engelleyecektir.Bilerek ya da bilmeyerek büyük resmi dikkate almayan değerlendirmeler/süreç analizi yapmadan ortaya konulan yorumlar taraflardan birine hizmet eden bir işlev görür; farklı algıların oluşmasına neden olur.” diyerek bizce önemli bir uyarıda bulunmuş, konuya ilkesel ve objektif bir bakışla yaklaşılmasının altını çizmiştik.Ve bu gelişmenin “sistem-içi” mücadele süreci ve rejim açısından ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu okuyucunun dikkatine sunarak ;”Muhalefetin hala eski dünya, dolayısıyla eski rejimin parametreleriyle hareket ettiği, değişim ve dönüşüm sürecinin geldiği çizgiye rağmen medyanın iç ve dış uzantılarıyla iktidar savaşının bir parçası olarak etkinliğini sürdürdüğü bir Türkiye’de bu kadarıyla beklenilmeyen pozisyon değişikliği bugünkü manzarasıyla karşımıza çıkmaktadır ve bu aşamadaki pozisyon değişiklikleri çok kritik bir anlama sahiptir.” tesbitini yaparak bu iktidar mücadelesine reaksiyoner bir yaklaşımla bakılmaması gereğini hatırlatmıştık.Yargı bürokrasisi başta olmak üzere devletin bazı kurumlarında, değişim süreci boyunca “değişimci” unsurlarla birlikte hareket eden bir yapının/”cemaat”in, bu iktidar oyununda, eski düzen kadrolarıyla, statükodan beslenen ve/veya değişimin zamanlaması ve yöntemine itirazları olanlarla birlikte hareket etmesi ya da düşünsel netliğe sahip olmayan diğer yapılar gibi yöntem ve özellikle strateji hataları nedeniyle kendilerini böyle bir operasyona mecbur hissettikleri görüntüsü konuyla ilgili tartışmayı çok daha çetrefilli bir hale getirmektedir.Çok açıktır ki küresel ve bölgesel güç odaklarının (her iki taraftada) işin içinde olduğu hatta büyük oranda yönlendirdiği bu siyasi ‘savaş’ta, değişimci unsurlar açısından, özellikle kısa vadede, sıkıntılı bir dönemin yaşanacağınında altını çizmiştik.”Bölgenin yeniden yapılandırılması sürecinin ortaya çıkardığı siyasi ve ekonomik güç mücadelesinin sertleşmesi de yaşanılan olayları anlamlandırmada önemli bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır.” tesbitinden sonra devamla bunun uluslararası boyutlarının ıskalanmaması gereğine işaret ettikten sonra bunun bir iç siyasi mücadeleyi aşan bir rejim krizi olduğuna vurgu yapmıştık…

Hiç şüphesiz  “Cemaat”in, sistem-içi mücadele sürecinin çok kritik bir aşamasındaki pozisyon değişikliğinin doğru tahlil edilmesi önemlidir.Ancak ondan önce, “sistem-içi” mücadelenin ne anlama geldiğini anlamaya çalışmak, doğru tanımlamada bulunmak çok daha önemlidir.Sistemi içeriden fethetmek üzere yola çıkanların, öyle ya da böyle, nasıl sisteme entegre olduklarını,Müslümanca  bir bakış ile okuyarak bir muhasebe yapmak, bulunduğu pozisyonu ve olaylar karşısındaki duruşunu gözden geçirmeleri bir gereklilik değil mi? Zira, “sistem-içi” mücadele yöntemiyle çıkış arayan ‘İslami duyarlılığa sahip’ örgütlerin (partiler,cemaatler vd.) nasıl bir değişim ve dönüşüm süreci yaşadıklarını, yaşadıkları farklı ülkelerin kendine has rejimlerine, müdahil olan iç ve dış odaklarla ilişkilerinin hangi zeminde yürütüldüğüne dikkat etmeleri gerekmez mi?.. Dolayısıyla “Bizim ‘insanımız’ dediğimiz kadroların hangi kaygılarla rehin alındıkları ve sistemin güçlenmesi, toplumsal derinliğe kavuşması için hangi misyonlar yüklendikleriyle ilgili çok sayıda ibret verici örnek yaşamışızdır.Bu tehlikeli yol, sistem içinde yapılanma veya sistemi içeriden ele geçirme ve Müslümanlara alan açmak gayesiyle tercih edilen hatalı ve sonu belli olmayan bir yoldur.”Unutulmamalı ki bugünkü ibret verici/vahim görüntü sadece malum “Cemaat”, dar anlamıyla “paralel yapı” için söz konusu değildi.Aynı zamanda hatalı yöntem tercihinde bulunan, ilkesel bir mücadele yerine, “sonuç odaklı” konjonktürel mücadeleyi tercih etme delaletine düşen diğer yapılanmalar için de geçerlidir.

Bir kez daha altını çizerek belirtelim ki geçmişte ideolojik çizgileri, dolayısıyla yöntemlerinin benzerliklerine rağmen AK Parti ile “Cemaat” arasındaki ilişkilerin bozulması ve sistem içinde karşı karşıya gelmelerinde belirleyici olan husus strateji farklılığı, dolayısıyla ilişkide oldukları dış ve iç güç odaklarının farklılığıdır.”Zira biri sosyal, diğeri siyasal bir aktör olmalarına rağmen bunların, bir şekilde, ‘iktidar savaşları’nda karşı karşıya gelmiş olmaları ya da buna zorlanmaları, özellikle Cemaat’in kazanımlarını kaybetmeme kaygısı ve yıllardır bilinen buna paralel stratejik yaklaşımlarının sonuçlarıdır.”Bu çok açık gerçekliği görebilmek için “Cemaat”in kriz anlarındaki tepkilerine/duruşuna bakmak yeterli olacakır; Tarafların gerek birliktelik, gerekse de çatışma sürecinde…

Bu bağlamda bir dönem, ‘değişimci çizginin bir parçası gibi gözüken “Cemaat”in ;Türkiye-İsrail, Türkiye-ABD ilişkilerindeki duruşunu, radikal Yahudiler ve Neo-con’ların hassasiyetlerine duyarsız kalmamalarını yüzeysel olarak telin etmenin ötesine geçerek tüm boyutlarıyla doğru okumak lazımdır.Keza Türkiye’nin Suriye politikası, Türkiye İran ilişkileri, özellikle de Çözüm Süreci’nde malum ideolojik çizgisinde kendine açılan alanları , bazen zorlayarak kullanmaya çalışan Yeni Türkiye’nin küresel sistemle ilgili tüm eleştirilerinde, referans olarak (sözde evrensel) Batılı değerlere yaslanmasına rağmen, malum çevrelerde rahatsızlık oluşturması, tüm boyutları ve derinliği fark edilerek anlaşılmalıdır artık.

Gelinen aşamada Yeni Türkiye’nin gündeminin başında iç ve dış uzantılarıyla “paralel yapı “ yer almaktadır.Ve bunun bir rejim meselesi olarak görüldüğü resmi olarak ilan edilmiş bulunmaktadır.Dolayısıyla sistem, vesayetçi yapının diğer ayaklarıylada bağlantılı malum “örgüt” ile küresel arka planının farkında olunarak kararlı bir mücadeleyi sürdürmek durumundadır.Bu arada Türkiye’nin değişim ve dönüşüm sürecinin bu kritik aşamasında sistem içindeki tüm pozisyonlar ve kadrolar yeniden gözden geçirilecektir, kaçınılmaz olarak.Tabi bu durum diğer vesayetçi yapılarda olduğu gibi “Cemaat” içinde varoluşsal bir kaygıya neden olacaktır.Bu kaygıda “Cemaat”in/”Örgüt”ün sistem içindeki benzer yapılarla ve uluslararası düzlemde ilişki kurduğu odaklarla bağlantılarını güçlendirmesine neden olacaktır.Ancak “Cemaat”in, niteliği gereği, hatalı stratejisinin bir sonucu olarak ortaya çıkan kendi insanı ve ülkesinin çıkarlarına karşı duruş görüntüsü, bu yapının/örgütün tekrar orijinal yapısına, “fabrika ayarları”na dönerek çıkış aramasını neredeyse imkansız kıldığını da tespit etmek gerekir.Gerek içerideki ve gereksede dışarıdaki müttefikleri ise temel çıkarları ve içinde bulundukları şartlar paralelinde “Cemaat” ile ilişkilerini değerlendireceklerdir.

“PARALEL YAPI “ Tartışmalarında Iskalanan Bazı Gerçekler:

Bazıları soruyorlar:Aslında birbirlerinden pek haz etmeyen iki ayrı çevreden gelmelerine rağmen “Cemaat” ve AK Parti’yi yan yana getiren, hatta bir dönem çok yakın ilişkilere taşıyan ana etken nedir? diye.Bizce bu sorunun cevabı çok açık.Değişen bölge ve dünya koşullarının Türkiye’nin konumu ve misyonunu değiştirmesiyle daha görünür hale gelen, hatta gündemi işgal eden, dönemin sapkın “ideolojik çizgisi”ni her iki tarafın sahiplenmesi,topluma mal etmek için birlikte çalışmalarıydı.Taraflar farklı yapılanmalara ve stratejilere sahip olmalarına karşın düşünsel evrilmelerinin belirli bir aşamasında “Ilımlı İslam”/”Modern İslam” (“Ilımlı İslam”ın farklı bir versiyonu) denen Müslümanların değerleriyle (sözde evrensel) Batılı değerlerin telifi/uyumu çizgisinde buluştular.AK Parti/AKP’nin sistem içindeki konumu “Cemaat”in kadrolarıyla yollarını kesiştirdi.Hatta bir süre bunların içiçe geçtikleri gibi bir görüntü verdi.Her iki yapıyıda tanıyanlar, biri siyasal, diğeri sosyal yapıların bu yakınlaşmalarına rağmen arkaplanlarındaki farklı ilişkiler ağının farklılığını yeterince göremediler; bahse konu ilkişler ağının stratejik farklılıkla bağlantısının sonuçlarını kestiremediler.Ya da içinden geçilen zorlu süreçte bunu yeterince önemsemediler.Cemaat’in derin ilişkilerinin ortaya çıkardığı sonuçları okuyamadıklarından, tabiri caizse, “bu kadarını tahmin bile edemediler.”

Her ne kadar 28 Şubat döneminde Cemaat’in ikircikli tavrı söz konusu olsada dönemin niteliği gereği bu yapının bazı operasyonlardaki duyarsızlığının yanısıra bazılarında da mağdur konumda olması farklı değerlendirmelerin önünü kesti.Hatta bazı sistem-dışı kesimler dillendirselerde, Susurluk olayı ve yıllar sonra ortaya çıkan Gladio’nun Türkiye yapılanmalarından biri olan Ergenekon davalarına eski Türkiye söylemi ve refleksiyle yaklaşan Erbakan’ın bu tavrı dahi sorgulanmadı.Politik pragmatizm adına görmezden gelindi…Keza, Özal döneminin üzerinden 12 yıl geçtikten sonra Yeni Türkiye yolundaki değişim ve dönüşüm sürecinin daha belirgin hale gelmesini sağlayan çok boyutlu adımlar atılmaya başlandı.Hiç şüphesiz bu adımların gündeme gelmesini sağlayan, yeni dönemin önünü açan özelliğiyle 28 Şubat Post Modern darbesi de ele alınmadı; yeterince tartışılmadı.Oysa geçmişteki darbelerde olduğu gibi bu dönemde de olağan dışı gelişmeler peşi peşine yaşanıyordu.Ancak Özal döneminde küresel kapitalist sisteme entegre edilmiş Türkiye ekonomisi geçmişte olduğu gibi klasik bir darbeyle sonuçlanmıyordu.Bir süre yaşanan krizler sonrasında (1999’da) olağan dışı/beklenilmeyen bir başka gelişme daha yaşandı.Suriye’ye verilen ültimatom sonrası bir dizi gelişme PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ABD eliyle Türkiye’ye verilmesi sonucunu doğurdu.Yine aynı yılda Fethullah Gülen sahte belgelerle alındığı sonradan anlaşılan “Yeşil Pasaport” ile ABD’ne gidiyordu.Bu gelişmeler aslında yeni bir döneme işaret etmekteydi.Ve zamanla yeni dönemin ne anlama geldiği ortaya çıktı.

Geçmişte hatta ta kuruluşundan bu yana  bölgede jeostratejik ve jeopolitik önemi büyük Türkiye’yi kontrol eden, kendi çıkarlarıyla uyumlu konumda olmasını isteyen güçler olagelmişti.Değişen bölge ve dünya şartları Türkiye’nin konumu ve misyonunu değiştirmiş, yeni denge arayışlarında bölgedeki stratejik konumunu arttırdığı gibi yeni misyonuylada “merkez ülke”/”model ülke” konumuna taşımıştı.Militarist Cumhuriyet miadını tamamlamış yerine yeni misyonuyla Demokratik Cumhuriyet/Yeni Türkiye’nin inşası gündeme gelmişti.Eski sistem ve bunun yanındaki görünen ve görünmeyen “paralel yapı”lar tasfiye sürecine girmiş, yeni kadrolarla yeni bir model, yeni bir sistem inşa edilmeye çalışılmaktaydı.Görünüşte eski kadrolar tasfiye edilmekte Yeni Türkiye’nin niteliğine, misyonuna uygun kadrolar devlete, kurumlara hakim olmaktaydı.Bu sadece bölgenin stratejik gücü, yeni merkez devleti Yeni Türkiye’de olmuyor tüm dünyada, özelliklede bölgemizde siyasi ve ekonomik güç merkezlerinin kaymasının tezahürleri olarak yaşanmaktaydı.”Değişimci” odakların ısrarla vurguladıkları gibi küresel ve bölgesel iktidar savaşlarının yeni parametreleri tanımlanmaktaydı.Yeni dönemde, süreç içerisinde “kaba güç” etkisini kaybedecek “yumuşak güç” ön plana çıkacaktı.Değişen dengeler eski ile yeninin mücadelesinin yanı sıra iktidar savaşının “Üst Akıl”/”Stratejik Akıl” denilen oyun kurucuları sık sık gündeme gelecekti.Dolayısıyla kontrol edilmek, etkilenmek istenilen sistemlerde “sistem-içi” güç ve çıkar mücadeleleri hızlanacak, devlet içinde “paralel yapı”lar gündeme gelecekti.

Ancak bazılarının oluşturmaya çalıştıkları algının aksine “paralel yapı” denildiğinde, arkaplanındaki “Üst Akıl”ı ıskalayarak kapsamlı ve gerçekçi bir tahlil yapmak mümkün değildir.Keza küresel iktidar savaşlarında “Üst Akıl”ın/”Stratejik Akıl”ın ihtiyaç duyduklarında devreye sokacakları bölgesel/yerel ortaklarından da söz etmek gerekir.Bu Eski Türkiye için nasıl bir gerçeklik ise Yeni Türkiye içinde öyle olacaktır.Hiç şüphesiz, burada, küresel güçlerin stratejik ortakları , işbirlikçileri tamamen edilgen araçlar değildir.Güçleri, dönemsel şartlar ve etkin yönetimle bu yerel unsurlarında kullanacakları, hatta zorlayabilecekleri alanları olduğu gibi sınırları da belirlidir.Karşılıklı çıkarlar, stratejik paralelliklerle birlikte temel tercihlerin ortaya çıkardığı zorunluluklarında uluslararası ilişkilerde etkili olması kaçınılmazdır.

“Paralel yapı” tartışmalarının Yeni Türkiye’nin gündemini işgal etmesinden önce Gladio’nun değişik hücrelerinden biri olan Ergenekon yapılanması vb. unsurların küresel bağlantıları deşifre olmuş, iletişim çağında, neredeyse topluma malolmuştur.ABD’ndeki Neo-con’cu siyasi elitin, İsrail’deki radikal Yahudi’lerin, Almanya’nın sistem içindeki misyonunun, Londra merkezli finans odaklarının, eski dünyadan nemalanan küresel enerji şirketlerinin vd., eski Türkiye’nin “Üst Akıl”ın bileşenleri olarak etkili olmuş, halende bahse konu iktidar mücadelesinde malum yapılara her türlü desteği vermektedir.Keza farklı stratejiye sahip gözüken değişimci çizginin politik aktörlerininde küresel arkaplanını görmek, sözkonusu ilişkilerdeki mantığı da anlamaya çalışmak lazımdır.Tek taraflı yaklaşımlarla, Müslümanların henüz belirleyici olmadığı bir dünyada/iktidar mücadelesinde, mevcut taraflardan birini şeytanlaştırıp, sağdan yaklaşan ve sofistike yöntemler kullanan şeytanlar ve işbirlikçilerini kurtarıcı olarak sunmak doğru değildir.Dönemsel olumluluklara odaklanarak, “ideolojik” ve stratejik olarak tasvip edilmesi mümkün olmayan aktörleri tasvip etmek imkanı yoktur.Velevki bu aktörler “içimiz”den çıkmış olsunlar.”Cemaat” ve AK Parti/AKP gibi…

“Paralel Yapı” kavramı üzerinden insanımıza sunulan dar çerçevenin yanı sıra karşısındaki “sistem-içi” unsurun, ideolojik çizgisi öncelikli olmak üzere tüm boyutlarıyla insanımızın dikkatine sunulmaması , “Paralel Yapı”nın “Üst Akıl”ından söz ederken AK Parti/AKP’nin küresel ve bölgesel ilişkilerinin ısrarla sorgulanmaması, hatta gizlenmesi bizce manidardır.Aynı zamanda “Ilımlı İslam” gibi ucube bir kavramı ve sapkın bir ideolojiyi birlikte peydahlayan ya da kullanışlı görerek sahiplenen taraflardan birine zimmetleyerek sahte kurtarıcılar üretilmek istenilmeside tabii.Bu algı yönetimi içinse klasikleşmiş sistem-içi iktidar savaşının oluşturduğu cepheci atmosfer kullanılmaktadır.

Buna karşın “Cemaat” çevreleri ve destekçileri de sanki kendileri de bir başka projenin ürünü ya da diğer bir çıkar odağının yerel uzantısı değilmiş gibi AKP’nin bir ABD projesi olduğu tartışmaları üzerinden meşruiyet arayışı içine girmesi manidardır.Bu bizlere eski NATO’cu, Gladio’cu malum çevrelerin Ilımlı Laik-Demokrat çizgideki AK Parti’yi Amerikancı olarak şuçlamalarındaki ilkesizliği hatırlatmaktadır.İçimizden birileride “AKP bir Amerikan Projesi mi?” ve “Yolsuzluklar ve hırsızlıklar” başlığı altında gündeme gelen manipülatif tartışmaları, bağlamından uzaklaştırıp, ilkesel bir çizgiye çekme gereği bile duymadan köpürtecek kadar tecrübeden uzak bir görüntü vermektedirler.Ne yazık ki…

İnsanların sanki bir cinnet hali yaşadığı, doğru arayışının terk edildiği bir vasatta, bırakın diğerlerini bizim insanımızın büyük bir çoğunluğu dahi ilkesel bir duruş sergilememektedirler.”Sistem-içi” evrilme süreci insanımızı öyle bir çizgiye, kafa karışıklığına taşımış/sürüklemiş ki, sistem-içi aktörler(bunların ilişkide olduğu küresel ve bölgesel unsurlar) arasındaki dönemsel stratejik çatışmalar, sistemin kendi mantığı içerisinde ele alınmamaktadır.Sanki taraflardan biri “hak”kı, diğeri “batıl”ı temsil ediyormuş gibi bir dil kullanmaktan çekinilmezken tarafların bileşenlerini ve görünen-görünmeyen ilişkilerini de ya gizlemekte ya da bağlamından kopuk bir kurguyla sunmaktadırlar.

Önemli not: Paris saldırıları vb. nasıl okunmalı?Öncelikle Almanya, İsviçre ve diğer Avrupa ülkelerinde “İslam karşıtı” eylemlerin arttığını ve bunlarında IŞİD denen ve ne idüğü belli olmayan örgütün bölgedeki misyonunun bir uzantısı, bölgedeki söz konusu gelişmeleri doğuran bir stratejinin bir gereği olarak yoğunlaştığını hatırlamamız gerekir.Peki, öyleyse son eylem neden Fransa’da yapıldı?Eylemi yapanların Fransız vatandaşı oldukları ve bu şahısların süreç içerisinde El-Kaide sempatizanlığına doğru evrildiklerinin açıklanmasıyla hangi sonuçlar hedeflendi?Acaba Fransa Başkanı Sosyalist Hollande’a; son dönemde Almanya’nın peşine takılmaması, Yeni Türkiye’ye yönelik “burun sürtme” operasyonlarına mesafeli durmasınında ötesine geçerek Türkiye ile işbirliğini geliştirmeye çalışması, Fransa’nın çıkarları adına Obama ABD’siyle uyum içinde olması, Suriye konusunda diğer Avrupa devletleriyle farklı bir siyasi çizgi takip ediyor olması, Ortadoğu politikalarında ve Filistin konusundaki çıkışlarıyla Fransa’nın malum çevreleri rahatsız etmesi vb. nedenlerle bilinen ve bilinmeyen güç odaklarınca uyarıldığından söz edebilir miyiz? Son dönemlerde bölgemizde ve diğer bazı coğrafyalarda ortalığın karışmasını kendi stratejileri için gerekli gören malum odaklar ve işbirlikçilerinin özellikle Fransa’ya bir “ikaz”ı olarak bu olayı okumak mümkün mü?

Aynı şekilde şu soruları da insanımızın gündemine taşımak gerekir:Bahse konu “değer”sizler her zaman mevcut.Ancak neden bazı dönemlerde bunların önü açılıyor?Adeta yeniden etkinleştirilmeye çalışılıyor?Ve bunların çirkin yüzleriyle ortaya saçtıkları pislikler neden gündemin baş köşesine oturtuluyor?Söz konusu operasyonlarla bir taraftan belirli odakların bilinen adreslere “mesaj”ları iletilirken diğer taraftan da (genellikle) İslam karşıtlığının körükleniyor olması manidar değil mi?

Bu bağlamda malum küresel odaklar ve onların işbirlikçilerinin stratejilerine hizmet eden böyle bir operasyonun, Peygamberimize yönelik hakaretler içeren karikatürlerin yayımlanmasının engellenmesi hangi ilkesel gerekçeyle “medya özgürlüğü”ne müdahale olarak değerlendirilebilmektedir?Bu benzeri hakaretleri “”medya özgürlüğü”, “fikir özgürlüğü” adına savunma çizgisine savrulan dar anlamıyla “Paralel Yapı”nın bu duruşu, bir değerlendirme farkı değil olsa olsa “rehin alınma” durumunun yansımalarından biri olarak yorumlamak gerekmez mi?

Müslümanca bir bakış ile insanımızın bu tür gelişmeler karşısında nasıl tavır alması gerektiğini gündeme taşımak önemli…Ne var ki dünyada ve etrafında neler olup bittiğini anlamadan, belirli bir bilinç düzeyini yakalamadan, en önemlisi de “Müslümanlar”ın içinde bulunduğu kafa karışıklığı ve ciddi bir örgütlülüğe sahip olmadığı gerçekliğini dikkate almadan genel ilkesel değerlendirmelerin ötesinde ahkam kesmenin büyük sorumluluk getirdiğini de bu vesileyle hatırlatalım.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir