GenelYazarlardanYazılar

Mehdi Bizim Tembelliğimizin Adıdır

Ulema ekonomiden siyasete pek çok konuyu muamelat alanına dâhil edip çözümünü üretmek de bize düşer deyip olaya el koymuştur. Ancak söz konusu konularda pek çok soruna çözüm üretemeyince meseleyi Mehdi’ye havale etmişler. Bunun yanısıra Müslümanlıktaki Mehdi inancını üreten iki temel sebep vardır. Birincisi sürekli kötüye giden tarih bilinci, ikincisi ise baskıcı, despot yönetimlerdir.

Bireysel ve toplumsal değişimin yaslarını bilmeyen veya bunun gereğini yapmaktan imtina eden bir kişi şöyle der: Bu iş bizim halledeceğimiz ve üstesinden gelebileceğimiz türden bir iş değil. Bizi aşar. İyisi mi biz bunu Allah’a havale edelim. Olmadı Mehdi’yi bekleyelim. Nasıl olsa o gelip tüm dertlerimizi halledecek! Bize de miskin miskin beklemek yakışır.

Serlevhadaki aforizma Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’e aittir. Aliya bu özlü ifadesi ile meseleyi çok vazıh bir şekilde özetlemiş olup, Mehdi geldi gelecek konusuna da son noktayı koymuştur. Aslında konu hakkında bundan başka bir şey söylemek israftır. Ancak olay İslam dünyasında çok yaygın bir inanç olarak güncelliğini korumakta ve bizim kamuoyundan da hiç düşmemektedir. Meselenin özü, görev ve sorumluluklarını yapmayan Müslümanların içine düştükleri zilletten, açmazdan kendilerini kurtaracak, düzlüğe çıkartacak bir kurtarıcı beklemeleridir.

Mehdi; sözlükte “doğru yolu bulmak; yol göstermek, rehberlik etmek” anlamındaki hüdâ (hedy, hidâyet) kökünden türemiş bir sıfat olup “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” demektir. Kur’ân-ı Kerîm’de hidâyet kökünden türeyen fiil ve isim kalıbında birçok kelime bulunmakla birlikte mehdî kelimesi yer almamaktadır ve hidayet kavramı da genelde Allah’a, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e nisbet edilmektedir. Ayrıca kelime “insanın hidayeti benimsemesi” anlamında da kullanılmaktadır.

Mehdî, farklı kültür ve dinlere göre, dünya tarihinin sonunda (âhir zaman) Tanrı tarafından gönderilecek ve yeryüzünde hâkimiyet kuracak, sulh ve salaha kavuşturacak bir hükümdar, insanlara doğru yolu gösterecek bir Peygamber, ezoterik dinî bir lider veya Hinduizm’de olduğu gibi bir Tanrıdır.

Dinler Tarihi açısından bakıldığında hemen hemen bütün kadim medeniyetlerde ve dinlerde bir “kurtarıcı” fikrinin olduğu görülmektedir. Medeniyetlerin birbirinden etkilenmesi de bir bakıma kaçınılmaz olduğundan “kurtarıcı” tasavvurunun dinlerde ortak bir fenomen olduğu yadırganmamalıdır.

Bu inancın İslam Dinine nasıl ve nereden geçtiğine dair farklı görüşler vardır. Bazı yazarlar, İslam’daki Mehdî inancının kökenlerini Yahudi-Hıristiyan geleneğindeki “Mesih” öğretisine alternatif oluşturmak için üretildiği fikrindeyken, Mikail Bayram gibi âlimler ise, tarihsel olarak daha eski olan Mecusilik’ten sirayet ettiği görüşündedir. Hocaya göre Mehdilik inancı eski İran dinlerinde ve İranlıların kültüründe mevcut olan bir inanış biçimidir ve Müslümanlığa Şiilik kanalıyla buradan geçmiştir.

İranlı yöneticilerinin zulmüne maruz kalan ve buhranlı dönemlerinde halk umutlarını Mehdi’ye bağlamış ve Mehdi gelecek bizi kurtaracak diye bir inanç geliştirmişlerdir. Müslümanlıktan sora zaten canlı olarak yaşanan bu “Mehdi kültü” ile ilgili metinler İranlı muhaddisler tarafından küçük değişikliklerle ve Arapça ifade değişiklikleriyle Hz Peygamberin veya ashabın sözleriymiş gibi anlatılarak hadis kitaplarına alınmış ve bu inancın alt yapısı oluşturulmuştur. Aslında Mehdi’nin vasıfları ve nerede zuhur edeceği gibi hemen her şey eski İran kültüründen bir uyarlamadır. Bu konuda Hadis uydurma işinin Arapça yapılmasının sebebi ise inandırıcılıktır. Şu halde Muaviye’den sonra ve özellikle Kerbela trajedisiyle birlikte şiddetli zulme maruz kalan İran halkı zaten kadim kültürlerinde mevcut olan Mehdi inancını güncellemişlerdir.

Bir başka görüşe göre bu kadim inanç, Ka’bû’l-Ahbâr, Vehb b. Münebbih gibi Yahudilikten İslam’a geçen kişiler kanalıyla Şiiliğe geçmiştir. Uzun yıllar iktidar yüzü göremeyen Şiiler böyle bir Mehdinin geleceği ümidiyle teselli bulmuşlardır. Hz. Ali taraftarları ve Ehl-i Beyt’e Emeviler ve Abbasiler tarafından yapılan zulüm ve yenilmişlik duygusu ve bu mücadelesindeki trajedileri de böyle bir inancın gelişmesini kolaylaştırmıştır. Özellikle Hz Hüseyin’in vahşi bir şekilde katledilmesi etkisini günümüze kadar sürdüren bir travmaya dönüşmüş olup Mehdi inancının önce Şia sonra da Ehl-i Sünnet dünyada yaygınlaşmasında büyük rol oynamıştır. Şiiler için usul-i dinden bir inanç konusu iken Sünnilerde hak ile batıl arasındaki kesintisiz mücadelede hakkın temsilcisi mitolojik bir şahsiyet gibi algılanmıştır.

Şiiliğin inanç esaslarından sayılan “Mehdi inancı” Akademik çevrelerde pek fazla itibar görmese de pek çoğu “Şii meşrep” olan Sünni tasavvuf ve tarikat merkezli topluluklarda her zaman popüler olan bir meseledir. Mehdi’nin kıyamete yakın dönemde yeryüzünde adaleti sağlayacak kişinin Ehl-i beyt’ten biri olacağına inanılır. Bu, kendi liderlerini Mehdi, cemaatlerini de Mehdinin cemaati olarak görmek isteyen bu yapılarda yaygın ve kabul gören bir inanıştır. Üstelik İsa Mesih, Deccal ve Mehdi meselesi pek çok Sünni ekol, tarikat ve cemaatlerce itikadî bir sorun olarak da görülür. Söz konusu çevrelerde Mehdi yerine daha çok eşdeğer anlamlar ifade eden kavramlar kullanıldığı da görülmektedir. Bu çevrelerde Kutub, Hatem’ül Evliya gibi sıfatlar yaygın olarak kullanılmakla birlikte, Halife, İmam, Devrin İmamı, Sahibüzzaman, Bediüzzaman, Kâinat İmamı gibi sıfatları içerik olarak Mehdi kavramı ile ilişkilendirilirler. İşin enteresan tarafı bu isimler adı altında ülkemizde hemen her gün bir mehdi zuhur etmesine rağmen, bu çevreler tarafından genel bir kabul görmemektedir ve söz konusu kişiler “Sahte Mehdi” şeklinde yaftalanmaktadır. Bu çevrelerin hem böyle bir beklentide olup hem de yalanlaması tuhaf bir açmazdır. Şayet Mehdi denen mitolojik varlık gerçek olsaymış kendini ispat noktasında işi çok güç olacakmış! Bu bağlamda söz konusu kişiler için “Sahte Mehdi” ifadesini kullanmamak lazım zira sahtesinin olması gerçeğinin olduğu anlamına gelir. İşin doğrusu, bu beklenti tamamen asılsız ve mitik bir anlatıdır ve Prof Dr. Mehmet Pacacı’nın ifadesi ile bu konuda yoğun bir Apokaliptik edebiyat oluşmuştur.

Sünni yoruma göre kıyamete yakın bir dönemde Deccal ile mücadele etmek için gelecek olan Mehdi, İslam’ı dünyaya hâkim kılacak ve İsa Mesih de yeryüzüne inerek kendisine yardım edecektir. Ancak ne Mehdi-Deccal ne de İsa Mesih ile ilgili inancın Kur’an’da hiçbir dayanağı yoktur. Buna rağmen kelimenin “hidayete erdiren” veya “hediye veren” lügat anlamlarından hareketle Mehdi adlı “Şahsı Manevi” için Kur’an’dan zorlama yorumlarla dayanak aranmıştır. Mâlik b. Enes, Buhârî ve Müslim gibi titiz davranan hadis âlimlerinin Mehdî ile ilgili rivayetlere yer vermemiş olması da dikkate değerdir.

Ezberde hadis dersleri vermesine rağmen, Hadis âlimi olmamakla eleştirilse de İbni Haldun, Mukkadime adlı eserinde muteber denilen bazı hadis kitaplarındaki Mehdi ile ilgili haberleri tek tek senet ve metin açısından kritik etmiştir ve söz konusu hadislerin eleştiriden uzak olamayacağını söylemektedir. O, bu hadislerin senetlerinde yer alan ravilerin bazılarının Şii görüşlü, bazılarının hafızaları zayıf, bazılarının meçhul olduklarını ve daha başka sebeplerle rivayet ettikleri hadislerin delil sayılamayacağını belirtmiştir. Ayrıca İbni Haldun Mutasavvıfların Kutub ve Abdal inancıyla, Şiilerin İmam ve Naip görüşlerine yaklaşarak bir açıdan Şiilerin fikirlerini paylaşmış olduklarını söyler.

Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu Mehdilik anlayışının İslam’da olmadığını ifade ederek olağanüstü güçlere sahip bir kurtarıcı inancının bütün kadim dinlerde olduğunu İslam’a da bu dinlerden geçme ihtimalinin yüksek olduğunu söylüyor. Konu ile ilgili hadis rivayetlerinin son derece problemli, çelişkili ve çürük olduğunu da ilave ediyor. Hoca Mehdi inancının mitolojik bir öğe olduğu, hem Sünni hem de Şii dünyada bu inancın tutulacak bir tarafı olmadığı ve Mehdi’nin de sanal bir kahraman olduğu kanaatini izhar ediyor.

“Dünyanın son zamanlarında adı, soyu, nitelikleri ve icraatı belli bir kurtarıcının geleceğine dair açık bir nas bulunmadığı, aklın da bunun mevcudiyetine hükmetmediği düşüncesinden hareketle mehdînin zuhurunu kabul etmeyenler arasında Kādî Abdülcebbâr, İbn Haldûn, M. Reşîd Rızâ, Ahmed Emîn, Ferîd Vecdî, Abdullah es-Semmân ve Abdullah b. Zeyd gibi eski ve yeni âlimler yer almaktadır. Bunların değerlendirmesine göre mehdî hakkında rivayetler ya zayıf veya uydurmadır (Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 183; Ali Sâmî en-Neşşâr, II, 227; M. Bâkır el-İlâhî, XIV/53-54 [1419], s. 53-54).” (TDV İslam Ansiklopedisi)

Mehdi ütopyası Sümerlerde, Mısırlılarda, Hinduizm’de ve özellikle de Yahudilik ve Hıristiyanlıkta ortak bir olgudur. Bilhassa ezilen toplumlar böyle harika güçleri olan, Allah tarafından ilahi bir yardımla desteklenen, kendilerini maddi ve manevi sıkıntılardan kurtaracak, düşmanlarını yenecek, onlara ideal/müreffeh bir yaşam sunacak bir kurtarıcı beklemişlerdir. Bu bekleyiş daha sonra dini bir hüviyet kazanarak “Mehdi İnancı” şeklinde formüle edilmiştir.

İnsanlığı düştüğü bunalım ve zulümden, maddi ve manevi tehlikelerden çekip çıkaracak bir kurtarıcının geleceği inancı özellikle toplumların sıkıntıya düştüğü, zulme maruz kaldığı, yenilgiye uğradığı ve ümitsizliğe kapıldığı dönemlerde artar, sıkıntıların azaldığı refah dönemlerinde ise bu inanç daha az gündeme gelir.

Ehl-i Sünnet’in erken dönem akâid kitaplarında bir inanç ilkesi olarak yer alan Mehdilik ile ilgili haberler geleceğe, dolayısıyla gaibe ait bilgilerdir. Bu bağlamda Peygamberlerin genel olarak gaybı bilmedikleri, ama bazı meselelerde Allah tarafından bilgilendirildikleri (Cin: 72/27) malumumuz olsa da, Kıyametin Alametleri, İsa’nın nüzulü, Mehdi, Süfyan ve Deccal ile ilgili konularda Allah peygamberine bir şey bildirmemiştir. Kendilerinden korkulan veya umut bağlanan bu şahıslara dair inanışlar ya uydurma hadislere ya da hadislerin abartılı, yanlış ve üretilmiş yorumlarına dayanmaktadır.

Mehdî inancı, dinî deliller açısından bir gerçekliği olmamasına rağmen, İslâm tarihinde pek çok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkmış, birlik ve beraberliği bozarak savaşlara yol açmıştır. Bu inancın sözde var olma nedeni “zulme karşı olmak” şöyle dursun çoğu zaman zulme karşı harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri afyonlayıp zulme razı olma psikolojisine itmiş ve insanları çözümsüzlüğe ve atalete sürüklemiştir.

Son iki yüz yıldır İslam dünyasında yaygın olan Batı karşısında yenilmişlik duygusu, sömürgecilik, kötü yönetimler, sosyal adaletsizlikler ve bunun yol açtığı ümitsizlik, Müslüman coğrafyada bugün de bu tür inançların popülerlik kazanmasında ve kullanılmasında etkili oluyor. Hâlbuki ümitsizliğe asla yer olmayan İslam inancında her insan etrafında olanlardan sorumludur ve zulme karşı bizzat direnmekle mükelleftir.

Kur’an her Müslüman’dan bir mehdi gibi hareket etmesini istemektedir. Nitekim tarih boyunca Müslümanlar da böyle davranmışlardır. Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi, Hindistan fatihi Gazneli Mahmut, İstanbul fatihi Sultan Mehmet ve yüzlerce irşadçı/ıslahatçı, mehdi gelecek beklentisinde olmamışlar, işlerine güçlerine bakmışlardır. Mehdi ahir zamanda gelecektir, o zamana kadar zulüm ve haksızlığa boyun eğelim şeklindeki kötümser bir düşüncede olmamışlardır.

Haddi zatında bütün Müslümanlar birer Mehdi/Kurtarıcı’dır. Mitolojik bir karakter bekleyip de piyasada şizofrenlere fırsat vermemek iktiza eder. En sahih hadis derlemelerine girmiş olsa da Mehdi ve Mesih rivayetleri bize Mesihiyat’tan ve İsrailiyat’tan gelmiştir. Bunun bizimle, Resulullah ile ilgisi yoktur. Böyle mühim bir konuya Kur’an’ın bir kez bile değinmemesi muhaldir. Bu olacak şey değildir.

Mehdi beklentisi Müslümanlara tembellik ve perişanlıktan başka bir şey getirmemiştir. “Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın, biz burada oturacağız/duracağız”. (Maide, 5/24) diyen Yahudileşme temayülü bizim mahalleye de sirayet etmiştir. İnsanlar kendilerini karanlıklardan aydınlığa çıkaracak bir mehdi beklentisine sokulmuştur. Mehdi gelecek düşmanlarımızı kahr-u perişan edecek düşüncesi bize çok pahalıya mal olmuştur. Ayrıca Mehdi beklentisi çalışmayı terk etmektir. Hâlbuki her Müslüman mehdidir. Tıpkı Kuran’a göre her Müslüman’ın “veli” olduğu gibi. Her Müslüman hidayeti istediği için Hâdi olan Allah tarafından hidayete erdirilmiş, doğru yol kendisine gösterilmiş kişidir, yani; mehdi’dir.

Haydar Öztürk Hocanın ifadesi ile “kurtarıcı beklentisi!” bireysel ve toplumsal zeminde “cehd ve gayret”i değersizleştiren, direnme gücünü kıran, yap(a)madıklarını dini kılıflara(!) sığınarak örten/erteleyen bir kitle ortaya çıkarmıştır. Kurtarıcı bekleme hali sığınma psikozu içerisinde başvurulan bir yoldur. Konjonktürel şartların, siyasi başarı ve başarısızlıkların savunulması veya oluşması umuduyla yönelinen bir motivasyon yöntemidir. Bu olgu, tarih boyu hemen her inanç ve toplumda görülmüştür. Bir olgunun kabul ve reddinin asıl gerekçesi öncelikle onun hakikat olup olmamasıyla ilgilidir. “kurtarıcı beklentisi!” zihinsel bir olgudur. Somut dünyada bilimsel veya vahyi bir dayanağı yoktur.

Mehdi beklentisi birçok Müslüman’ı ümitsizliğe ve görevini yapmamaya sevk etmiştir. Öyle ya mehdi gelecek ve dünyayı düzeltecek, zulümleri önleyecek, insanlara hidayet dağıtacak… Bu hayal, nicelerini boş beklentilere sevk etmiştir. Niceleri de bu umut sebebiyle yapması gereken en basit görevleri bile savsaklamış, kendisine zulmedenlerle mücadele etmeyi terk etmiş, zalimlere karşı çıkma görevini gelecek Mehdi’ye bırakmıştır.

Bir Mehdi’nin gelip işleri düzene koyacağına inanan bir toplum süreç içinde bir “baba”nın, bir “önder”in çıkıp her şeyi yoluna koyacağını düşünür ve umutla bekler. Zira ona böyle bir anlayış empoze edilmiştir. Bu tipler hiçbir sorumluluk üstlenmek istemediği gibi hiçbir değeri ve belirleyiciliği de yoktur. Bunlara göre yapıp etmeleri Allah öyle istediği için olmuştur. Kendisi adeta kurulu bir robottur. Böyle bireylerden oluşan toplum pasif bir toplumdur. Bir kurtarıcı/mürşit bekler ki gelip işleri düzeltsin.

Allah Teâlâ insanların gelip gelmeyeceği belli olmayan bir kurtarıcıya asırlarca umut bağlamalarını isteyecek kadar zalim değildir. Üstelik bu kurtarıcı bütün kötülükleri ortadan kaldıracak ve yeryüzüne iyiliği hâkim kılacak öyle mi? Allah kitabında bizlerden elimizden geleni istemekte, mutlaka başaracaksınız diye bir şey söylememektedir. Hiçbir peygamberin de böyle bir amacı olmamıştır. Böyle bir durumda dünya hayatının bir imtihan olduğu anlamı kalır mı? Üstelik hiçbir nebinin ve resulün tam olarak beceremediği bir işi, kim olduğu, ne zaman geleceği belli olmayan bir kişinin gerçekleştireceğini söylemek/inanmak İslamın genel ve evrensel kabulüne kesin olarak aykırıdır. Asırlardır Müslüman dünyası bu sanal kurtarıcının beklentisi ile pasifleşti, direniş güçlerini kaybettiler ve şeytani güç odaklarının hazırladıkları senaryoların kurbanı oldular. Artık İslam düşmanlarının tezgahlarında üretilmiş mistik ve ezoterik oyunların muhatabı olmaya dur demek iktiza eder! Gözlerimizi akla, fıtrata ve Kur’an’a açma zamanımız geldi geçiyor.

Sonuç

1. Mehdî beklentisi hemen hemen her toplumda görülen bir sığınma mekanizmasıdır. Toplumsal şartların bozulup zulmün ve haksızlığın arttığı dönemlerde kurtarıcı beklentisi içine girmiş olan halkın bu beklentisi süreç içerisinde dinî bir mahiyet kazanmıştır.

2. Mehdî anlayışı Yahudilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi dinlere ve Kadim kültürlere ait bir inanç olup Kâ‘b el-Ahbar, Vehb b. Münebbih ve Şii hadisciler tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen uydurma rivayetler yoluyla Müslümanlar arasında yayılmıştır. Söz konusu rivayetlerdeki Mehdi’nin “Ehl-i Beyt”ten olma şartı ırkçılık kokmaktadır.

3. “Mehdîlik, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak isteyen siyasî zümreler tarafından ortaya atılmış olup, önce Şîa ardından da Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş siyasî kökenli bir inançtır. Şiî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen tasavvuf ehlinin mehdî inancını benimsemesi bu akîdenin Müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır.” (TDV İslam Ansiklopedisi)

4. Mesiyânik/Evangelisyt teolojide İsa Mesih’in ahir zamanda vaat edilmiş topraklarda zuhur edeceğine iman edilir. Bu bağlamda Tanrı’yı kıyamete zorlamak için, dünyayı özellikle Orta Doğuyu savaş ve sair işlerle kan gölüne çevirmek gerekir. Bu şekilde Armegadon savaşı için İsa’nın nüzulü/gökyüzünden inmesini çabuklaştırılıp, işbaşı yapacağına inanılır. Mehdi’nin de böylesi bir gerilim döneminde geleceği söz konusu olduğundan; belki de Mehdi için ortam hazırlama söylemini bu zaviyeden okumak gerekir.

5- Mendi inancının Kur’an’dan referansı yoktur. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın uydurma rivayetlerden ancak uyduruk bir Mehdi çıkar! Mehdi beklentisi insanların/insanlığın zihnen ve fikren hatta bedenen kötürüm olma halidir. Fetulla örneğinde olduğu gibi, tarih boyu mehdi iddiası ile zuhur edenler genelde klinik şizofren ve karizmatik kişilerdir. Mehdilik İslam dışıdır. Sahte mehdi diye bir kavram da yoktur. Zira gerçeği olmayanın sahtesi de olmaz.

Etiketler
Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir