GenelMektuplara Cevap

Namaz Vakitlerini Kim Belirlemiştir?

Yüce Allah Kur’an’da “namaz vakitleri belirlenmiş bir farzdır” buyuruyor. Peygamberimiz bu vakitleri nasıl pratize etmiştir? Bunlar bizi bağlar mı? Biz müminlerin namazlarımızı kaç vakitte eda etmemiz Kur’an’ın özüne ve Resulullah’ın pratiğine uyar açıklar mısınız?

Cevap: Bu konunun çözümünün konuyla ilgili ayetleri ait oldukları yere koyup doğru bir şekilde anlamaya çalışarak olacağına inanıyoruz. Çünkü namazın vakitlerini Allah’ın Resulü de bu ayetlerden anladıklarıyla tesbit ederek edasına çalışmıştır. Yirmi üç yıllık vahyin devamında da uygulamasıyla ilgili herhangi bir tenkit olmamıştır. Bu demektir ki yapılan uygulama Allah tarafından kabul edilmiştir. Aksine herhangi bir ayet bilmiyoruz.

Resulullah’ın anlayış ve uygulamasında herhangi bir yanlışlık olmadığına göre O’nun anlayış ve uygulayışı elbette bütün ümmeti bağlayıcıdır. Yeter ki bu anlayış ve uygulama bizlere sağlam bir şekilde gelmiş olsun.

Namaz’ın hayata geçirilişinde tedrici bir çizginin izlendiğini görüyoruz. İlk gelen surelerden Müzzemmil’de şöyle ifade ediliyor “Gecenin yarısında veya üçte biri kadar bir zamanda kalk tane tane / ağır ağır Kur’an oku. Doğrusu biz sana ağır bir söz vahyedeceğiz.”(73/33)

“Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalkıp namaz kıldığını, seninle beraber bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi affetti. Artık Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun… Onun için Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun. Namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a güzel bir borç verin…”(73/20)

Yine ilklerden olan Kaf suresinde “onların söylediklerine sabret, güneşin doğuşundan ve batışından önce Rabbini överek tesbih et. Geceleyin secdelerin ardından da onu tesbih et“(50/39-40) buyurularak gece secdelerinde güneşin doğuş ve batışından önce Rabbin tesbih edilmesi ile ilave edilmiş olduğunu görüyoruz.

Taha suresinde ise yine bir ilave var: “Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini överek tesbih et. Gece saatlerinden bir kısmında ve gündüzün taraflarında da tesbih etki memnun olasın.”(20/130)

“Ailene namazı emret, kendin de onda devamlı ol. Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz rızıklandırıyoruz, sonuç takva sahiplerinindir.”(20/132) Görüldüğü gibi öncekilere “gündüzün taraflarında da tesbih et” ibaresi eklenmiştir. Devamla Rum suresinde de benzeri ilaveler görüyoruz:

“Sizler akşamlarken ve sabahlarken, günün sonunda ve öğleye eriştiğinde, göklerde ve yerde övgü kendisine mahsus olan Allah’ın şanı yüceltilir.”(30/17-18)

Bu ayette de “öğleye erdiğinizde ” ifadesi ilave edilerek vakitlerin beşe ulaştığını görüyoruz.

Bu ayetle ilgili Abdullah İbni Abbas’tan şöyle bir rivayet de gelmektedir. “Bu ayet beş vakit namazı içinde toplamaktadır”. Akşamlarken, akşam ve yatsı, sabahlarken, sabah, günün sonunda ikindi, öğleye eriştiğinizde öğle namazına işaret etmektedir” der.

Namazla ilgili daha birçok ayet vardır. Ancak yukarıya aldığımız ayetlerde görüldüğü gibi önceleri sadece gece namazından bahsedilir iken (73/3-5, 73/20) buna güneşin doğuşundan önce ve batışından önce ilave ediliyor. (50/39-40) Bu süreç devam ederek buna gündüzün iki tarafı ve gece saatleri de (20/130) ilave edilerek beş vakit namaz tedricen tamamlanmış oluyor. İlk günlerde ki gece namazı ise Resulullah’ın nev’i şahsına ait olmak üzere bırakılıyor. (17/79) Böylece tedrici bir yöntemle gönderilen Kur’an’da namaz konusunda da benzer bir uygulamayı sergiliyor.

Bu ayetler kendisine anladığı bir dil ile gönderilen Allah’ın Resulü de yukarıya meallerini verdiğimiz ayetlerden anladığını hayata geçirmiş, 23 yıllık risalet hayatında vahiyler devam etmesine rağmen “beş vakitte kıldırdığı namazların ne vakitleriyle ilgili, ne de rekatlarıyla ilgili herhangi bir tenkide uğramamıştır. Bunun bir tesadüf olmadığını düşünüyoruz. Konuya şu iki ihtimali değerlendirerek yaklaşmak istiyoruz.

Birincisi;  vakitlerin Kur’an ayetlerinin delaletiyle anlaşıldığıdır. Çünkü gecenin üçte biri, yarısı veya yarısından biraz az, gündüzün iki tarafı, güneşin doğuşundan ve batışından önce, gece saatleri gibi ifadelerin o günkü konuşulan dilde birer karşılıkları vardı. Bu ifadeler zaman bakımından herhangi bir kesitin adıydı. Allah’ın elçisi bu ifade edilen zaman dilimini doğru bir şekilde anlamış olduğundan ikinci bir ayetle uyarılmamıştır. Bu ise yapılan işin Allah tarafından onaylandığının açık delilidir.

İlk Müslümanlar gece namazı için kalktıkları miktarın doğru olup olmadığı konusunda endişe duyuyorlar. (73/2-4) Allah’u Teâlâ da aynı surenin 20. ayetinde bunu şu ifadelerle gösteriyor:

“…Gece ile gündüzü ölçen Allah onu doğru hesap edemeyeceğinizi bildiği için sizleri affetti. Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun…”

Bu nedenle beş vakit namazın vakitlerinde de doğru anlaşılmayan yahut yanlış uygulanan bir durum olsaydı bu konuda da böyle bir uyarıyla düzeltilirdi diye düşünüyoruz.

İkincisi; vakitler de rekat sayılarıyla ilgilidir ki bu konuyu dile getiren ayetlerden (73/2-4-20, 50/39-40, 20/130, 11/114, 30/17-18, 2/43, 2/238-239) hangi vakitte kaç rekat kılacağımızı anlamak bize göre mümkün görünmemektedir. Rekat konusunda bilgi olarak bütün vakitleri kapsayan genel bir açıklama var. Seferde düşman korkusu olduğunda namazları kısaltmak ile ilgili (4/101), savaşta Peygamberimiz’in varlığında iki gruba ayrılarak, bir grubun silahlarıyla beraber kıyama durup secdeden sonra savaşa gitmeleri ve diğer grubun gelerek kıyamda iştirak ederek devam etmesi olayı (4/102), yine bir tehlikeden korkarsanız namazı, yürüyerek veya bir hayvana binmiş olarak kılın. Güvende olduğunuz zaman bilmediklerinizi size öğrettiğim gibi Allah’ı anın. (2/239)

Bu ayetlerden akşam namazının üç, sabah namazının iki ve diğerlerinin de dört olduğunu anlamak mümkün değildir. Ancak 4/102. ayetten rekatın kıyamla başlayıp, secde ile bittiğini kısaltılan namazında iki kıyam ve ona bağlı secdelerden ibaret olduğunu anlıyoruz. Fakat bu bilgiler bizi sabah namazında ki secde ve kıyam sayısının kaç olduğuna götürmüyor. O halde Peygamber bu bilgiyi nereden aldı?

“Allah uğrunda gereği gibi cihad edin. O sizi seçmiş babanız İbrahim’in yolu olan dinde sizin için hiçbir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur’an’da, peygamberin size örnek olması, sizin de insanlara örnek olmanız için size müslüman adını veren O’dur. Artık namazı kılın, zekatı verin ve Allah’a tutunun. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.“(22/78) Bu sorunun cevabını burada aramak istiyoruz.

Babanız İbrahim’in yolu olan din bütünüyle kaybolup gitmiş miydi? Yoksa bugün olduğu gibi içleri tahnit edilerek tevhidi çizgiden uzaklaştırılmış mı idi? Bu noktadan baktığımızda çeşitli kaynakların verdiği rivayetler de İbrahim (a.s)’dan gelen dini bazı sütun başlarının kaldığını, tümüyle yok olmadığını görüyoruz. Hacc ve namaz, nikah gibi davranışların bazı değişikliklerle beraber devam ettiği bir vakıadır.

Ayrıca ticari merkez olan Mekke’de az da olsa Yahudi ve Hıristiyan olanlar var. İbrahim’i çizgiyi devam ettiren muvahhidler de var. Bunların namaz kıldığı ile ilgili rivayetler olduğu gibi, Peygamberimiz’in de İslam’dan önce namaz kıldığına dair rivayetlerde az değildir. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde namazın, o toplumun bilmediği bir olay olmadığı ortaya çıkıyor. Ayrıca namazı emreden ayetler de sanki sadece bilinen bir şeye işaret ediliyor. “Namazı kılın zekatı verin”(2/43) Zekat ibadeti de Peygamberimizin atası Kusay zamanından beri alındığı bilinen bir uygulamadır. Şayet namaz bilinen bir ibadet olmasaydı nasıl kılınacağıyla ilgili geniş bir bilginin verilmesi de gerekirdi diye düşünüyoruz.

Kur’an’ın üslubunda görünen şudur, bilinen bir şeye sadece işaret etmekle yetinilir iken, bilinmeyen veya değiştirilen kısımla ilgili en ince ayrıntıya kadar malumat vermektedir.

“Yetimlere karşı haksızlık etmekten korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın… ” 4/3 buyuruyor. Nikahlamanın nasıl yapılacağıyla ilgili malumat vermiyor. Ancak kimlerin nikahlanacağı ve kimlerin de nikahlanamayacağı ile ilgili ve bunun arkasından gelecek konularla ilgili yüzlerce ayette açıklık getirerek aile hukukunu ortaya koyduğunu görüyoruz.

“Ey inananlar! Namazı kılın, zekatı verin ve elçiye itaat edin ki size merhamet edilsin.”(24/56) Burada da namazın nasıl kılınacağı ve zekatın nelerden ne miktarda verileceği ile ilgili bilgi verilmemiştir. Çünkü bu iki konuda bütün peygamberlerde uygulanagelen bir ibadetti ve biliniyordu. Namaz emri gelince, kimsenin namaz ne demek, zekat nasıl bir şeydir diye sorduğuna dair hiçbir haberin gelmemesinin tesadüf olmadığını düşünüyoruz.

Konuyu bizim bilmemize ve uygulamamıza gelince, bizlerde namaz ile ilgili uygulamayı Rabbimizin Kur’an’da (22/78) örnek gösterdiği, Hz. Muhammed (a.s)’ın peygamberlik hayatı boyunca kitle halinde insanların önüne geçerek yaptığı uygulamalardır. Namaz kılmayı ondan gören ve öğrenenler, öğrendiklerini nesillere öğreterek bize kadar kesintisiz ulaşmıştır. Kıyamıyla, kıraatıyla, rükusuyla, secdesiyle ve rekatıyla ilgili herhangi bir ihtilaf olmamıştır. Bütün görüş sahibi insanlar nezdinde ortak olmasının sebebi budur diyoruz. Peygamberin uygulamasını göz ardı ederseniz, her grup kendine özgü bir namaz anlayışı ile karşımıza çıkar ki kimin kıldığının namaz olduğunu tesbit etmekte mümkün olmazdı.

Sorunun ikinci kısmında bahsini ettiğiniz vakitlerin birleştirilmesi konusuna gelince;  Buhari de İbni Abbas (r.a)’dan 325. numaralı hadiste “Nebiyyi ekrem (sav) Medine’de öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birlikte sekiz rekat ve yedi rekat olarak kıldırdı” (Buhari Tec., c. 2, s. 486) Bu konu Ebi Davud da yine İbni Abbas’tan “herhangi bir korku ve sefer olmadığı halde” diye ilave edilmiştir. Bu sözler Müslim ve Nesei de benzer rivayetlerle vardır. Ayrıca Veda Haccı’nda Peygamberimiz’in Arafat’ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife’de de akşam ile yatsıyı bir arada kıldığı konusu bütün ümmetin ittifakıyla benimsenmiştir.

Peygamberimiz’in bu tür bir uygulamaya gitmesine sebep olan şey nedir? Bunun Kur’ani bir dayanağı var mıdır? Bizi biraz da işin bu kısmı ilgilendirmektedir. Namaz vakitlerinin belirlenmesinde tedrici bir yol izlendiği beş vakit namazın hemen ilk günden itibaren emredilmemiş olduğunu ayetlerin ifade ettiği manalardan anlamak mümkün olduğu gibi çeşitli şartlarda nasıl eda edileceği ile ilgili açıklamaları da yine ayetlerde buluyoruz.

Bu konuyla ilgili açıklamayı da İsra 78. ayetinde görmek mümkündür. Ayetin siyak ve sibakında anlatılan müşriklerin son tutamları peygamberi içlerinden çıkarıp sürmekten bahsederken “Bütün peygamberler konusunda yasamız budur. Bizim yasamızda bir değişiklik bulamazsın” (17/77) buyuruluyor. Ufukta bir sefer hem de zorlu bir sefer görünüyor. İşte bu seferde uygulanacak namazla ilgili bir tesbit:

“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namaz kıl sabahın Kur’an’ını da. Çünkü sabah Kur’an’ı görülecek bir şeydir.”(17/78) Burada vakitler üçe indirilmektedir. Güneşin sarkması, zevalden batıncaya kadar. Gece ile fecr’e kadar. Fecr ise gündüze kadar. Bunu şöyle de ifade edebiliriz. Gündüz namazı (öğle ve ikindi) gece namazı (akşam ve yatsı) fecr namazı (sabah namazı) olmak üzere üç ana vakit ortaya çıkmaktadır. Aralarını fasılalarla açarsanız beşe çıkar. Nafilelerle yediye çıkar. (Teheccüd ve Duha)

17/78’de devamla “Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nafile namaz kılmak üzere kalk. Böylece Rabbinin seni güzel bir makama ulaştırması umulur”. Bunun devamında hicrete izin veren ayet zikredilerek Hakk’ın geldiğini batılın gittiğini, Hakk’ın batıla galebe çaldığını ve batılın mağlubiyetini haber veriyor. (17/80-81)

İşte böyle bir ortamda bu ayet geliyor (17/78). Daha önce ne zaman namaz kılınacağı ile ilgili bilgiler verilmiş iken bu ayetin yeni bir uygulamayı hatırlatması gayet açıktır.

İşte Resul’ün seferdeki vakitleri birleştirmesi kendi insiyatifi ile olan bir uygulama değil kendisine vahyedilen tatbikten ibarettir diyoruz.

Mukim iken uygulamasına gelince. Bunu on yıllık Medine hayatında bir defa yapmıştır. Bununla ilgili olarak İmam Malik “şiddetli yağmurdan dolayı yaptığını” söylüyor. Seferdeki şartlar mukimde de vaki olursa tamamını terk etme yerine malum vakitlerde birleştirerek Resulullah’ın yaptığı gibi çoğunu ayrı ayrı kılmak kaydıyla böyle bir uygulamanın da yapılabilirliğine bir ruhsattır.

Dileyen bu ruhsatı tercih eder dileyen de azimetle amel eder. Hesap sorucu olarak Allah yeter.

İnanıyoruz ki meşruiyetimizi kabul edecek olan Allah’tır. İnsanlar eder etmez o kadar önemli değildir. Önemli olan Allah’ın kabul etmesidir. Çünkü hesabı ona vereceğimize inanıyoruz.

Diliyoruz ki hepimizi rahmetiyle ve merhametiyle hesaba çeksin. Müslüman olarak canımızı alıp, salihler arasına katsın…

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir