GenelYazarlardanYazılar

Yeni NATO-Yeni TÜRKİYE VE BÖLGEMİZDE YENİ DENGE ARAYIŞI

Küresel ve bölgesel değişim sürecinin ne anlama geldiği ve bu çerçevedeki küresel güç odakları/ABD’nin projelerinin niteliği ve sonuçları, maalesef doğru okunamamaktadır. Zira, bölgesel ve küresel yeni denge arayışı sürecinde, henüz kendilerini net bir şekilde ortaya koyamamış Müslimler ve hakim anlayışın tanımlamaya çalıştığı/kendilerini Müslüman olarak tanımlayan geniş bir çevrenin, yapısal/örgütlü bir duruş ile doğru bir okuma ortaya koyamamalarının söz konusu olduğu bir dönemde yaşamaktayız.

Birbirinin devamı iki dünya savaşı sonrası Müslümanların neler yaşadığı ve bu sürecin iç ve dış etkenleri artık bilinmektedir. Ve bir süredir devam eden bölgesel ve küresel değişim sürecinde, her ne kadar yaşanan iletişim devrimi nedeniyle küresel güç odaklarının “algı yönetimi ve manipülasyon” teknikleri eskisi kadar derinlikli ve uzun ömürlü olamasa da doğru ve sistemli okumaların sahaya yansıdığından söz etmek de mümkün değildir. Küresel güçlerin vesayeti altındaki halkı Müslüman, sistemleri Batı referanslı yönetimlerdeki “sistem-içi”, “sistem-dışı” çıkış arayışlarının ne anlama geldiği hususunda da bir netlikten söz edemiyoruz. Keza, bir müslüman için çok önemli, ilkesel bir öneme sahip “Terör”, “Terör Örgütleri” konusunda Resül-Nebi örnekliğinde bir bilinçten bahsetmemiz çok zor gözükmektedir. Dolayısıyla içine düşülen “zillet”in ne anlama geldiği ve buradan çıkış için temel düşünceler ve kavramlarda netleşmiş bir örgütselleşme/yapılaşmaya, yani “güç” olmaya ihtiyaç olduğunu artık fark etmek durumundayız. Ki “hatalı okumalarla hatalı beklentiler”in girdabında savrulmak yerine yaşananların bizlere ayna tuttuğu gerçek duruşumuzu doğru okumalı ve birlik/vahdet söylemlerimizi doğru temellere dayandırarak kendimize gelme sürecini başlatmalıyız. Mevcut şartlarda, elimizden gelen her şeyi yaparak Rabbimizin rahmetine sığınmaktan geri kalmadan böyle bir sorgulamayı yapmamız gereği de çok açıktır.

Unutmamalıyız ki Müslümanların Sorunlu Tarihi (MST)’nin kendilerini İslam ile tanımlayan insanımızı taşıdığı yaşam biçimi bu. Ve Osmanlı’nın yıkılışından bu yana hakim olan güçlerin oluşturdukları küresel ve ona bağlı bölgesel sistemlerin temel esası, “Güçlüysen haklısın!”dır. Emperyalizmin/zulmün arkaplanındaki Batı felsefesi de bugüne kadar iddia edildiği gibi “evrensel değerler” ve “kavramlar”la insalığı ileriye taşımamaktadır. Reaksiyoner, üstenci, ateist felesefelerin devamında ideolojik bazı sapkınlıklara yaslanan sözde medeniyet arayışıdır bayraklaştırılan. Nitekim, bu anlayışın temel düşüncelerinin arkaplanını doğru okumaya çalıştığımızda karşımıza “güçlünün haklı görüldüğü”, “üstün insan”ın diğerlerini yönetmesinin, sömürmesinin bir hak olarak algılandığını tespit edebiliriz… 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Harekatı’nın, bu bağlamda ABD-İsrail Planı’nı deşifre etmesiyle birlikte yaşanan soykırım karşısında “Medeni Batı”nın, -ki “Doğu”su da farklı değil- duruşu ne demek istediğimizi ortaya koymaktadır.Hakikati arayış sürecinde Kur’an merkezli ve Resül-Nebi örnekliğindeki “hakikat”e ulaşan, lakin bunu sistematik bir şekilde henüz ortaya koyamayanların “aydınlandıkları” kadim gerçekliği haykırmak durumundayız artık.

Medenilikle ileri bir düzeyde olduklarını iddia etmelerine rağmen insanlığın bir çıkmazda olduğu, kendilerini İslam ile tavsif edenlerin ise Allah’ın dini İslam’dan bir hayli uzak oldukları bir dünyada savaşlar, katliamlar-soykırımlar devam etmektedir. Ve gelinen aşamada, nasıl olacağı çok netleştirilemeyen 3. Dünya savaşı tartışmaları da devam etmektedir. Haliyle 1980’li yıllarda gündeme gelen küresel ve bölgesel değişim sürecinin geldiği aşama da gerçekten manidar görüntü arz etmektedir…

Yeni NATO-Yeni TÜRKİYE

Yeni denge arayışı sürecinin hızla yol aldığı bölgemizde 3. Dünya savaşı tartışmaları vasatında 75. Kuruluş yılını kutlayan NATO, son zirve toplantısını Washington’da yaptı. Zirve sonunda yayımlanan “sonuç bildirgesi” de alışmışın ötesinde bir içeriğe sahipti. Özellikle de değişim süreciyle birlikte konumu ve misyonu değişen Türkiye’nin, yeni denge arayışının değişik aşamalarındaki zorlamalar, önüne çıkan imkan ve risklerle birlikte sistem içi bir çıkış arayışında olduğu malum. Ve bu sürecin, ABD’nin BOP/GBOP’un II. Aşamasında strateji değiştirmesiyle birlikte bir “yol ayrımı”na giren yeni Türkiye’nin, denge/dengeci politikalarla kendi güvenliği ve geleceğiyle ilgili hassasiyetlerinin zorunlu bir sonucu olduğu da malumdur.

Gelinen aşamada bir taraftan Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO’nun yapısal değişiklikleri ve etki alanları konuşulurken diğer taraftan da Türkiye’nin Ukrayna-Rusya savaşı hususundaki duruşu tartışılmaktadır. Aynı zamanda Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİO) ve BRICS’e üyeliğiyle ilgili tartışmalar da gündemin önemli maddelerinden biri haline gelmiş bulunmaktadır.

Her ne kadar ŞİO ve BRICS, NATO’nun alternatifi olmasa da Türkiye’nin dengeci politikaları çerçevesinde böyle bir gündeminin oluşması bizce önemlidir. NATO’daki üyeliğini birilerinin tartıştığı Türkiye’ye aynı zamanda, son zamanlara kadar, AB’ye üyelik konusunda da bir umut verilmemesi gerçekliği ile beraber söz konusu tartışmalar düşünüldüğünde, bölgesel ve küresel denge arayışı sürecindeki malum söylemler daha da öne çıkmaktadır. Bir başka boyutuyla da Batı/ABD’nin yeni denge arayışı sürecinin kritik aşamasında (geniş anlamıyla) bölgeyi ve küresel yapıyı içine soktuğu “stratejik muğlaklık” söz konusu tartışmaları daha da önemli yere taşımaktadır. Yani çok açık bir şekilde görülmektedir ki gelinen aşama itibarıyla NATO üyesi Türkiye başta olmak üzere bir çok ülkenin stratejik vizyonu, ABD ve müttefiklerinin iddiaları/beklentileriyle paralel gözükmemektedir. Türkiye’nin özellikle Ukrayna konusunda ve son zamanlarda da Siyonist Terör Örgütü/“devleti” İsrail’e, ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin büyük çoğunluğunu Gazze’deki soykırıma karşı tavır almamakta ısrar etmelerine karşı tavrı açık ve net bir duruşu ortaya koymaktadır. Sonuç alması kolay olmasa da.

Keza, ABD’nin, NATO’yu (Yeni NATO’yu demek daha doğru…) dolaylı yorumlarla ve kurduğu stratejik ilişkilerle “Asya-Pasifik”e çekme talebi karşısında Türkiye’nin denge/dengeci politikasında bir gevşemeden çok netliğini daha da belirginleştirmektedir. Zira Türkiye, birçok boyutuyla net bir duruşa mecburdur. Aynı zamanda, Türkiye’nin değişim sürecinde ortaya çıkan fırsatları iyi kullanarak bölgedeki etkinliğini hızla arttırmış olması gerçekliğinin de ıskalanmaması gerekir. Özellikle Türk Devletleri Teşkilatı (TDT)’nın bölgedeki stratejik önemi ve Türkiye’nin savunma sanayii başta olmak üzere bir çok konudaki hamlelerinin altı çizilmelidir.

Zaman zaman dile getirdiğimiz üzere, kimi Batılı uzmanların ifadesiyle ‘üç imparatorluğun’ (Çin, Rusya ve Osmanlı) yeni dünya dengesinde belirleyici olabileceği öngörüsünün hızla sahaya yansıyan boyutlarına şahit olmaktayız…

Yaşanan süreçte, Varşova Paktı’nın işlevini yitirmesi, NATO’nun yeni bir misyona doğru evrilmesinin gündemde olması, olmazsa AB ülkelerinin kendi savunma sistemlerini kurmak zorunda kalmaları halinde Türkiye’ye muhtaç duruma düşmeleri kaçınılmaz bir hal olacaktır. Tıpkı, enerji ve ticaret konularında olacağı gibi savunmada da Türkiye’nin Batı için vazgeçilmez bir stratejik öneme sahip olması kuvvetle muhtemel gözükmektedir. Daha önceki değerlendirmelerimizde de değindiğimiz üzere ŞİO zirvesinden dönen Türkiye, (Dışişleri Bakanı’nın) Çin ve Rusya ziyaretlerinden sonra ABD/Batı’nın değerlendirmelerini, Batı medyasında çıkan makaleleri doğru okumak gerekir. Yani, denge arayışı sürecinin kritik bir aşamasında bölgedeki etkinliği hızla artan Türkiye’nin denge/dengeci politikalarla daha da belirleyici hale gelmesi de kaçınılmaz gözükmektedir.

Her ne kadar ideolojik duruşu, Batı sisteminin bir parçası olması ve bölgesel gücünün sınırlı olması nedeniyle, orta vadede kendi güvenliği ve geleceğini tehdit eden Siyonist Terör Örgütü/“devleti” İsrail üzerinde etkili olamamış olsa da tarihi ve stratejik derinliğinin, bölgedeki yeni denge arayışında önünü açtığı yeni Türkiye’nin, orta vadedeki stratejik çıkarları ve güvenlik kaygıları nedeniyle, ABD-İsrail başta olmak üzere, küresel bazı güçlerle karşı karşıya gelmesinin kaçınılmazlığını okuyabilmek de zor olmasa gerektir.

Bir önceki küresel ve bölgesel düzenin kurucularının, özellikle bölgede etkinliklerinin hızla azalması, ŞİO gibi örgütlerin de bölgesel barışı, güvenliği ve istikrarı güçlendirici yönleriyle öne çıkması söz konusudur. Keza yeni küresel ekonomik düzen (özellikle finans…) oluşumunda ŞİO’nun giderek güçlenecek bir role sahip olabileceği tartışmaları da her geçen gün yoğunlaşmaktadır.

Irak-Suriye Eksenindeki Gelişmeler…

Son dönemlerde Irak-Suriye ekseninde önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Irak’daki Refah Yolu Projesi’nden sonra Suriye’nin kuzeyinde beklenen bazı adımların sahaya yansıması söz konusudur. Dolayısıyla Irak’ın bazı bölgelerinde olduğu gibi Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölgelerde bazı provakasyonlar gündeme geldi. Aynı zamanda, küresel güçlerin büyük bir kesiminin de desteği ile devam eden soykırım sürecinde Siyonist yönetimin, geçici bir barışı sağlamak üzere devrede olan arabulucuları, her şeye rağmen, dikkate almayarak ‘savaşın bölgeye yayılmasının kendilerine avantaj sağlayacağını düşünmesi bölgedeki kaygı ve stresi arttırmaktadır.

Suriye ve Türkiye’deki provakasyonların arkaplanında kimlerin olduğu bilinmektedir. El-Bab’da, El-Aziz’de, Cerablus’da, Afrin’de ve Atarib’de meydana gelen olaylara katılanların sayısı da açık kaynaklara göre 2008-2500 civarındadır. Bölgede yaşayan insan sayısı düşünüldüğünde bahsekonu provakasyonlara toplumsal bir desteğin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak, bölgede yaşananlarla paralel olarak Türkiye’nin Irak-Suriye eksenindeki  adımlarını etkisiz hale getirmek üzere bölge insanının bazı hassasiyetlerinin kullanılmak istenildiği de çok açıktır.

Hatırlanacağı üzere ABD’nin bölgedeki planlarının Suriye ayağına gelindiğinde “strateji değişimi”nin söz konusu olmasıyla birlikte gündeme gelen Terör Koridoru/ABD-İsrail koridoru’nun, Türkiye’nin güvenliği ve geleceğiyle ilgili tehdit oluşturması ve düzensiz göç hareketini başlatması gündeme gelmişti. Bu süreçte, Türkiye ile ilişkileri yeni bir döneme giren ABD, zorunlu müttefiki Türkiye’yi tekrar eski çizgisine çekmek üzere operasyonlar yaptı; hatta 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişiminde bile bulundu. Bu da yetmedi, bir önceki dönem, “Bir ABD Projesi” olarak anılan yeni Türkiye’yi hizaya getirmek üzere (6+1) olarak isimlendirilecek masayı/“muhalefet bloku”nu “Bir ABD Projesi” olarak manipule etti…

Altını kalın çizgilerle çizerek belirtmeliyiz ki yeni denge arayışı sürecinde Türkiye’nin güvenlik ve gelecek kaygısıyla ve denge/dengeci politikalara dayalı stratejik adımları tamamlanamasa da yaşanan süreç çok kritik öneme sahiptir. Ne var ki bölgeye yönelik stratejik hesapları bulunan küresel ve bölgesel aktörlerin adımları da güçlenerek devam etmektedir. “Güçlü”nün haklı görüldüğü küresel ve bölgesel düzlemde Gazze’de yaşanan soykırım sonrası siyonist yönetimin, ‘savaşı bölgeye yayarak çıkış arayışına’ girmiş olmasının bölgedeki kaosu daha da derinleştirmesi ihtimali giderek güçlenmektedir.

Gelinen aşamada, bir süredir (2017’den beri) alt düzeyde devam eden Türkiye-Suriye yönetimleri arasındaki ilişkilerin en üst düzeyde gerçekleşmesi gereği gündeme taşındı. Rusya’nın desteğiyle en üst düzeyde görüşmelerle iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesi ve mülteci sorununun çözümü öne çıktı. Suriye’de ulusal bağımsızlığından söz edilebilecek bir yönetimden bahsedilemeyeceğine göre bu süreç, Putin üzerinden derinleştirilerek bugünkü aşamaya geldi. Daha doğru bir ifadeyle “zamanın şartlarının zorlaması ile” bugünlere gelindi. Aynı zamanda, İran eski Cumhurbaşkanı Ahmed-i Nejad’ın da ifade ettiği gibi İran ve Türkiye arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi de söz konusu olduğunda bölgede önemli gelişmelerin önünün açılması kaçınılmaz hale gelecektir.

Daha Fazla

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

İlginizi Çekebilir

Kapalı